Cumhuriyet kelimesi dilimize ilk defa edebiyat yoluyla girmiştir. Reşit Paşa hayranı olan Şinasi onun için “Eya ahali-i fazlın Reis-i Cumhuru” demiştir. Ayrıca Şinasi, Avrupalılık, kanun, halk, mebus, medeniyet, cumhuriyet kelimelerini cesaret ve inanç ile kullanmıştır. Namık Kemal’ de halk idaresini savunan vatan ve hürriyet fikirlerini besleyen bir insan olarak karşımıza çıkmış, ancak Namık Kemal Cumhuriyet konusunda şunları söylemiştir; “Cumhuriyet içinde bulunduğumuz yüzyılda en çok beğenilen bir hükümet şekli haline gelmiştir, İslamlık başlangıcında (Dört halife döneminde) bir cumhuriyetti, ne var ki, bu rejim bizde uygulanamaz. Namık Kemal “Cumhuriyet” yönetiminin o gün uygulanmasının zor olduğunu ” söylese de  “Fakat yürütülmesine imkân olmamakla hak, batıl olmuş demek değildir.” Yani “cumhurun yönetimini” iyi olduğunu vurgulamak da geri durmamıştır. Ziya Paşa’da Namık Kemal gibi Cumhuriyet fikri konusunda düşüncelerini açıklamış onun bir halk idaresi olduğunu yazmıştır. Yani “Cumhuriyet” “Arapça” kelime anlamıyla “cumhurun yönetimi” demektir.
“Söylenme zamanı gelmiş düşünceyi kimse engelleyemez.” Velev ki sonucu ne olursa olsun. Tarihte bu inançla, yeni buluşlar, yeni icatlar, yeni keşifler yapış veya yeni düşünceler ortaya koymuş bilim adamı ve önderler çoktur. Cumhuriyet yönetimini dile getirenler, bu söze uygun olarak bu uygulamanın elbet bir gün olacağına da inanıyorlardı. Çünkü Fransız İhtilalı sonrası “milletlerin kendi kendini yönetme” fikri kaçınılmaz bir gerçek olmuştu. Nitekim kuruluşundan itibaren, mutlakıyet(teokrat), Tanzimat, Meşrutiyet aşamalarında geçen Osmanlı devleti er veya geç “Cumhuriyeti” yönetimini yaşayacaktı. Fakat Birinci Dünya Savaşı’na girmesi “Demokrasi” yönetimine giden hızı birden bire frenlemiştir. İnanıyorum ki; Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na girmeseydi- yenilmeseydi- kesinlikle ama kesinlikle ismi “Cumhuriyet” olmasa bile “demokrasi yönetimini kabul edecekti.” Belgeler ışığında bu iddiam da eminim. Zaten Meşrutiyet yönetiminin; ismi “demokrasi argosunda” “Taçlı Demokrasi” demek değil midir?
Gelelim Cumhuriyetin “29 Ekim” günü ilan edilmesinin hikâyesine. Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda perişan ve çaresiz durumda, olan bir devlet, sahipsiz ve de öksüz bir millet vardı. Elbette ki bu milletin sahipsizliğine ve devletin çaresizliğine çare arayanlar çoktu. Fakat herkes bir lider bir öncü bekleniyordu. İşte beklenen bu öncü ve bu lider kendiliğinden ortaya çıktı. O liderin adı; Mustafa Kemal idi. Mustafa Kemal tam bağımsız bir milletin, tam bağımsız bir devletinin olması için önce çaresiz olan devletin resmi görevlisi, sonra milletinin emrinde milli görevli olarak Anadolu yollarına düştü.
Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongresi sonrası kurulan Temsil Heyeti ile T.B.M.M açıldı. Doğu Anadolu'da Ermenilere, Güney’de Fransızlara karşı savaşıldı. Batıda Yunan Taarruzu ve iç ayaklanmalara karşı Kuva-yı Milliye ile çözüm bulan T.B.M.M. daha sonra düzenli ordu kurar. I. ve II. İnönü Savaşları ile ilk askeri başarılarını sağladı. Diğer yandan dış ilişkilerde Sovyetler Birliği ile Moskova Antlaşması'nı imzaladı. Sakarya Meydan Savaşı'nda Yunan Ordusu'nu yendi. Fransa ile de anlaşan Türkiye İtilaf Devletleri’nin arasını açtı. 26 Ağustos 1922'de başlayan ve 9 Eylül'de İzmir'de Yunan Ordusu'nun kaçması ile son bulan Büyük Taarruz, Türkiye gerçeğini ve Türk Milleti’nin yenilmez azmini bütün dünyaya ispatladı. Askeri başarısını Mudanya Ateşkesi ve Lozan Antlaşması ile de onaylattı. Sömürgeci zihniyete karşı yapılan Kurtuluş Savaşı’nı kazanan ve "Türk Mucizesi"ni yaratan Türkiye bu başarısı ile bütün Esir Milletlere de örnek oldu. Erzurum Kongresi günlerinde Mazhar Müfit Kansu Mustafa Kemal’e şu endişesini dile getirmişti, “Muhakkak ki var olan hükümet biçimi ülkenin refah ve mutluluğuna ve gelişmesine yeterli gelmeyecektir. Başka bir hükümet biçimi arayıp bulmamız gerektiği kanısındayım,” dedi. 23 Temmuz 1919 gecesi Mustafa Kemal, Kansu’ya şöyle cevap vermiştir. “Zaferden sonra şekl-i hükümet Cumhuriyet olacaktır.”
Zaten yabancı ülkelerdeki basın ve hatta Anadolu’daki gelişmeleri izleyen İngiliz gizli servisi Londra’ya, Sivas Kongresi sonrası bir “Anadolu Cumhuriyeti” kurulacağını bildiriyor ve İstanbul’da İngiliz Yüksek Komiser Amiral de Robeck de Lord Curzon’a gönderdiği şifrede Milli Mücadele’nin Cumhuriyete dönüşeceğinin işaretlerinden bahsediyordu. The Times gazetesi de 22 Eylül 1919 da “Sivas’taki Anadolu Cumhuriyeti” başlığı ile manşetler atmıştı.
Nihayet Cumhuriyet ilan edildi. Herkesin merak ettiği konu neden 29 Ekim seçilmişti. Onlardan biriside Fahrettin Altay Paşa’dır. Cumhuriyetin ilanından 2 yıl sonra, Ekim 1925’te Fahrettin Altay Paşa Çankaya’da Mustafa Kemal’in misafiridir. Zihnini hep meşgul eden, Cumhuriyetin niçin ve neden 29 Ekim’de ilan edildiğini öğrenmek ister. Bu konuda Altay Paşa’nın söyledikleri şöyledir: “Mustafa Kemal hep mazlum bir millet derdi. Cumhuriyetin ilanından epey bir süre geçmişti. Ben de, hep neden 29 Ekim diye kendi kendime sormuşumdur. Bir gün Çankaya’da sofra dağıldıktan sonra, ‘Paşam benim dikkatimi çekmiştir. Hep düşündüm. 30 Ekim 1918 günü mütareke ilan edildi. Adana’daki karargâhınızdan İstanbul’a verdiğiniz şifreyi hatırlıyorum. Şimdi aradan zaman geçti, Cumhuriyet’imizin ilanının 29 Ekim gecesine gelmesi acaba bir tesadüf müdür? Üç gün evvel, beş gün sonra da olabilirdi’ diye sordum”. Bunun üzerine Mustafa Kemal şunları söylüyor:
“Mütarekenin ilk günlerini hatırlarsın. Saray ve hükümet teslimiyeti kabul etmişti. Hükümet sarayın, saray da İtilaf Devletleri’nin elinin altına girmişti. Saray bu halinden memnundu. Fakat ben bunu kabul edemezdim. Buna karşı koymakla bir çıkış yolunu temin ederek, bu mazlum milleti tarih sahnesinden silmek, ortadan kaldırmak isteyenlere karşı harekete geçmek için kendimi vazifeli saymıştım. Dünyada tek başımıza idik, fakat benim inandığım ideale benimle beraber olanlar da bağlandılar ve netice hâsıl oldu. Mütareke 30 Ekim 1918’de imzalanmıştı. Vatan parçalanmış, istilaya uğramıştı. Peki, 30 Ekim 1918’den bizim İzmir’e girdiğimiz tarih olan 9 Eylül 1922’ye kadar kaç yıl geçti? Dört yıl. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan ettik. İşte beş yıla sığdırdığımız büyük inkılâp, bizim yaşadığımız şartlara duçar olmuş, hangi milletin tarihinde vardır? Bu mazlum millet kendisinin hakkı olan yere ulaşmıştır, çektiğimiz acıların, sıkıntıların en büyük mükâfatı işte budur. Bütün dünya bunu görmüştür. Daha da görecekleri vardır. Beni en çok mesut eden hadise, bu mazlum milletin hak ettiği bu yere gelmesidir. Sen benim 30 Ekim 1918 sonrası günlerdeki çektiğim azabı bilirsin. Yanımdaydın. Mondros 30 Ekim’dir. Cumhuriyet 29 Ekim. İşte bu da bir milletin, mazlum bir milletin ahıdır. Sanırım ki o zamanki devletler bunu anlamışlardır.”                       
Mustafa Kemal bir an durdu, Fahrettin Paşa’ya baktı ve sonra elini masanın üzerine vurarak: “Deyiniz ki, bu tarihten silinmek istenilen bir milletin öcüdür…” Fahrettin Altay’ın “Ama bundan hiç bahsetmediniz” demesi üzerine, Mustafa Kemal “Övünmek olur, övünmek benimle beraber mefkûreye inananların, milletin, ordunun hakkıdır” der. Fahrettin Altay’ın Mustafa Kemal’in bu olaya bakışıyla ilgili düşüncesi şudur: “…Cumhuriyetin ilanı üç gün önce, iki gün sonra da olabilirdi. Bazı akımlar vardı, onlara karşı harekete geçmişti. Ama dikkatimden kaçmayan husus, görüşmelerin bir an evvel bitmesini istemesiydi. Adana’dan İstanbul’a verdiği şifrede yanında bulunduğum için, mütareke koşullarına olan şiddetli itirazını ve o günkü azabını çok iyi biliyordum. Diyelim ki, bu bir milletin öcüdür sözünden bir netice çıkarabiliyorum, belki iki neticeyi birden elde etmek istemişti.”  Dahası 29 Ekim 1914 de Osmanlı Birinci Dünya Savaşı’na girmişti. İşte Osmanlı 29 Ekim de sona giderken, genç bir evlat olan Türkiye Cumhuriyeti ise 29 Ekim de Osmanlı’nın mirasını sahip çıkarak yeni bir hayata başlıyordu. Aslına bakarsanız. “Kurtuluş Savaşı’nın başarısı Avrupa’nın “sömürgeci devletlerin de”  Osmanlı Devleti’nin intikamının alındığı bir zaferdir. 
Kısacası: Dâhi odur ki, ileride herkesin takdir ve kabul edeceği şeyleri ilk ortaya koyduğu vakit herkes onlara delilik der” diyen Mustafa Kemal, Cumhuriyetin ilânı tarihini seçerken bile, dünyaya ve Türk Milleti’ne bir mesaj vermiş oluyordu. Unutmayalım ki; dâhiler” hiçbir şeyi tesadüfe bırakmazlar, Eğer öyle olsaydı, onların ne isimlerinden ne de insanlık için yaptıkları işlerden bahsetmek mümkün olmazdı. Cumhuriyetin 100. yılında “milletimiz hükümetimiz ve devletimizle birlikte” güçlü bir Türkiye yaşayacağım inancıyla, Cumhurun yönetimi kutlu olsun.