Orta Asya, Orta Çağ ve Genel Türk Tarihi Uzmanı Prof. Dr. AHMET TAŞAĞIL ile MUHTEŞEM BİR TARİH SOHBETİ

Oğuz Çetinoğlu: Türk tarihinde Oğuzlar önemli bir yer işgal eder. Bu önemli yeri oluşturan topluluk hakkında neler söylemek istersiniz?

Prof. Dr. Ahmet Taşağıl: Oğuz ismi, Göktürk Devleti’nin özellikle 630'da merkezî hâkimiyetinin çökmesiyle birlikte ön plana çıkmaya başlamıştır. Oğuzlar Üç Oğuz. Dokuz Oğuz gibi kabile federasyonlan halinde anılmışlardır.

Çetinoğlu: Oğuz adı nereden geliyor?

Prof. Taşağıl: Oğuz adı üzerine çok çeşitli açıklamalar yapılmışsa artık ‘kabileler’ anlamına geldiği yani ok+u+z olduğu kabul edilmektedir. Zaten Batı Göktürk Devleti'nde 634'ü takip eden hadiselerde On Okların ortaya çıkması ve Türgişlerin meydana gelmesi Oğuzlar konusundaki filolojik delilleri desteklemektedir. Göktürk tarihinin 627 yılma kadar olan kısmında hiç Oğuz adının geçmemesi, her şeyden önce Töleslerin, Oğuz öncesi fonksiyonu icra ettiklerini göstermektedir.

Tarihi süreç açısından bakıldığında Türgişlerin devamı olarak Batı Oğuzlarını görmek daha doğrudur. Bilindiği gibi 766 yılından sonra Uygurların baskısıyla Tanrı Dağları Isık Göl-Yedisu-Çu-Talas havalisine gelen Karlukların sıkıştırmasıyla Türgişler (Oğuzlar) daha da batıya Seyhun boylarına ve daha kuzey batıya doğru kaymışlardır. Zaten bu bölge eskiden beri Töles bölgesi idi. Muhtemelen 603 dolaylarında bildirilen Töles boyları daha sonra On Okları yani Seyhun Oğuzlarım oluşturdular. 9. asırdan itibaren İslam kaynaklarında Oğuzların varlığı artık iyice belirginleşmektedir. Bundan sonra İsficab şehrinden Hazar Denizi’ne uzanan Mangışlak dâhil geniş bir alan Oğuzların yurdu olarak ortaya çıkmaktadır. Mangışlak'ta güney sınır Gürgenç (Curcan) idi. Siyah-kuh (Karadağ) yarım adası tamamen Oğuzlar tarafından işgal edilmişti. Buradan doğuya doğru gidildikçe Aral Gölü'nün güneyindeki Baratekin kasabasına varıyordu. Buhara'nın kuzey sınırlarına kadar yayılan Oğuzların esas ağırlık merkezi Seyhun boylarıydı. ‘Karaçuk’ adıyla kaynaklarda geçen Karadağlarm (Karatav) kuzeyindeki Sozak, Oğuzların en doğudaki çöl kıyısındaki şehirleri olmalıdır. Kuzeyde ise sınırlar Cim-Emba ırmaklarının kuzeyine ulaşıyordu. Sır Derya (Seyhun) boylarındaki diğer Oğuz şehirleri Yenikent, Cend, Barçınlıgkend, Sıgnak, Kamak, Sütkent, Savran (Sabran), Aşnas, Otrar (Farab), İkan, Özkend, Sayram-İsficab belli başlı Oğuz şehirleri idi. Zaten Dede Korkut ve Oğuz destanlarının konuları bu bölgede yani Sır Derya boylarındaki Karadağlarda geçmektedir.

10. asrın başlarına gelindiğinde Oğuzların kışlık merkezi Yeni-kent olan bir devlet kurdukları görülmektedir. Hükümdarının unvanı yabgu olup, O’na naiplik eden Kül Erkin idi.

Orduya ise subaşı kumanda ediyordu. Yınal Tarkan gibi başka unvanlı devlet adamları da vardı.

Abbasilerin Horasan valisi Abdullah b. Tahir zamanında (828-844) ilk hadiselerde Oğuzların adı geçer ve 838-840 yıllarında mağlup edilip bin esir verirler. Bu arada 860’larda Avrupa'ya göç eden Peçeneklerin bir kısmı Oğuzların yanında kalmıştır.

Oğuzlar, doğudaki Karluklar, kuzeyde Kimek ve Kıpçaklar, Hazarlar ve kuzey batıdaki Peçeneklerle sürekli mücadele halinde idiler. Bununla birlikte kesin tarih belli olmasa da 1000’li yıllarda Oğuz Yabgu Devleti'nin yıkıldığı anlaşılmaktadır. Oğuzlar, bu devirde Üç Ok ve Boz Oklar olmak üzere ikili teşkilat halinde idiler.

Boz Oklar: Kayı, Bayat, Alka Evli, Kara Evli, Yazır, Döğer, Dodurga, Yaparlı, Afşar, Kızık, Beğdili, Karkm; Üç Oklar: Bayındır, Peçene, Çavuldur, Çepni, Salur, Eymür, Ala-yuntlu, Yüreğir, İğdir, Büğdüz, Yıva (ıva), Kınık adlarıyla yirmi dört alt boya ayrılmışlardı.

Çetinoğlu: Türklerden bir grup Avrupa’ya uzandılar…

Prof. Taşağıl: Bunlar Avrupa Hunları olarak anılır.

Asya"daki Büyük Hun İmparatorluğunun zayıflamasının ardından Batı ve Kuzey Kazakistan bozkırlarında bir Türk nüfus yığılması meydana geldi. Buradaki Cim, Emba ve Yayık ırmakları civarı iki yüzyıldan fazla Hun boylarına yurtluk yaparken çok kalabalıklaştıkları için otlakları ye-tersizleşti.

İtil Nehri'nin doğusundaki bazı Hun grupları 4. yüzyıl başlarında, bu nehri geçerek, 330-350 yılları arasında Kafkasların kuzeyindeki Kuban ve Terek nehirleri arasındaki bozkırları istilâ ettiler. 370'li yıllarda İtil boyundaki Hunlann başında Balamir vardı. 374-375 tarihinde O’nun önderliğinde Hun kitleleri, İtil Nehrini hızla geçerek batıya doğru ilerlemeye başladılar. Önce Alanlar yerlerinden batıya doğru itildiler. Arkasından Ostrogotlar ağır bir mağlubiyete uğratıldılar. Onlar batıya kaçınca meşhur kavimler göçü başladı. Birçok kavim yer değiştirince Batı Avrupa'da yeni bir etnik durum ortaya çıktı.

378 yılında Edirne civarında yapılan savaşta Vizigotlarla Hunlar, Doğu Roma'yı yâni Bizans’ı yenip, imparatorları Valens'i öldürdüler. Avrupa âleminin Hunların savaş tekniği karşısında başarısız kalmaları, onların çok üstün askerî usulleri, bu kıtayı baştan başa dehşete düşürmüştü. Bu arada Basık ve Kursık liderliğinde Hunlardan bir grup, 395-396 yıllarında bir Anadolu akını yaptılar. Kafkaslardan, Doğu Anadolu'ya girerek, Erzurum, Malatya ve Çukurova'ya kadar ilerlediler. Antakya ile Urfa'yı kuşatıp, Suriye'ye girdiler. Kudüs'e kadar uzanıp geri göndüler.

Hunlar, Karpat dağlan mıntıkasına geldiğinde başlarında Uldız (Yıldız) bulunuyordu. 400 yılı civarında Hunların merkezi İtil'den Orta Avrupa'ya nakledildi. Hunlar, Tuna'ya ulaşınca kavimler göçünün ikincisi başladı. Bu arada Batı Roma İmparatorluğu ile dost olan Uldız, O’nu M.S. 406 yılında Gotların ve diğer yabancı kavimlerin baskısından kurtardı. 410'larda Uldız'ın yerine geçen Karaton, daha çok devletin doğu işleriyle uğraştı. Akabinde 422'den sonra Hunların başında Rua, Oktar ve Muncuk isimlerinde üç lider görülür. Bunların arasında Rua'nın pozisyonu daha ileriydi ve onun idaresindeki ordular tarafından Orta Tuna ve Tissa havzaları tamamen Hunların hâkimiyetine girdi. Çeşitli Germen ve Slav kavimleri de Hunlara itaat etti. 5. yüzyıl ortalarına doğru Orta Avrupa'dan, Hazar Denizi’nin doğusuna kadar uzanan bir Hun devleti ortaya çıktı.

Rua, 433 yılında ölünce Hunların başına Muncuk'un oğullan Attila ve Bleda geçti. İki kardeşin idaresi on bir yıl kadar sürdü. Bu devirde Hun mezarlarının soyulması üzerine Doğu Roma seferine çıkıldı. Balkanlardaki Bizanslılara ait kalelerin çoğu Hunların eline geçti. Attila, Akatir ve Ak-ogur (Şarogur) isyanlarını bastırdı. 445 yılında Bleda ölünce Attila tek hâkim oldu. Devletini daha da genişleten Attila'ya doğuda Aral gölünden, batıda Ren Nehri'ne kadar otuzdan fazla kavim bağlanmıştı. Doğu Roma'ya karşı savaşlara başlanmış, Lüleburgaz'a kadar gelinmişti. 447'de çıktığı büyük Balkan seferinde Attila, bozguna uğrattığı Doğu Roma İmparatoru Theodosius'tan 6.000 libre altın harp tazminatı ve 2100 libre yıllık vergi almak karşılığında barış yaptı. Bu savaşta Hun ordusu iki koldan ilerleyerek Sofya, Filibe, Preslav, Lüleburgaz ve Büyük Çekmece'ye kadar ulaşmıştı. Bu seferden bir yıl sonra Bizans'ın kendisine karşı hazırladığı suikastan kurtulan Attila, artık tam olarak bu devleti baskı altına aldığından yönünü batıya çevirdi.

Yıllar önce kendisine gönderilen Honoria'nın nişan yüzüğünü bahane ederek,' Batı Roma İmparatorluğu'nun yarısını veya devletin idaresine katılma hakkını istedi. Bunun reddedilmesi üzerine sefere hazırlanan Attila, Batı Roma kumandanı Aetius ile Galya'da Campus Mauriacus denilen yerde, 451 yılı Haziran ayında karşılaştı. 24 saat süren savaşta her iki taraf da ağır kayıp verip geri çekildiler. Attila'nın maksadı olan Batı Roma'nm asker kaynağı Galya'nın tahrip edilmesi sağlanmıştı. Toplam sayısı iki yüz bin olan Hun ordusunun yarısı Germenler ve Gotlardandı.

Ertesi sene 452 yılı ilkbaharında İtalya seferine çıkan Attila, Kuzey İtalya'yı istilâ etti. Dehşete kapılan Roma İmparatoru, Roma şehrini terk etmeye karar verdi; ancak Papa Leon'un gelip kendine yalvarması, vergi ve prenses Honoria'nın nişan yüzüğünü teklif etmesi üzerine Attila, ordusunu toplayarak İtalya'dan geri döndü.

Attila'nın 453 yılında bir düğün gecesinde ölümü üzerine yerine oğlu İlek geçti. Fakat, Avrupa Hun Devleti çözülmeye başlamıştı. Gerek O ve kardeşleri arasındaki taht mücadeleleri, gerekse Germen kitlelerinin isyanları kısa zamanda devletin dağılmasına yol açtı. İlek, Gepid kralıyla yaptığı savaşta öldürüldü. Diğer oğlu Dengizik, 468 yılında Bizanslılara yenildi, esir düştü. İstanbul'a getirilerek idam edildi. Üçüncü ve küçük oğlu İrnek kendisine bağlı bazı gruplar ile Karadeniz'in kuzeyine döndü. Burada yaşayan Ogur Türklerinin boylarıyla kanşarak Bulgarları meydana getirdiler.

Çetinoğlu: Türklerin önemli bir grubu da ‘Avarlar’ olarak anılır. İstanbul’u kuşattılar…

Prof. Taşağıl: Avarların menşei M.S.350'li yıllara kadar gitmektedir. Çünkü söz konusu tarihte Uar-Hunlann bir kolu Toharistan, Tann Dağları, Kuşan bölgesini ve Maveraünehir'i hatta Soğdiana'yı ele geçirerek Akhun (Eftalit) Devletini kurdular. Bu devlet 558 yılına kadar yaşadı.

Uar-Hunlann kuzey kolu Gök-Türk'ler karşısında tutunamayınca önce Kafkaslara, sonra Karadeniz'in kuzeyine, nihayet Orta Avrupa'ya geldiler. Bunların Moğolistan'ın doğusunda ortaya çıkan ve büyük bir devlet kuran Juan-juanlarla ilgisi yoktur.

Aslında Apar adı altında bu boy Kül Tigin Yazıtı'nda bir yerde geçmektedir. 572 yılında Mukan Kağan öldüğünde O’nun cenazesine katılanlar arasında Avar (Apar)lar da vardı.

Bizans ve Slav kaynaklarında; Abar, Avar, Abari vb. gibi isimler verilen ve kendilerine Apar denilen boyun 557 yıllarında Sabarları mağlup edip, Bizans sınırı Azak kıyılarına geldikleri görülmektedir.

Kafkasya'ya geldiklerinde Alanlan kendilerine bağlayan Avarlar, 558'de Bizans'a elçiler göndererek, topraklarında yerleşmek için bir bölge talep ettiler. Aynca Bizans sınırlarını korumak ve karşılığında da bir miktar vergi almak teklifinde bulundular. O esnada Balkanlarda Ogurlarla uğraşan İmparator Justinianos teklifi kabul edip onlarla bir anlaşma yaptı. Bunun üzerine Avarlar, Karadeniz kıyısında ve Kafkasya'daki Sabarlar, Onogurlar ile Slav kabilesi olan Andları mağlûp ederek, sınırlanm Aşağı Tuna'ya kadar genişlettiler. Volga ile Tuna arasındaki Türk boylan da Avarlann hâkimiyetini tanımışlardı. Karpatlara kadar ilerleyen Avarlar, Tuna'nın batısındaki Longobardlarla anlaşıp Doğu Macaristan'daki Gepidleri de itaat altına aldılar. 568'den itibaren Longobardların Kuzey İtalya'ya göçmeleriyle Macaristan topraklan Avarlara kaldı. Bu suretle Avarlar, 568 yılına gelindiğinde imparatorluklarını Orta Avrupa'da iyice güçlendirmiş oldular. Batıda Frankları yendikten sonra güneyde bugünkü Belgrad ve Eszek gibi Bizans'ın önemli sınır şehir kalelerini ele geçirdiler.

Avarlann en güçlü devirleri Bayan Kağan zamanındadır. Bayan, devlet merkezini Tuna ile Tisa nehirleri arasındaki stratejik olarak önemli mevkie naklederken, sınırlan da Dinyeper'den Elbe'ye; Adriyatik'ten Kuzey Denizi sahillerine kadar genişletti. 565 yılında Bizans'ta çıkan karışıklıklardan faydalanan Avarlar, onlardan büyük paralar aldıklan gibi, Karadeniz kıyısındaki kaleleri kuşatarak bölgeden topladıkları esirleri Batı Roma İmparatorluğu'nun boş arazilerine yerleştirdiler. Trakya ve Makedonya'daki Avarlar, Selanik kapılarına dayanıp şehri kuşattıklarında İran harplerinden dönen Bizans orduları karşı hücuma geçince geri çekildiler. Hatta, Tisa Nehri'ne kadar takibe uğrayan Avarların imdadına  602 yılında Bizans ordusunda patlak veren Fokas isyanı yetişti. Avarlar Bizans'a karşı Longobardlarla birlikte hareket etseler de, 616'den sonra İtalya'ya da akınlar yaptılar. Ayrıca, Slav ve Bulgarlardan oluşan kuvvetlerle birlikte Dalmaçya, Orta Yunanistan ve Peloponnes'e kadar girince, 610-641 yılları arasında hüküm süren Bizans imparatora Herakleios, büyük paralar karşılığında barış yaparak 619 yılında Selanik'i kurtardı.

626 yılında Sasanilerle ortak gerçekleştirilen İstanbul kuşatmasında Bizans çok zor anlar yaşadı. Herakleios ise, Hazarlardan yardım istemek için Doğu Karadeniz bölgesinde iken, İran ordusu Anadolu'dan geçip Boğaziçi'ne kadar ulaştı.

Diğer taraftan Bulgar ve Slav birlikleriyle takviyeli Avar ordusu da Balkanlar ve Trakya'dan geçerek Bizans surları önüne geldi. İki ateş arasında kalan Bizans, çaresizlik ve ümitsizlik içindeyken Avarların emrindeki Slavlar Bizans'ın kışkırtmasıyla onlara karşı isyan etti. Donanmanın da bulunmayışı sebebiyle muhasaradan bir netice almamadan geri dönüldü. Tehlikeyi ucuz atlatan Bizans'ta o gün bayram ilân edildi ve yüzyıllarca kurtuluş günü olarak kutlandı. Bu durum Avarların nüfuz kaybetmelerine sebep oldu. Nitekim Alpler ile Dalmaçya'daki Slavların, 630 yılında da güvenilir müttefikleri Bulgarların isyanları Avarlan zor durumda bıraktı. Bunlara bir de Avar kağanının zamansız ölümü eklenince işler iyice karıştı. Bulgarlar, kağanlık makamı üzerinde hak iddia ettiklerinde isyan bastırıldı. Fakat Onogur Bulgarları bağımsızlıklarını ilân ederek Dinyester Irmağı'nın doğu kısımlarını ele geçirdiler. Tuna-Sava bölgesi ile kuzey kısımları da Slavlarda kalınca Orta Macaristan topraklarına sıkışıp kalan Avarlar her geçen gün daha da zayıfladılar. 791 yılından itibaren yaklaşık on beş yıl Frank imparatoru Büyük Charles'ın din savaşlarına direnen devlet 805'te parçalanarak dağıldı ve kısa zamanda Hıristiyanlaşıp, dillerini de kaybederek kalabalık kitleler içerisinde eridi.

Çetinoğlu: Kafkasların kuzey bölgelerinde önemli roller oynayan Sabarlar hakkında da bilgi lütfeder misiniz?

Prof. Taşağıl: Sabarlar, Bizans tarihlerinde ‘Sabar’, ‘Sabir’, ‘Savir’; Ermeni, Süryani ve İslâm kaynaklarında ise; ‘Savir’, ‘Sabir’ ve ‘Sibir’ olarak geçmektedir. Filologlar tarafından Sabar kelimesi Sab + ar = Sapar şeklinde açıklanmıştır. Sapan, yol değiştiren, serbest olan mânâlarına gelmektedir. Sabarlara ait bilinen şahıs adlarının tamamı Türkçe'dir (Balak, İliger, Boank gibi). 5. yüzyıl Bizans tarihçisi Priskos'un verdiği bilgiye göre, isimleri ilk defa Batı Sibirya'ya göç eden kavimler arasında geçmektedir. Buna göre, güneydoğudan gelen Avarlar karşısında tutunamayan Sabarlar, batıya yönelmişler ve Altaylar ile Ural arasındaki düzlüklerde yaşayan Ogurlan yurtlarından çıkararak, Tobol-İşim ırmakları çevresine yerleşmişlerdir.

6. yüzyıl başlarında Bulgar gruplarını kendilerine bağlayarak, İtil-Don nehirleri arasında ve Kuban nehrine uzanan sahaya yayıldılar. Böylece Bizans ve Sasanî İmparatorluklarına komşu oldular. Bu esnada Bizans ile savaşan Sasanilerin tarafında yer alan Sabarlar, Bizanslıları, meşhur hakanları Balak'ın idaresinde mağlup ederek Ermenistan bölgesine akınlar düzenlemişler; Anadolu'ya girerek Kayseri, Ankara, Konya havalisine kadar ilerlemişlerdir.

Sonraki yıllarda menfaatlerine uygun gelecek şekilde Bizans'ın veya İran'ın yanında yer almışlardır. Nitekim 527 – 565 yılları arasında hüküm süren Bizans imparatoru Birinci Justinianos,  kıymetli hediyeler karşılığında Balak'tan sonra devletin başına geçen eşi Boank'la anlaşarak onları kendi saflarına çekti. Bir müddet Bizans ile müttefik kalan Sabarlar, Sasanîlerle yaptıkları savaşlarda, bilhassa 531 – 579 yılları arasında Sasani tahtında oturan Şehinşah Anuşirvan karşısında kayıplar vererek eski kudretlerini kaybettiler. Bununla birlikte Sabarlann, İranlılar ile Bizanslıların o güne kadar bilmedikleri savaş tekniği ve gücüne sahip olduklarını, 6. yüzyıl Bizans tarihçisi Prokopios hayranlık verici ifadelerle anlatmaktadır.

557 yılında Avarların çok sert hücumuna mâraz kalan Sabarlar dağıldılar. Hâkim oldukları bölge Göktürklerin batı kanadına bağlandı. Güney Kafkasya'daki yurtları da 576 yılında Bizanslıların kontrolüne girdi. Daha sonraları bölgede dağınık halde yaşayan Sabarlar, 7.. yüzyılda da Hazar Devleti'nin kuruluşunda yer aldılar. Nitekim Hazar toplulukları arasında önemli bir yer tutan Belencer ve Semender Boyu Sabarlara dayanmaktadır.

Prof. Dr. AHMET TAŞAĞIL

14 Şubat1964 tarihinde Kocaeli’nin Karamürsel ilçesinde doğdu. 1975’te İlyasköy İlkokulu’dan, 1981’de İzmit Mimar Sinan Lisesi’nden, 1985 yılında İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi’nin Tarih Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl Çince öğrenmek ve Orta Asya tarihi üzerine araştırmalar yapmak üzere Tai-wan’a gitti, Shih-fan Üniversitesinde Çince kurslarına devam ederken, Cheng-chih Üniversitesi’nin Etnoloji Araştırmaları Enstitüsü’nde ve Tarih Bölümünde ders ve seminerleri takip etti. Bunun yanında dokümantasyon merkezinde Çin kaynaklarından Türk tarihine ait belgeler topladı.

1986 yılının sonunda Türkiye’ye dönüp, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Yüksek Lisans öğrenimine başladı. 1991’de doktor, Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalında, 1992’de yardımcı doçent, 1995 yılında Genel Türk Tarihi alanında doçent unvanını kazandı. 2001 yılında profesör oldu.

1997-1998 ve 1999-2000 eğitim-öğretim yıllarında Kazakistan’ın Türkistan şehrindeki Uluslararası Hoca Ahmet Yesevî Türk-Kazak Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak görev yaptı. Kazakça başta olmak üzere diğer Türk lehçelerini öğrendi. Bu esnada Özbekistan’ın Semerkand, Buhara ve Hive gibi tarihi şehirlerine, yine Güney Kazakistan’da Sır Derya boyundaki tarihî kalıntıların bulunduğu alanlara saha araştırmalarında bulundu. Aynı üniversitede 2001-2002 öğretim yılında Tarih-Felsefe Fakültesi Dekanlığı görevini yürüttü. 2002 yılının Temmuz Ağustos aylarında Türk İşbirliği Kalkınma İdaresi’nin yürüttüğü Moğolistan Türk Anıtları Projesinde yer aldı.

2004-2005 öğretim yılında Bişkek’te bulunan Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesinin Tarih Bölümünde öğretim üyeliği görevini üstlendi. Aynı üniversitenin Türk Uygarlığı Merkez Müdür yardımcılığını yürüttü. Sosyal Bilimler Dergisi yayın kurulu başkanlığını yaptı.

2007-2008 Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü oldu. 2008 yılında Rektör Yardımcılığına tâyin edildi. 2009 Nisan ayından itibâren Tarih Bölümü Başkanlığını yürütmektedir.

Çince, İngilizce, Rusça ve Fransızca ile Türk lehçelerinden Kazakça ve Kırgızca bilmektedir. Moğolistan başta olmak üzere Güney Sibirya, Kazakistan ve Kırgızistan’da saha araştırmaları gerçekleştirmiştir. 

Evli ve iki çocuk babasıdır.