Çağımızın en büyük sorunlarında birsi biliyorum ki, çevre kirliliği ve hatta dünyanın her tarafının kirletildiği sorundur. Çevre temizliği ve korumasının hukuki mevzûâta konu teşkil edecek kadar önemli olduğunun farkına varılması, tespitlerimize göre 20. yüzyıldan öteye gitmemektedir. Yani fertlerin ve devletlerin bu mesele üzerinde önemle durmalarının tarihi yenidir. Çevre ile ilgili hukukî düzenlemenin Türkiye'deki tarihi, henüz 15-20 senedir dersek, mesele daha iyi anlaşılır. Çevre temizliği ile alâkalı tedbirlerin tarihini de, bir asırdan öncesine götüremezsiniz.

       Bu konuda tarihimizin nelere sahip olduğunun bilinmediği de bir hakikattir. “Temizlik imanın yarısıdır” ilkesini hayatlarının en önemli esası olarak kabul eden atalarımız, İslâmiyet'e tam manasıyla sarıldıkları ve kudretli oldukları devirlerde, her konuda olduğu gibi, çevre temizliği ve koruması hususunda da, diğer milletlere örnek olmuşlardır. Ayrıca bununla ilgili Nizâmnâme yayınlayarak çevre temizliğinin insan yaşamı için ne kadar önemli olduğunu önemle takip etmişlerdir.

        Osmanlı Devletinde, şehir, kaza ve köylerde, şehrin emniyet ve asayişini temin, maddî ve manevî temizliğini muhafaza görevlerini üstlenen hususî memurlar vardır. Bunlara Subaşı denmektedir. Köy ve kasabalardakine il Subaşıları, diğer büyük merkezdekilerine ise şehir Subaşıları denirdi. Bu memurlar, günümüzdeki zabıta, emniyet görevlileri ve kısmen de belediyecilerin vazifelerini ifa ederler ve kadıların emri altında çalışırlardı. Osman Bey'in ilk tayin ettiği iki memurdan birinin subaşı olduğunu kaydedersek, Osmanlıların yerleşim merkezlerinin emniyet, asayiş, maddî ve manevî temizlik ve huzuruna ne kadar önem verdiklerini daha iyi anlarız.

       Bizi asıl şaşırtan konu ise, Osmanlı Devleti'nin sadece yerleşim merkezlerinin çevre temizliği ve korumasıyla ilgilenmek üzere hususî bir memur tayin etmekle yetinmemesi, görevli memurun eline de, çevre temizliğini temin için uygulaması gereken hukukî esasları belirleyen bir Nizâmnâmeyi vermiş olmasıdır. Bu özel çevre temizliği görevlisinin adı, Çöplük Subaşısı’dır ve çevre temizliği ile ilgili Nizâmnâme'nin ilki ise, bundan yaklaşık 460 sene önce yani 1539 yılında hazırlanmıştır. Elimizdeki iki çevre Temizliği Nizâmnâmesinden sadece birisini sizlere ileteceğim. Nizâmnâme'nln hükümlerini, elbette ki günümüzdeki çevre temizliği konusuyla ilgili hukukî düzenlemelerle karşılaştırmak doğru değildir. Çünkü yer ve zaman farklıdır. Yine de 450 sene önceki bu Nizâmnâme'de günümüzde dahi uygulanabilecek hükümlerin bulunması, gerçekten dikkat çekicidir. Meselâ, evlerin ve dükkânların çevrelerinin temiz tutulması (Md.1); görülen pisliklerin o çevre halkına temizlettirilmesi (Md.2); hamam ve hanlar gibi umuma ait yerlerin temizliğine dikkat edilmesi (Md.3-4); çevreyi kirleten esnafın artık maddeleri ve pis sularını, tamamen boş yerlere ve şehir dışına taşımaları mecburiyeti (Md.6-7); en önemlisi de, arabacıların yani bugün de oto sahiplerinin at arabalarını ev ve dükkânların önüne park etmemeleri ve mutlaka özel park yerlerinde durdurma mecburiyetleri (Md.10); bugün de muhtaç olduğumuz ve yürürlükte bulunan esaslardır.

       Şimdi de Kanunî Sultan Süleyman devrinde Edirne Çöplük Subaşısı’na verilmek üzere hazırlanan Çevre Temizliği Yasaknâmesinin metninden bazı hükümler nakledeceğiz. 

       Edirne'nin Mahalleleri Ve Sokakları Ve Çarşılarının Temiz Etmesi İçün Nişan-ı Hümayun

       1-Çağırdub ve yasak ede; min ba’d hiç ehad evi yörelerin ve dükkânların nâ-pâk tutmayub mezbele ve anın emsâlinden nesne vâki olmaya, otursa gidereler.

       2-Mezkûr subaşı, bu bâbda kemâl-i ihtimâm üzere olub çarşularda ve mahallelerde dökülen mezbeleleri, kimin evine ve havlusuna yakın olursa anın döktüğü ma’lûm olıcak pâk etdüre. “Biz etmedük” derler ise, edeni bulı-vereler, anun yasağı ana ola.

       3-Ve hamamların çirgâbı yolları mezbeleler ile tutulmuş ola, kimin evine ve havlusuna ve haremine yakın olursa, ayırtlatduralar. “Biz etmedük” derlerse, edeni bulıvereler, ana pâk etdüre.

       4-Ve câme-şûyiann ve kan alıcıların kanların ve çirgâbların tarik-i âmma dökmekden men' edüb hâli ve halvet yerlere iletdüre.

       5-Ve boyacıların ve aşçıların ve başçıların ve semercilerin otların ve gübrelerin yol üstünde dökmekden tamam men' ve yasak edüb hâli ve halvet yerlere iletdüre.

       6-Ve yasak ede ki; arabacılar sığırların nalband dükkânında aleflemeyüb evvelden kanda alefler ise, gerü anda alet ede. Eğer zarûret olursa, nalband dükkânlarında aleflemelü olursa, anlara pâk etdüre. Ve mezbeleden ve sığırları tersinden ne olursa, hâricden ve hâli yerlere İletdüre.. H. 946 (1539) 

      Uzun sözün kısası; eski günlerdeki yaşam bugünkü yaşamda daha iyiydi sözü ne kadar da gerçekmiş. Ayrıca atalarımızın geçmişte; beşeriyete, nebatata ve hayvanata ne kadarda duyarlı imişler diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Bunun devamında ısrarla diyorum ki, bugün bile;Osmanlı’daki çevre duyarlılığı” örnek alınmalıdır!”