Din Sosyolojisi Ana İlim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. ALİ COŞKUN İle TÜRKLER VE İSLÂMİYET hakkında konuştuk.

Oğuz Çetinoğlu: Türklerin İslâmiyet’i kabul etmeleriyle sosyal hayatlarındaki kazançları ve kayıpları neler olmuştur?

Prof. Dr. Ali Coşkun: Türkler İslâmiyet’i kabul etmekle şehirli ve ticârî bir din olan İslâmiyet’in bu özelliklerine ayak uydurmuşlar göçebe ve tarım toplumu özelliklerini hızla değiştirmişlerdir. Gerçekten de İslâmiyet’in ritüelleri yerleşik bir hayatı belli bir ölçüde gerekli kılmış ve Türkler hızla yerleşik hayata adapte olmak durumunda kalmışlardır. Ayrıca yayılmacı ve sürekli batıya göç politikası tâkip eden Türklere İslâmiyet bu süreci hızlandırma fırsatı vermiştir. Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi de cihanşümul bir din olan İslâm’la birlikte Osmanlı gibi bir devlet ve medeniyetin vücuda gelmesine yol açmıştır. Gerek inançları gerekse örf ve âdetleri İslâm’la büyük ölçüde örtüşen Türkler sosyal hayatlarında önemli bir kayıpla karşılaşmamışlar hattâ çok sayıda iyi hasleti daha da geliştirme imkânı bulmuşlardır. 

Çetinoğlu: İslâmiyet’in, erkeklerin üstünlüğünü kabul eden bir kültürü biçimlendirdiği iddia edilebilir mi?

Coşkun: Aslında üç büyük monoteist din olan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’ın üçünün de ataerkil bir yapıya sâhip oldukları açıktır ve bu gerçek bu dinlerin mukaddes kitaplarının indikleri dillerin yapısında da görülmektedir. İslâmiyet’te de erkek egemen ve üstün bir anlayış bulunmakla birlikte kadın çok kötü bir durumdan olağanüstü seviyede bir statüye yükseltilmiş ve İslâm bu statüyü sürekli yükselterek cinsiyet farklılığını bir üstünlük ve aşağılık meselesi olarak görmeyip bir tamamlayıcılık ilişkisi olarak görmüş ve iki cinsin eşitliğine doğru büyük adımlar atmış. Hattâ getirmek istediği seviye, getirdiği seviyenin altında kalmış ve ataerkil toplumlar kadınlara İslâm’ın tanıdığı hakları iade etmede isteksiz davranmışlardır.

Çetinoğlu: İslâm’a mesafeli duran kişilerin sıkça kullandığı ‘Siyâsaî İslâm’ ve ‘İslâm’ın siyâsîleştirilmesi’ kavramlarını yorumlar mısınız? 

Coşkun: Siyasal İslâm kavramı bir gerçekliği ifâde eder. Zira İslâmlaşmayı ve dindarlaşmayı devlet erkini veya gücünü ele geçirerek sağlama arayışı siyâsî İslâm taraftarlarında hep olmuştur. İslâm’da siyâsî gücü ele geçirmek bir maksat değil dinin daha iyi tebliğ ve yaşanması için bir araçtır. Hiçbir din siyâsetin gücünü elinin tersiyle itmek istemez. Sivil, kültürel, ferdî ve aşağıdan yukarıya bir dindarlaşma olmaksızın devlet eliyle İslâmlaşmanın tek başına yeterli olacağını düşünmek bir hatâdır. Sürecin başarılı olabilmesi için iki yönlü yâni hem aşağıdan yukarı doğru hem de yukarıdan aşağıya doğru işlemesi gerekmektedir. Siyâsî İslâm’a aşırı vurgu dinin diğer boyutları olan iman, ibâdet, ahlâk ve mâneviyatın ihmal edilmesine yol açabilir.


Çetinoğlu: İslâmiyet’in, Araplarla sınırlı olmayan cihanşümul bir din olduğu görüşünün, Kuran’ın özüne ters düştüğü, bu görüşün zorlama bir yorum olduğu iddiaları, hangi delillerle çürütülebilir?

Coşkun: İslâmiyet’in cihanşümul olması O’nun Arapça inmesiyle ve az miktardaki dönemin Arap kimliğiyle alakalı mahallî ve târihî unsurlarla bezeli olmasıyla ortadan kalkmaz. Gerek Kuran’daki gerekse biraz fazla olmak üzere Sünnetteki birtakım az miktardaki târihî kayıtları ‘kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’ mantığıyla algılamak gerekmektedir. Bu söz konusu kayıtlar hiçbir zaman İslâm’ın mesajının cihanşümul oluşuna halel getirmez boyutlardadır.

Çetinoğlu: İslâm orduları sefere çıkmadan önce; savaşa meşruiyet kazandırmak için önce muhatabı Allah’ın dinine dâvet ederler, kabul edilmediğinde vergi ödemeleri istenir, bu da kabul edilmezse, savaş yapılırdı. Tâkip edilen bu yolun, çağdaş hukuka aykırılığı iddia edilebilir mi, neden?

Coşkun: Târihteki İslâm toplumlarının savaşlarının büyük çoğunluğu tedafüi ve adâlet dağıtmak maksadına mâtuf savaşlar olup bir kısmı da İslâm dinini değil adâletini yaymak için yapılan savaşlar olmuştur. Savaşlarda tâkip edilen yolun bahsettiğiniz sıralamaya göre olması gerektiği ve olduğu bir gerçektir. Âdil savaş diye bir kavram vardır ve İslâm orduları buna büyük ölçüde riâyet etmişlerdir. Yâni bu anlayışa göre savaşan güçlerin gücünü kırma dışında sivillere, kadın, çocuk, din adamı, mâbetler ve doğal çevreye zarar verilmemesi esastır.

Çetinoğlu: İslâmiyet, Arap milliyetçiliğinin dirilişi ve yayılmacılığının bayrağı olmuştur. Esâsen işin ilmî kavranışı açısından İslâm’ın gerçeği de budur. Nitekim Kur’an İslâmiyet’in, diğer kavimlerden ayrımla, Araplar için indirilmiş bir Arap dini olduğu noktasında oldukça nettir.’ İddiasında bulunan ‘Nasıl Müslüman Olduk’ isimli kitabın yazarı Erdoğan Aydın’a ne cevap vermek gerekir?

Coşkun: Son derece önyargılı bir yaklaşımdır. İslâmiyet’i yeterli ölçüde inceleme-öğrenme imkânı bulunamamış olmasının tabîi neticesidir. 

Çetinoğlu: Aynı yazar; ‘Toplumu denetim altında tutmak için geliştirilen İslâmcılık yanı sıra, onun gibi totaliter bir ideoloji olan Türk-İslâm sentezinin de, millî mânevî değerler maskesi altında bizi kendi târihimize, insanlığımıza ve insanlığın ulaştığı çağdaş değerlere yabancılaştırdığını’ iddia ediyor. Gerçekleri sizden öğrenebilir miyiz?

Coşkun: Gerek İslâmcılık gerekse Türk-İslâm sentezi; Türklere cihanşümul değerler kazandırmış, onların yayılma ve gelişmelerinde büyük itici bir güç olmuş ve târihte övünülesi yüksek medeniyetler kurmalarına yol açmıştır. Yanlış anlama ve uygulamaları geri kalmamıza sebep olsa da insanlığın ulaştığı değerler henüz İslâm ve Türk-İslâm sentezinin doğurduğu değerlere ulaşamamıştır.

Çetinoğlu: İslâmiyet’in inanç alanından çıkartılıp iktidar aracına dönüştürüldüğü iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Coşkun: Târihte ve günümüzde İslâm zaman zaman bir iktidar aracı hâline getirilse de onu kullanan iktidarlar yok olmuş İslâmiyet ise yaşamaya devam etmektedir. İslâm’ın politik hedef ve öngörülerini gerçekleştiren iktidarlar gücüne güç katmış istismarcılar ise dine büyük zararlar vermişlerdir.

Çetinoğlu: İslâmiyet’in, doğuşundan Osmanlı Devleti’nin güç kaybetmeye başladığı dönemlere kadar; devlet organizasyonu olarak, günümüzde de İslâmiyet adına hareket eden gruplar aracılığıyla; yalnızca İslâmiyet’e savaş açanları değil, İslâmiyet’i kabul etmeyen herkesi boğma potansiyeline sâhip yapıda olduğu iddialarını cevaplandırır mısınız?

Coşkun:Din ve İslâm Yücedir, Asla Onun Üzerine Çıkılmaz’ diye bir söz vardır. Bu söz dinin son derece dogmatik, totaliter ve baskıcı olduğu anlamına gelmez. Allah’ın insanlara dini takdimi bir dayatma biçiminde değil ikna ve ispat biçiminde olmuştur. Allah insanlara son derece gelişmiş bir hürriyet alanı açmış. Öyle dayatma ve boğma gibi bir ilişkiye girmemiştir. Hoşgörü ve dinde zorlamanın olmaması gibi prensipler dinin zorla benimsenen bir olgu olmadığının kanıtıdır.

Çetinoğlu: İslâmiyet’te, Müslüman olmayanların Müslüman olanlarla eşit olmadığını, gayrimüslimin malının, canının ve ırzının Müslümanlara helal olduğuna hükmeden bir prensip ve uygulama var mıdır? 

Coşkun: İslâm toplumunda gayri Müslimler zımmî hukuku ile Müslüman toplum ve devletinin teminatı / koruması altındadır. Bu azınlıkların mal ve can güvenliğini ortadan kaldıran, savaş durumu hâriç bir hüküm bulunmamaktadır. 

Çetinoğlu: İslâm’ın; zamana, bölgelere ve şartlara göre şekillendirilmesine izin var mıdır?

Coşkun: İslâm sosyal değişme gerçek ve olgusuna açık bir dindir. Din, değişimi sağladığı kadar kendisi de değişimden etkilenir. Ayrıca farklı bölge, coğrafya ve kültür içine giren dinde bir takım kültür ve şekille ilgili (özde değil) değişimler yaşanır. İnanç esasları ve ibâdetleri değişmemekle birlikte farklı kültürlerin temsil ettiği farklı kültürlere dayalı İslâmlardan bahsedilebilir. Meselâ bir Arap İslâm’ı, Türk İslâm’ı, Fars İslâm’ı, Avrupa İslâm’ı vb. antropolojik farklılaşmalar mümkündür.

Çetinoğlu: Değişime açık olmanın dayanakları nelerdir?

Coşkun: Kültürler bir dini adapte ederken ona damgasını vururlar. Bir renk ve çeşni farkı oluştururlar.

Çetinoğlu: Şekillendirmenin sınır ve kapsamı nasıl belirlenebilir?

Coşkun: Dindeki farklılaşmanın sâdece kültürel muhtevâda kalması gerektiği onun teolojikve ibâdet ve ahlaka ilişkin öğretilerinde olmaması gerektiğini belirtmek gerekir.

Çetinoğlu: Türklerin Maturidîyye kelam mektebinden Eş’arîye kelam mektebine geçişlerinin sebep ve sonuçları neler olmuştur?

Coşkun: Türklerin büyük bir çoğunluğunun itikadî mezhebi Maturidiliktir. Maturidilik hür irâdeye ve çalışmaya önem veren bir mezhep iken Eşarilik daha kaderci ve tevekkülcüdür. Türklerden Maturidi olanlar iktisâdî ve kültürel bakımdan daha ileri gitmişler Eşarî olanlar ise geri kalmışlardır.

Çetinoğlu: Orkun Kitâbeleri’nde; ‘Üstte gök ve aşağıda yer, ikisinin arasında insan yaratıldı.’ Deniliyor. Bu ifâde, İslâmî telakkiyle örtüşüyor mu?  Hangi sebep ve delillerle?

Coşkun: Yaratılış mitoloji ve efsâneleri büyük ölçüde benzerlikler sergilerler. Kitâbelerdeki bu ifâdelerin İslâm’ın yaratma telakkisi ile her hangi bir zıtlığı bulunmamaktadır.

Çetinoğlu: Türklerin çok az bir bölümü Ortodoks Hıristiyan ve yine çok az bir bölümü Musevi dinine mensuptur. Günümüzün yaygın inanç kültürleri olan Budizm ve Şamanizm’e bağlı olanların sayısı da çok azdır. Buna rağmen Müslüman olanların % 90 gibi kahir ekseriyette bulunmasının sosyolojik sebepleri var mı, varsa nelerdir, yoksa bu gerçek nasıl açıklanabilir?

Coşkun: Türklerin İslâm’ı seçmelerinin sebebinin bu dinin onların önceki Gök-Tanrı inançlarıyla örtüşmesinin büyük bir etken olduğunu söyleyebiliriz. İlk soruyu cevaplarken de söylediğim gibi Türklerin İslâm’ı kabul etmeleri bu dinin hedefleriyle onların sosyal hedeflerinin bir yerde kesişmesi ve buluşmasıdır.

Çetinoğlu: Gök Tanrı inancı ile İslâmiyet’in örtüştüğü ve ayrıştığı konular nelerdir? 

Coşkun: Gök-Tanrı kelimesinin tam İslâmî ve Türkçe karşılığı Allah Teâlâ veya Yüce Allah demektir. Bu bile örtüşmenin boyutlarını belirlemeye yeter sanırım.

AÇAKLAMALAR: 

ritüel: Bu kelime, Hind-Avrupa kökünde ‘ritu’ (saymak) imiş… Oradan Letinceye ‘ritus’ (âyin, tören, merasim, örf, âdet) olarak geçmiş, Orta-Latincede ‘ritüale’ olmuş… Ordan da Fransızcaya ‘rituel’, İngilizceye ‘ritual’ olarak yerleşmiş. Türkçede ‘rituel’ olarak da, ‘ritüel’ olarak da kullanılıyor. (Dinî bir kavram olarak) Din ile alakalı tapınma/ibâdet kaidelerinin tamâmı, âyin. ‘İslâmiyet’in ritüelleri’ denildiğinde ilk akla gelenler: Namaz, oruç, hac ve kurban’dır. Beş vakit namaz kılmak, her Ramazan ayında oruç tutmak, mâlî durumu iyi olanlar için kurban bayramında kurban kesmek; İslâmiyet’in ritüelleridir. Her birinin de ayrı ritüelleri vardır: namazda bir rükû, 2 secde yapmak, abdestte dört uzvu yıkamak (yüz, kollar, ayaklar yıkanır, baş ise mesh edilir).  Hacda şeytan taşlanır, kâbe etrafında yedi defa dönülür. Bunlar yapılmadan o ibâdet tamamlanmış olmaz. İslâmiyet’te şekle riâyet şarttır. Fakat İslâmiyet şekilcilikten ibâret değildir.    

mefkûre: Maksat, hedef, ülkü, ideal. 

monoteist: Tek tanrıya inanan.

ataerkil: ‘Pederşâhî’ olarak da ifâde edilir. Ailede, baba otoritesinin hâkim olduğu sistem. 

tedafüi: savunma ile ilgili olarak, savunarak.

Türk-İslam Sentezi: 1969 yılında Aydınlar Ocağı’nın kuruluşu sırasında açıklanmış, Türklük ve İslâmiyet fikriyatını kaynaştırmayı gaye edilen bir düşünce sistemidir. Mevzu hakkında Prof. Dr. İbrâhim Kafesoğlu (1914-1984) ve Prof. Dr. Süleyman Yalçın (1926-2016) makaleler ve kitaplar yazmışlardır. 

totaliter: Demokratik hakların ve hürriyetlerin bütünüyle baskı altında tutulduğu, siyâsî gücen bir elde toplandığı, teröre, baskıya ve zulme dayalı (devlet yönetimi).

zımmî: İslâm devletinin gayrimüslim vatandaşı. 

antropolojik: İnsanın oluşumunu, gelişimini inceleyen ilim dalı ile alakalı. 

doğmatik: Belli bir konuda ileri sürülen bir görüşün sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul edilmesi. 

Mâturidiyye: Esasları Türk asıllı İmam Mansur el-Mâturîdî (853-944) tarafından tespit edilen İslâmî itikad mezhebi. Meseleleri Kur’ân-ı ve Sünnete dayanarak ve aklı ön plana alarak yorumlar. Eş’ariye: Esasları, Fars asıllı Hasan el-Eş’âri (874-936) tarafından tespit edilen, İslâmî ikitad mezhebi. Meseleleri Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnete dayalı olmakla birlikte; nakilcilik, tevekkül ve kadercilik anlayışıyla tahlil eder ve yorumlar. 

Muhtevâ: İçerik, içinde bulunanlar. 

telolojik: Teoloji ile alakalı. Teoloji din olgusunu inceleyen ilim dalıdır. 

kelam: İslâmî inançları aklî ve naklî delillerle isbat ederek şüpheleri ortadan kaldırmayı dedef edinen ilim dalı. Müslüman felsefesi. 

Budizm: Esasları Gautama Buddha (M.Ö. 563-463) tarafından belirlenmiş bir inanç sistemi. Budizm’de insanoğlunun acı çekmek için dünyaya geldiğine inanılır. Acıları azaltmak için sekiz hedef belirlenmiştir: Gerçek bilgi, Doğru zihniyet, Doğru söz, Doğru davranış, Doğru hayat biçimi , Gerçek gayret, Gerçek dikkat ,Gerçek uyanıklık. Meditasyon ve içe bakış yöntemlerine dayanır. 

Şamanizm: İlkel ve bozkır insanlarının inanç sistemidir. Din değildir. Dünyayı yaratanın Gök-Tengi olduğuna inanılır. Gök-Tengri tektir ve en büyük güçtür. İyi ve kötü ruhlar vardır. Kam denilen kişiler dualarla ve elindeki teneke-davut gibi hareketlerle kötü ruhları kovmaya, iyi ruhları vazifeye dâvet etmeye çalışır. 

OĞUZ ÇETİNOĞLU

Prof. Dr. ALİ COŞKUN

1964 yılında Yozgat’ın Boğazlıyan İlçesi’nde doğdu. 1982’de Yozgat İmam Hatip Lisesi’ni, 1986’da  Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. 1990’da Erciyes Üniversitesi’nde yüksek lisans, 1996’da Marmara Üniversitesi’nde doktora öğrenimini tamamladı. 1987-1988 öğretim yılında Uşak’ın Eşme İlçesi İmam Hatip Lisesi’nde öğretmenlik, 1989-1996 yılları arasında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi ana bilim dalında araştırma görevlisi, 1997-2000 yılları arasında da öğretim görevlisi olarak görev yaptı. 2000 yılında Yrd. Doç. 2006 yılında Doçent 2012 yılında da Profesör oldu. 

 Prof. Dr. Ali Coşkun’un Yayınlanmış eserleri: Osmanlıda Din Sosyolojisi: Naima Örneği, Mehdilik Fenomeni: Osmanlı Dönemi Dinî Kurtuluş Hareketleri Üzerine Bir Din Bilimi Araştırması, Din, Toplum ve Kültür: Din Sosyolojisi ve Antropolojisine Giriş, Mesihi Beklerken: Mesihçi ve Millenarist Hareketler, Sosyal Değişme ve Dinî Normlar, Sosyal Değişme, Kadın ve Din.