(RUBASAM) Rumeli Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi Kurucu Üyesi ve Birinci Dönem Başkanı
Av. ÖZCAN PEHLİVANOĞLU ile TÜRK DÜNYASI ve TÜRKLER üzerine Sohbet…

Oğuz Çetinoğlu: Dünya üzerinde, Türkler kadar geniş alana yayılmış başka bir millet yoktur. Dünya coğrafyasının 30.000.000. 000 Km2’lik bölümünde yer alan 20’den fazla ülkede ana dil olarak Türkçe konuşuluyor. Türkçenin değişik şivelerinin konuşulduğu ülkelerin sayısı ise 50’ye yakındır. Türk ırkına mensup insanların sayısının 300.000.000 civarında olduğu biliniyor. Tarihçiler, 15. Ve 16. asırların ‘Türk asırları’ olduğunu belirtirler. Türkler, büyük imparatorluklar hâlinde geniş coğrafyalara hükmederken, Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa gibi devletler yoktu. Rusya, şehir devletleri ölçüsünde, küçük kinezlikler hâlinde Altın Orda İmparatorluğu’nun vesâyeti altındaydı.  O dönemin en büyük devletlerinden biri olan Çin, Cengiz Han soyundan gelen Kubilay tarafından yönetiliyordu.
Günümüzde Türklerin, çeşitli sebeplerle yerleşik olarak yaşadığı ülkelerin sayısı 150’den fazladır.
Aslî Türk yurdu olan bölgelerde; Rumeli ve Balkanlarda, Doğu Türkistan’da, Irak, İran ve Suriye’de yaşayan Türkler arasındaki ilişkiler hakkında yapacağınız genel bir değerlendirme ile sohbetimize başlayabilir miyiz?
Av. Özcan Pehlivanoğlu: Türk Milleti birçok sebeplerden dolayı kendi varlığından ve yaşadığı coğrafyadan habersizdir. Halbuki yeryüzünde çok geniş bir toprak parçasına dağılmış, 300.000.000’un üzerinde Türk yaşamaktadır.
Çetinoğlu: ‘Birçok sebepler’ tâbirini açar mısınız?
Pehlivanoğlu: Birçok sebep var derken gerçekten sayılamayacak kadar sebep var. Bunu Türkiye’de yaşayan Türkler açısından ele alırsak, öncelikle diğer Türklerle ilgilenmemek özellikle Atatürk sonrası çok egemen bir politika olmuş. Bu eğitim sistemimizde Türk Dünyasının yer almamasına sebebiyet vermiş. Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye Türklerinin önemli bir bölümü bırakın tarihi ve dünyayı bilmeyi, okuma yazma bilmiyormuş. Dünyanın hâkim güçlerinin Türklere karşı yürüttüğü ve yüzyıllardır süren savaşlar ancak Mustafa Kemal Atatürk’le duraklatılabilmiş. Hâlen de Türklere karşı aynı güçlerce yürütülen savaş devam ediyor. Bu güçler Türklerin yaşadıkları coğrafyalarda lider olmasını engellemek için aradaki irtibatı kesmeye çalışmış. Bunda da muvaffak olmuşlar. Ruslar, İngilizler ve ABD bu oyunun büyük oyuncuları... Türk Dünyasında hâkim güçler tarafından uygulanan dil, eğitim ve kültür politikaları bu sebeplerden bazıları. Düşünün, 300.000.000’luk  bir Türk nüfus bir araya gelmiş, yer altı ve üstü zenginliklerini birleştirmiş, dünyada dengeler değişir değilmi?
Çetinoğlu: Aynı soydan geldiği, aynı dili konuştuğu halde, belirttiğiniz sebeplerle birbirlerinin varlığından habersiz olan Türklerin kendilerine has problemleri olsa gerek…
Pehlivanoğlu: Evet! Bu Türklerin mahallî olduğu kadar her birini ilgilendiren ve birbirine benzer veya ortak problemleri vardır.
Türkler hem ırk olarak hem de millet olarak önemli hususiyetlere sâhip insanlardır. Farklı araştırmacılar; Türklerin bilinen tarihlerini 10.000 yıl öncesine kadar götürdüklerini iddia etmektedirler.
Türkçe için de, yeryüzünün en kadim dilidir diye rahatlıkla söyleyebiliriz.
Çetinoğlu: Evet! Bütün lehçeleriyle birlikte Çince, İngilizce, İspanyolca ve bütün yazı dilleri ve lehçeleriyle birlikte Hintçeden sonra Türkçe, dünya üzerinde en çok konuşulan diller sıralamasında 5. Sırada yer almaktadır. Arapça, Rusça ve Japonca, Türkçeden sonra geliyor. Türklerin bir başka özelliği daha var: ‘Türkler kadar çok düşmanı olan bir millet daha yok’ denilebilir.
Pehlivanoğlu: Bu derece farklı ve müspet özelliklere sâhip bir millet olan Türkler; tarih boyunca dünya hâkimiyeti kurmak ve insanlık âlemini köleleştirmek isteyenlerin hedefi olmuştur.
O sebeple yaşadıkları coğrafyanın çok geniş olmasına ve teknolojinin yetersizliği sebebiyle aralarında pek iletişim bulunmamasına rağmen, karşı karşıya kaldıkları problemler ve tehlikeler, büyük benzerlikler içermiştir ve hâlen de içermektedir.
Çetinoğlu: ‘Ortak iletişim dili’ bulunamamış ve kullanılamamış olması, dünya coğrafyasının geniş bir bölümüne yayılmış Türklerin, birbirlerinden haberdar olamayışlarının sebebi olabilir mi?
Pehlivanoğlu: Bugün Türk devletleri ve toplulukları arasında ortak dil, tarih ve lehçe arayışları hızlanmıştır. Türk aydınları bu konularda hem fikirdir. Sıra bunların hayata geçirilmesine gelmiştir. Her Türk’ün ısrarla bu konuların takipçisi olması gerekir.
Eğer Türk Dünyası bu mânâda; yâni târih, alfabe ve lehçe konularında bir ortaklık tesis edilebilirse, Türklerin başlarına geleni çabuk anlama ve kavramada bir mesafe kaydedecekleri tartışmasızdır.
Bugüne bakınca, Türk Dünyasının her bir köşesinde zulüm, gözyaşı, göç, tecâvüz ve ölüm vardır. Ve bir diğer coğrafyada yaşayan Türklerin bundan pek bir haberi olduğu söylenemez. Hattâ Türklerin meseleyi anlamadaki zaafiyetinden dolayı, soydaşlar arasında gereken yardımlaşma da yapılamamaktadır.
Çetinoğlu: Çok önemli bir noktaya temas ettiniz. Bu konuya devam etmeden önce, Türk dünyası ile yakından ilgilenen Azerbaycan Türklerinden Prof. Dr. Ali Şâmil’in bir belirlemesini nakletmek istiyorum. Kendisiyle yaptığım röportajda şöyle diyordu:
‘Her gecenin sabahında, güneşin doğacağına nasıl inanıyorsam, Türk birliğinin de bir gün mutlaka gerçekleşeceğine o kadar kesin bir şekilde inanıyorum.’
Bu kavi inanca rağmen, Türk dünyasında neden ortak alfabe, ortak iletişim dili oluşturulamadığını sorduğunda ise şu cevabı vermişti:
‘Türk cumhuriyetlerinde ortak alfabe ve ortak iletişim dilinin oluşturulmasına imkân ve ihtiyaç olsa da, dış güçlerin etkisi ve devlet adamlarının onlardan çekinmesi sebebiyle yanlış adımlar atılmış ortak alfabe, ortak iletişim dili gerçekleştirilememiştir. İnanıram ki, yanlışlıklarımızı ortadan kaldıracağız. Ortak dil tanıtımı-tebligatı yanlış yapıldı. Ortak dil kavramı ile dış güçlerin, çalışmayı engellemesine imkân verildi. Aslında ‘ortak dil’ değil de  ‘iletişim dili’ kavramı kullanmalı idi. Yâni her bir toplum özgürce kendi cumhuriyetinde, kendi toplumunda kendi lehçesinde yazacak ve okuyacak. Bir yerde toplandığında ise iletişim dili olan Türkiye Türkçesi kullanılacak. Türkiye Türkçesinde eskiden kullanılan, sonra aradan kaldırılmış kelimeler aktifleştirilecek, Anadolu ağzında kullanan kelimeler standart dilde kullanılacaktı. Böylece kısa sürede Türkler arasında iletişim dili oluşturulmuş olacaktı.Ayrıca; folklorumuz ortak olsa da, onu gereğince birbirimize tanıtamadık. Benzerlikleri, örtüşmeleri ortaya koyamadık. Asya Türk Cumhuriyetlerini yönetenlerin kafasında eski Sovyet etkisinin kalması tek sebeptir. Mâkul sebep değildir. Yanlış hesaptır. Bu engelleri aşacağız.’ Evet! Ali Şâmil Muallim böyle diyor. Bu görüşler üzerine yorumunuzu aldıktan sonra, benim araya girerek böldüğüm açıklamanıza devam eder misiniz?Pehlivanoğlu: Prof. Dr. Ali Şâmil’in, söylediklerine katılıyorum. Türkler tarafından bir takım politikalar izlenecekse, mutlaka Türk karşıtı cephenin de izleyeceği yol ve yöntemler hesap edilerek, hatâ payı sıfıra yakın çalışmalar öngörülmeli ve yapılmalıdır. Aksi takdirde Türk karşıtı cephe, hep kârlı çıkacaktır.Ancak bu böyle oluyor diye mücâdele, Türkler tarafından hiç bir zaman bırakılamaz. Sâdece atılacak adımlarla ilgili hesaplar iyi yapılmalıdır.  
Türklerin birbirlerinin meselelerini anlamamalarının bir sebebi de Türklerin başlarına getirdikleri yöneticilerdir. Bunlar ya meselelerden habersiz veya Türk’e karşıt cephenin emrine girmiş olanlardır. Mesela daha çok yakında, Kazakistan Parlamentosu’nun Alt Kanadı Meclis Başkan Yardımcısı ve Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in kızı Dariga Nazarbayeva, Sovyrtler Birliği döneminde okutulan ders kitaplarının tekrar okutulmasını teklif etti. Bu durum ne ile izah edilebilir?
Bu emre girmenin de çeşitli sebepleri var. Türk Dünyasını yönetenlerde eğer bazı güçler olmazsa ayakta durulamaz gibi bir algı vardır ki; ben bunun kabul etmiyorum.                                                           ‘Türklerin meseleyi anlamadaki zaafiyetinden dolayı, soydaşlar arasında gereken yardımlaşma yapılamamaktadır.’ Demiştim. Oradan devam edeyim: Bunun bir önemli sebebi de, birbirlerinin hayatî meselelerinden habersiz oluşlarıdır.  
Günümüzde ve hem de yanı-başımızda, bizim ‘Türkmen’ dediğimiz Irak Türkleri ve Suriye Türkleri çok büyük bir insanî dramla karşı karşıyadır.   
Türkmen kardeşlerimiz evlerinden barklarından atılmakta, yaşadıkları şehirlerden sürülmekte, mal varlıklarına el konulmakta, canlarına ve namuslarına kast edilmektedir.   
Türkçe konuşmaları yasaklanmakta, eğitimleri engellenmekte, geçimlerini temin etmeleri önlenmektedir.  
Adeta; ‘Ya öl ya Türkmen olmaktan vazgeç’ denmektedir!   
Bunlar bize hiç yabancı gelmemelidir. Türkler, Türkmenlerin bugün Irak ve Suriye’de yaşadıklarını daha önce Balkanlarda yaşamıştır. Türkler bu filmi yaklaşık 250 yıldır Balkanlarda görmektedir. Târih boyunca Balkanlarda Türklere yönelmiş olan uygulamalar, şimdi Irak ve Suriye’de Türkmen kardeşlerimize yöneldi. O kadar! Yâni yeni bir şeyle karşı karşıya değiliz.  
Doğu Türkistan, Dağlık Karabağ, Ahıska, Kıbrıs, Ege’deki adalar, Almanya ve daha birçok yerde Türk’e karşı yürütülen çalışmalar, hep büyük benzerlikler içindedir. Önemli olan biz Türklerin bunu görüp tespit etmesidir.  
Çetinoğlu: Girit’te yaşanan faciayı, dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan Türklere anlatamadık. O Girit ki, 1645 yılından 1669 yılına kadar 24 yıl devam eden zorlu savaşlardan sonra Osmanlı’nın olmuştu. Yunanlılar tarafından, batılı ülkelerin de desteğini alarak 1910 yılında elimizden alındı. ‘Çalındı’ denilse yeridir. Bu olayı Türkiye dışındaki Türklere bizim yazarlarımız, romanlarıyla, hikâyeleriyle, şiirleriyle duyurmalıydı. Onların başka türlü bilgi sâhibi olmaları mümkün değildi. ‘Hatâyı kendimizde aramamız gerekir.’ Diye düşünüyorum.  
Pehlivanoğlu: Türk Dünyasının dört bir köşesinde yaşayan Türkleri, birbirinin başına gelenlerden haberdar etmek ve birbirlerinin yardımına koşmalarını sağlamak mecburiyetindeyiz.
Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Romanya, Kosova, Bosna Hersek, Karadağ, Arnavutluk gibi Balkan ülkelerinde 13 – 14.000.000 civarında Türk ve Akraba Topluluğu yaşamaktadır. Aralarında Türklerin iktidar ortağı olduğu ülkeler vardır. Birçok Türk partileri, siyâsetçileri, milletvekilleri, sivil toplum kuruluşları, kültür ve sanat adamları Balkanlarda faaliyet göstermektedir.  
Bu insanlar, Irak ve Suriye’de Türkmenlerin başına gelenlerden haberdar olmalı, onların yerine ses çıkartarak kendi ülkelerini ve dünyayı ayaklandırmalı ve kardeşlerine yardım için Balkanlardan koşup gelmelidir.   
Bana düşen, Balkanlar ile Türkmenelini birbirine yakın edecek ve bu birleşmeyi sağlayacak köprüyü kurmaktır. Yani Üsküp, Gümülcine, Kırcaali, Şumnu, Prizren, Saraybosna; Musul ve Kerkük başta olmak üzere diğer Türkmen illeri ile birbirine yakınlaşmalı ve âdeta iç içe geçmelidir.  
Bunu genişleterek bütün Türk Dünyasını içine alacak bir birliktelik kurmak mecburiyetindeyiz. Yâni Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Azerbaycan, Türkmenistan’dan Türkmeneli’ne köprüler kurulmalıdır. Aynı köprüler Doğu Türkistan’a, Kıbrıs’a, Batı Trakya’ya ve bütün Türk İllerine bizleri bağlamalıdır.  
Böylece birleşmiş ve çelik gibi bir hâle gelmiş olan Türklere, dünya üzerinde zulüm etmek kimsenin kolay kolay kalkışabileceği bir şey olmaktan çıkacaktır.  
Ancak gelin görün ki; bırakın köprüler kurmayı, Türk devletleri olarak birbirimizin meselesine desteksiz, Türk milleti olarak da ilgisiz durumdayız. Halbuki bir çok şeyi yapabilecek gücümüz ve kudretimiz var.    
Türk dünyasına sesleniyorum: Günümüzde Irak ve Suriye’de yaşayan Türkler ateş ve ölüm çemberi içerisine hapsedilmiştir. Gelin Irak ve Suriye Türkmenleri ile Türk Dünyası arasında bir köprü olalım ve taşıyacağımız su ile onları yakan bu ateşi söndürelim ve de bir daha Türklere yönelik bir ateş yaktırmayalım.
Son sözüm de Girit ile ilgili olsun. Bugün aramızda ‘Girit Faciası’nı yaşayanların torunları var. Bırakın sizi, bizi, onu, bunu Giritliler bile yani kendi atalarının hâtırâlarını canlı tutmak için bir gayret göstermediler. Halbuki yaşadıkları tam bir felaketti. Onlar yaraları canlı tutmak için önderlik yapmalıydılar fakat yapmadılar. Bunun diğer Türk Dünyası topluluklarında da görüyoruz. Haklı dâvâlarını Türk kamuoyuna yansıtamadılar ve meselelerine Türkiye Türklerini ortak edemediler.                           Çetinoğlu: Bu röportajın son sorusunu şöyle sorayım: Anlaşılıyor ki Rumeli Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin kurucusu ve Birinci Dönem Başkanı olmanız sebebiyle özelde; Rumeli Balkan Türkleriyle ilgileniyor olmanıza rağmen, genelde Türk dünyasının çözüm bekleyen meseleleri gönlünüzde ve beyninizde fırtınalar oluşturuyor. Bu açıdan bakarak soruyorum: Türk dünyasının geleceğini tanzim etme yetkisine sâhip olsanız, Merhum Reha Oğuz Türkkan Hocamızın anlatımıyla;  fütüroloji ilminin stratejileri gereği;
Hangi olayların gerçekleşmesi için neler yapardınız?
Hangi olayların olmaması için nelerden kaçınırdınız?
Pehlivanoğlu: Türk Dünyasının kaderinin değişmesi, Ankara’da Türklerin iktidar olması ile değişeceğinden bunu sağlamak isterdim. Tavuk su içer Allah’a bakar misali, dünyanın neresinde bir Türk varsa, Ankara’ya ve Ay-yıldızlı al bayrağa bakıyor.
Bununla bağlantılı olarak, Türk Türk Dünyası bilim adamlarının günümüzde en değerli güç olan ‘bilgi’ye sahip olması için ne gerekiyorsa onu yapardım.
Bahsettiklerimle ilgili olarak bütün Dünya Türklüğüne yön verecek bir ‘Millî Strateji Merkezi’nin mutlaka oluşturulmasını sağlardım. Çünkü psikolojik, kültürel, ekonomik, dinî ve silahlı her türlü saldırıya anında cevap vermek ve karşı saldırılarla da taarruz etmek gerekir.
Türk Dünyasının moral değerlerini yükseltmeye çalışırdım. Yüzyıllardır çoğunlukla her sahâda yenik düşülen bir hayat mücâdelesi var. Moral değerleri yükselen Türkler, dünya sahnesinde çok önemli rolleri yeniden üstleneceklerdir.
Türklerin birbirine düşmemesi için her türlü şeyi yapardım. Dış güçlerin amacı Türk’ü her yerde birbirine düşürerek zayıflatmaktır. Ayrıca Türk’ün karakteristik özelliklerini terk etmesine izin vermezdim. Türk, Türk gibi davranırsa yapamayacağı bir şey yoktur. Türk mağdur ve mazlum insanlığın yanında olmak her zaman hazırdır. Yine düşmanıyla bile mertçe ve sözünün eri bir mücâdele yapmalıdır. Böyle olursa Türk’ün dünyada bileği bükülemez. Bunlardan hariç şeylerin yapılmasından kaçınırdım. Türk, yaradan tarafından insanlığa hizmet için var edilmiştir.

Av. ÖZCAN PEHLİVANOĞLU:


1963 yılında İzmir’in Menemen ilçesinde; ana ve baba tarafı Rumeli Balkan topraklarından Türkiye’ye gelmek mecburiyetinde bırakılan bir Türk ailesinin evladı olarak dünyaya geldi.
İlk, orta ve lise tahsilini, İstanbul’un Eyüp İlçesi’nde tamamladı. Üniversiteyi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyarak bitirdi. Ve Marmara Üniversitesi’nde Yüksek Lisans yaptı.
Yaklaşık 25 yıldır kamu ve özel sektörde avukatlık mesleğini icra etti. Hâlen serbest Avukat olarak çalışıyor.  
Spora ilgisi sebebiyle 18 yıl futbol hakemliği yaptı. Türkiye Süper Liginde düdük çaldı. Akabinde Zaman Gazetesi’nde 9 yıl spor yazarlığı ve Samanyolu Televizyonunda 5 yıl spor yorumculuğu yaptı.
Doğduğu tarihten bu yana Rumeli Balkan meselesinin içindedir. Türkiye’nin bu konudaki en büyük ve tek sivil toplum kuruluşu olan Rumeli Balkan Türkleri Federasyonu’nun kurucusudur. Bu kuruluşun 1. dönem başkanlığını yaptı.  Dokuz yıl Balkan Rumeli Göçmenleri Konfederasyonu’nun yönetim kurulu üyeliğini yürüttü.
Balkanlar konusunda yazılmış 1.000’in üzerinde makalesi var. Birçok milletlerarası kongrede tebliğler sundu. Yurt içinde ve dışında, sâdece ‘Balkan Savaşları’ ile ilgili 200’ün üzerinde konferans verdi, vermeye devam ediyor.
Birçok televizyon programına katıldı. Trakya TV, Vatan TV, Bengütürk TV ve en son Rumeli TV’de Balkanlar ve Türk Dünyası ile ilgili programlar hazırladı ve sundu.
Birçok Sivil Toplum Kuruluşu, federasyon ve konfederasyonun üyesi olan Özcan Pehlivanoğlu’nun yayınlanmış iki kitabı bulunuyor.
Pehlivanoğlu evli ve bir çocuk babasıdır.