Kıran kırana seçim kampanyasından sonra Beyaz Saray’da bir dönem daha ikamet Obama’ya nasip oldu. Seçim kampanyasındaki her adımın dünya tarafından izlenebilirliği, büyük fırsattır. Dikkate almamız gereken bir husus, çağdaş demokrasinin bir takım başka değerleridir. Kampanya boyunca, sürekli mücadeleye karşın gerek birbirlerinin gıyabında gerekse başta televizyon tartışmaları olmak üzere karşı karşıya geldiklerinde rakipler medeni seviyelerini muhafaza ettiler. Hakaret, küfüre varan dalga geçmeler, karşısındakini avami bir üslupla küçük düşürme pek görülmedi. Zaten ABD toplumu buna karşı.
Siyasi rakibine onu susturacak tarzda, köprü altı üslubu ile laf atmasını bizim toplumumuz gerçekten alkışlıyor mu? Ben tam tersi kanaatteyim. Batı ülkelerinde şahit olduğum sokak kavgalarında vatandaşlar bir şekilde oradan uzaklaşır. Hatta polis mevcut gücüyle tarafların üstesinden gelemeyecekse kenarda bekler, kendisini tehlikeye atmaz. Bizde nerede bir kavga varsa herkes işini bırakır, arabasını kenara çeker, tehlikeyi göze alarak tarafları ayırmaya çalışır. Ben buradan toplumumuzun kavga, küfür istemediğini çıkarırım. Lider kadromuz da karşısındakine nezaket kaideleri içerisinde cevap verirse, ağzını bozmadan esprilerle kendisini savunur, milli mizahlarımızdan beslenerek siyasi arenaya çıkarsa toplumumuz daha medenileşecek, daha nazikleşecektir. Bu bakımdan lider aynı zamanda kendisine inananları eğiten, yetiştiren, terbiye eden demektir.
Son televizyon oturumunda Romney Obaya’ya başkanlık döneminde gemi sayısının azaldığını söyledi. Belli ki uzun araştırmalardan sonra toplumun hassas olduğu güvenlik konusunda Obama’nın bir kusurunu yakalamıştı. Obama, “bay Ronmey” nin bu konudaki bilgisinin doğru olduğunu, ancak ABD’nin güvenliği için günümüz ileri teknolojisi destekli çok büyük yatırımlar yapıldığını söyledi. Obama kendi yönetiminde ABD’nin 1920’lerdekinden daha az atı ve süngüsü kaldığı için suçlanmacağını umduğunu veciz bir şekilde belirtti. Ertesi günü internet sayfalarına gelen okuyucu yorumlarından, hemen her iki ABD’liden birinin bunu konuştuğunu anladım. Romney yanlısı basın organları dahi böyle esprili bir cevaba şapka çıkarmıştı.
Toplantılar öncesi rakiplerin ve eşlerinin kucaklaşmaları, daima gülümsemeyi muhafaza etmeye çalışmaları, böylece karşı kamplarda da olsa halka gülümsemeyi hatırlatmasını çok kıskandım. Umarım bizde de bu yönde adımlar atılır. Bütün bu nezaket, mizah, saygılı konuşma ve gülümseme, hitabet adap ve erkanı bizim kültürümüzde, tarihimize, özümüzde, inancımızda var olan unsurlardır.
“Obama, daha önceki politikalarını uygularken Beyaz Saray’a tekrar çıkabilmek için ihtiyatlı davranıyordu, artık bu problemi kalmadı, zaten üçüncü defa başkan seçilemez”, diyenlere rastlıyoruz. “O halde terör ve Suriye konusunda Obama’dan medet bekliyoruz”, diyen yanılır. Günümüz iletişim imkanları çerçevesinde ABD başkanı da her adımda en doğru, ülkesi ve halkı için en faydalı gördüğü adımı atmak durumundadır. Başkanların kişisel tercihlerinin bir sınırı olup dış politikada önemli ölçüde uzmanlar, kurumlar ve bürokrasi eleğinden geçen gerçekler bulunmaktadır. Cumhuriyetçi başkanlar genellikle saldırgan, yayılmacı stratejiler izlediği halde demokratlar daha içe kapanıcı, yayılmacı dönemin yaralarını sarıcı politika taraftarıdırlar.
Bush döneminde Afganistan ve Irak’a müdahale gerçekleştiği halde Obama bu ülkelerden asker çekmekle meşgul. Bununla beraber, önceki dönemde şayet Cumhuriyetçi aday Beyaz Saray’a seçilseydi, ülkesinin ekonomik gerçeklerini dikkate alarak kısmen de olsa bu ülkelerden çekilme yollarını arayacaktı. Son seçim kampamyasında Romney’de Afganistan’da kalan askerlerin çekilmesini savundu. Buna karşın ABD halkının cebinden çıkan yüzmilyar dolarlar, artan işsizlik ve bütçe açıkları gibi gerçekleri dikkate alarak Obama’nın ağzından rakip partili önceki başkanı suçlayan “enkaz devraldık” laflarını duymadık. Hatta bu müdahalelerin gerekli olduğuna işaret etti. Bu yönüyle Obama, “devlet adamı” kimliğinin öncelikli olduğunu gösterdi.
Suriye’ye müdahale veya terörü durdurma konusunda Obama’dan yardım beklemek, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da büyük hata olacaktır. Yakın çevremizdeki gelişmelerle ilgili elbette diğer ülkelerle işbirliği yapacağız. Ancak ABD veya BM Güvenlik Konseyi üyelerine bu işi çözün demek, onları bölgeye davet etmek kanaatimce en tehlikeli gelişmelere zemin hazırlamaktır. Çünkü bu ülkeler için çözüm, kendi çıkarları doğrultusunda “ganimetten pay almak”la eş anlamlıdır. Srebrenica katliamının BM Güvenlik Konseyi kararları ve askerleri gölgesinde yaşandığını unutmayalım.
İsrail heronlarıyla terörist kovalarken suçsuz vatandaşlarımızı öldürdüğümüz gibi başka ülkenin istihbaratı, yardımı veya müdahalesi ile karışıklık, içsavaş, komşularla düşmanlık güçlenerek devam edecektir. ABD veya İsrail ile ilişkilerimiz elbette devam etmelidir. Ancak askeri işbirliği, güvenlik veya teröre karşı ortak mücadele, kuzuyu kurta emanet etmektir. Suriye konusunda Beyaz Saray’da kim olursa olsun İsrail lobisinin görüşü önemli etken olacaktır. Bu durumda konuyu BM Güvenlik Konseyi’ne havale etmektense Türkiye, Mısır, İran, Suudi Arabistan yanında öncelikle Rusya’nın katılacağı bir zeminde çözüm aranmalıdır. Esat’sız çözüm şartında ısrar etmek çözümsüzlüğü beslediği gibi Esat’ın ömrünü de uzatmaktadır. Obama’nın ikinci döneminde de bu konuya doğrudan bulaşmak istememesi aslında bölge güvenliği açısından bir fırsattır.