Osmanlı Devleti, Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında Mısır’ı alması ile Ortadoğu’nun tamamının yönetimini de ele almıştır. Dolaysıyla Filistin toprakları da bu bölgenin bir parçası olarak 400 yıl Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Osmanlı Devleti Balkanlar ve Avrupa’daki yönetiminde olan devletler de vergi alırken Ortadoğu ve Afrika’daki bağlı devletlerden vergi almamış tam tersine ödeme yapmıştır. Bunun sebebi ise elbette ki; İslam’ın yüce peygamberi Hazreti Muhammed’in doğduğu yer Mekke ve Mezar-ı Şerif’inin bulunduğu yer olan Medine toprakları ve yine en önemlisi İslâm’ın kutsal kıblesi Kâbe’nin kutsalliyetidir.  Ancak Birinci Dünya Savaşı sonlarında maalesef Arap İngiliz iş birliği sonucunda 1917 yılında kısmen 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası tamamen Türk yönetiminin elinde çıkmıştır.

1920 yılında İngiliz ve Fransızların gerçek yüzü ortaya çıkınca sözde Arap devletlerinin başına kukla olarak getirilen krallar Mustafa Kemal ile temsilcileri vasıtasıyla temasa geçtiler. Nitekim Irak, dolayısıyla Musul ve Kerkük konusu Cumhuriyetin ilk meclislerinde özellikle 'TBMM Gizli Celseleri'nde en önemli bir yer almıştı. Mustafa Kemal Paşa, bu gizli celselerden birinde konuyu Ortadoğu'ya getirerek Arap ülkelerinin Osmanlı dönemindeki tavrını dile getirmişti:

"Suriye halkı ve Irak halkı yani Arabistan 1914 tarihinden evvel aynı sınır dâhilinde bulunduğumuz zamanlarda cümlemizce malumdur. Devleti Osmaniye’nin bir parçası olmaktan fevkalade müşteki ve müstakil olmak gayesini takip ediyorlardı. Bu sonucu elde edebilmek için maatteessüf hepimizi birden imhaya tevessül eden düşmanlarla teşriki mesai ettiler. Lakin Harbi Umumi'nin (Birinci Dünya Savaşı) neticesini gördükten sonra pek büyük bir hataya düştüklerini gördüler. Bir kısmı kendi dâhillerinde müstakil olmak fakat yine bir şekilde Camiai Osmaniye dâhilinde bulunmak cihetini düşündüler. Diğer bir kısmı daha ileriye gitti. "Bize istiklalin lüzumu yoktur. Biz halifemiz ve padişahımıza bağlı olarak Camiaı Osmaniye dâhilinde bulunacağız dediler." Mustafa Kemal'in bu isteklere anında 'Evet' demediği şu ifadede yer alıyor:

"Biz, her şeyden önce kendi istiklalimizi temine çalışıyoruz. Ondan sonra birleşmemiz için hiçbir mâni kalmaz. " Mustafa Kemal’in bu sırada (1920-21) Millî Mücadele alanını genişletip. Anadolu'dan taşması siyasi ve askerî açıdan mümkün değildi. Osmanlı'nın külleri üzerinden doğan yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin bu dönemde yapacak pek çok işi vardı. Öncelikle yapılması gereken yeni Türk devletinin yaşaması ve gelişmesi için siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda gerekli tedbirlerin alınması idi.

Dış politikada ise Ankara'nın 'Misak-ı Milli' sınırlarını korumaktan başka bir düşüncesi olamazdı. Bu nedenle 'Misak-ı Milli' içinde kabul edilen Musul-Kerkük sorunu öncelikli idi. Arapların tutumu ile ilgili olarak İsmet İnönü'nün Lozan görüşmelerindeki tespiti de dikkate değer:

"Arap heyetleri, Lozan'da kendi isteklerini müttefiklerle temas ederek, konuşarak istiyorlardı. Müttefikler taleplerini kabul etmeyince, "Bize de Türk'ler gibi muamele ediyorlar" diye şikâyet ediyorlardı. Nihayet bu Arap heyetleri, Lozan'da bana müracaat ettiler."

Mustafa Kemal’in dış politika gündemi Lozan'dan geriye kalan ve çözülemeyen çok ciddi sorunlar nedeniyle oldukça yoğundu. Bu sorunların başında İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve Hatay sorunu, Yunanistan ile Etabli (halkların değişimi) konuları gelmekteydi. Bu sorunların hepsi Mustafa Kemal’in gerçekçi ve barışçı tutumu ile savaşa gerek kalmadan çözülürken, bir yandan yeni Türkiye Cumhuriyeti inşa edildi. Bu dönem yeni Türkiye Cumhuriyeti daha çok Avrupa'da yaklaşmakta olan yeni savaş tehlikesine odaklanmış, Ortadoğu ile ilgisi daha çok Lozan sonrası konular ile sınırlı kalmıştı. 1937 yılı Temmuz ayı içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin oturumunda Filistin sorunu gündeme geldi. İngiliz manda yönetimi altında bulunan Filistin'de Araplar ve Yahudiler arasında sürüp giden çatışmalar, kanlı olaylar sonrası İngiltere'nin bölgeye gönderdiği Lord Peel'in hazırlamış olduğu Filistin'in Araplar ve Yahudiler arasında paylaşımını esas alan plan uygulanmak isteniyordu.

Mustafa Kemal uluslararası arenada da bir tek Türklerin değil, bölgedeki tüm milletlerin bağımsızlık haklarını dile getirmiştir. Lozan Barış Antlaşması’nda Türk heyetin başkanlığını yapan İsmet Paşa’ya verdiği talimatla önceden Osmanlı yönetimi altında olup da İngiltere ve Fransa işgaline uğrayan bölgedeki tüm ulusların bağımsızlık haklarını verilmesini dile getirmesini istemiştir. İsmet Paşa da Lozan Barış Konferansı’nda yaptığı konuşmasında, Ortadoğu bölgesindeki tüm ulusların bağımsızlık haklarının verilmesi gerektiğini vurgulamıştır.

Mustafa Kemal, yıllar önce Osmanlı ordusunun bozulması ile sonuçlanan ve kendisinin de yer aldığı savaşlar sonrası yüz binlerce askerini kaybettiği Filistin yöresindeki yeni yapılanma ile ilgileniyordu. Hindistan'da İngilizce olarak yayınlanan Bombay Chronicle gazetesi, Mustafa Kemal’in TBMM'de yaptığı bir konuşmaya dayanarak devletin resmi yayın organı özelliğindeki Hakimiyeti Milliye gazetesindeki kaynak göstererek bir haber hazırlamıştı. Bahsi geçen gazete haberinde Atatürk'e atfen verilen sözleri şöyledir;

"Arapların Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip bu sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı teessüftür. Arapların arasında mevcut olan karışıklığa ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa birkaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet’in mukaddes yerlerini Musevilerin ve Hristiyanların nüfuzunun altına girmesine mâni olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet’e lakayt olmakla ittiham edildik. Fakat bu ittihamlara rağmen peygamberin son arzusunu yani mukaddes toprakların daima İslam hakimiyetinde kalmasını temin için kanımızı dökmeye hazırız. Cetlerimizin Selahattin'in idaresi altında, uğrunda Hristiyanlarla mücadele ettikleri topraklarda yabancı hakimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek bugün, Allah’ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerleri temellük etmek (sahibi olmak) için yapacağı ilk adımda bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphem yoktur.”

Kısacası: Dış politika da Türk Milleti’nin ve kurduğu devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ve de Mustafa Kemal’in vazgeçilmez davası Filistin’dir.