“IMF’YE HAYIR, BİZ EKONOMİMİZİ KENDİ MALİ KURAL’IMIZLA YÖNETECEĞİZ” DİYENE KADAR, BÖYLE BİR NİYETİMİZ VE HEDEFİMİZ YOKTU. “KENDİ EKONOMİMİZİ KENDİ KURALLARIMIZLA YÖNETECEĞİZ” KARARININ MALİ KURAL ETİKETİYLE DÜNYAYA DUYURULMASI, CESUR, GURURURMUZU OKŞAYAN BİR KARARDI VE HER KESİMDE BEKLENTİLER YARATTI. O NEDENLE, ANİDEN ERTELENMESİ KAFALARIN KARIŞMASINA NEDEN OLDU. “IMF’ye hayır, biz ekonomimizi kendi Mali Kural’ımızla yöneteceğiz” diyene kadar, böyle bir niyetimiz ve hedefimiz yoktu. “Kendi ekonomimizi kendi kurallarımızla yöneteceğiz” kararının Mali Kural etiketiyle dünyaya duyurulması, cesur, gurururmuzu okşayan bir karardı ve her kesimde beklentiler yarattı. Mali Kural’la ilgili uygulamada neler öngörüldüğünü, sürecin nasıl yönetileceğini sorgulamadan, Mali Kural’ın içerdiği parametrik formülü Alaaddin’in Sihirli Lambası olarak kabulleniverdik. Hükümetin kamu kesimi borç yükünü yüzde 45’lerden yüzde 30’lara çekme kararını, “Hükümet kendini kısıtlıyor” şeklinde algıladık, sevindik. Bütçe ve mali izleme konularında saygın bir kuruluş olan TEPAV’dan deneyimli Hazineci Emin Dedeoğlu’nun, Mali Kural’ın yapısı, izlenmesini ve denetlenmesini irdelediği raporundaki, “Eğer Mali Kural’ın ‘çıpa’ işlevi görmesi bekleniyorsa, yukardaki unsurların yanı sıra, hangi değişkenin üzerine konulduğu, nasıl bir kısıt getirdiği, nasıl izlenip hangi yaptırımlarla güçlendirildiği de önemlidir” uyarısını hiç dikkate almadık. Aslında Mali Kural’ın ilk duyurulması, Hazine Müsteşarlığı’nın 1-2 Aralık 2008’de Ankara’da düzenlediği uluslararası toplantı sayılabilir. 16 Eylül 2009 tarihli Resmi Gazete’de Mali Kural’ı da kapsama alanı içine alan Orta Vadeli Program, kamuoyuna şöyle duyurulmuştu: “Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı’nca hazırlanan ekli ‘Orta Vadeli Program’ın (2010-2012) kabul edilmesi, Devlet Bakanlığı’nın 13/7/2009 tarihli ve 2479 sayılı yazısı üzerine, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 16’ncı maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 14/7/2009 tarihinde kararlaştırılmıştır.” Orta Vadeli Program’ın Temel Amaç ve Reform Alanları bölümünün en önemli konusu, Mali Kural uygulamasına geçileceğini duyuruyor olmasıydı: “Mali kurala ilişkin yasal altyapının en geç 2010 yılının ilk çeyreğinde tamamlanması hedeflenmektedir. 2011 yılı bütçe döneminden itibaren kamu mali yönetimi, belirlenen mali kural ile uyumlu olarak yürütülecektir. Kuralın uygulanması, izlenmesi ve kontrolüne ilişkin olarak kamu mali yönetim sisteminde gerekli iyileştirmeler 2010 yılında yapılacaktır. Mali kural çerçevesinde, orta-uzun vadede kamu açığının milli gelire oranının, sürdürülebilir bir borç yapısı ile uyumlu bir düzeyde gerçekleşmesi hedeflenecektir. Kamu açığında yapılacak uyarlamayı belirlerken, bir önceki yıl gerçekleşen açığın orta-uzun vadeli hedefin ne kadar uzağında olduğu dikkate alınacaktır. Kamu açığındaki uyarlamayı belirlerken dikkate alınacak diğer bir faktör konjonktürün etkisidir. Kamu açığındaki uyarlama büyümenin uzun dönem ortalamasının üzerinde olduğu yıllarda daha yüksek, altında olduğu yıllarda ise daha düşük olacaktır.” Ali Babacan başkanlığında, Mali Kural’la ilgili bir dizi toplantı yapıldı, işadamları, akademiyseler dinlendi, görüşleri soruldu, gelen eleştirilere göre düzenlemeler yapıldı.. 11 Mayıs 2010 tarihinde de, Ekonomi Koordinasyon Kurulu üyesi bakanlar, düzenledikleri basın toplantısında, Mali Kural’ın ayrıntılarını açıkladılar. Bakanlar, 2009’da açıklanan ve 2010-2012 dönemini kapsayan Orta Vadeli Program’da, Mali Kural’a ilişkin yasal düzenlemelerin 2010 yılının ilk çeyreğinde tamamlanacağını duyurdular: “(…) 2011 yılı bütçe döneminden itibaren, kamu mali yönetimi, belirlenen mali kural çerçevesinde uygulanmaya başlanacaktır.” Mali Kural Yasa Tasarısı 20 Mayıs 2010 tarihinde, bakanlardan sonra Başbakan’ın da imzalamasıyla Meclis’e gönderildi. Büyük bir beklenti içine giren uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye’nin notunu artırmaya hazırlanırken, önce Maliye sonra da Sanayi bakanları Mali Kural’ın ertelendiğini bildirdiler. Mali Kural’ın duyurulmasından sonra hükümetin bütçe açığını dolaylı vergiler üzerinden kapama girişimi, IMF’ye rest çekmemizi sağlayan ‘yerli çıpa’ uygulanmasının ertelendiğinin ilk belirtileriydi. Mali Kural’ın mimarı Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın bu süreçte suskun kalması dikkat çekiciydi. Hükümetin, Mali Kural uygulamasıyla, daha az bir borç yükü hedeflemiş olması doğru bir karardı. O nedenle, Mali Kural’ın ertelenmesi kafaların bulanmasına neden oldu. Gelecek yılın bütçesi Mali Kural çerçevesinde yapılacak ve günümüzde yüzde 45’lerde dolaşan kamu kesimi borç yükü, ileriki yıllarda, yeni yükselen pazar ekonomilerinin seviyesine, yani yüzde 30’lara düşürülecekti. Gelecek yılın seçim yılı olması nedeniyle Mali Kural’ın ertelenmesi, bu hedeften şimdilik kaydıyla vazgeçilmiş oldu. Dolayısıyla, kamu kesimi borç yükünün yüzde 30’lara düşürülmesi hedefi de suya düşmüş oldu. Kredi derecelendirme kuruluşları Mali Kural’ın ertelenmesinden tedirgin oldular. Onların Türkiye’nin çıkarlarını düşündüklerini, Türkiye’nin hayrına alınmış bir kararın ertelenmesinden üzüntü duyduklarını söyleyecek değiliz. Fakat, küresel ekonomide çifte dip yaşama tedirginliğinin yaşandığı ve uluslararası sermayenin diken üstünde olduğu bir dönemde, bu kuruluşların not kırması, daha kısa vadeli ve daha yüksek faizli borç para bulmamıza neden olabilir ki, bizim dikkat çekmek istediğimiz nokta budur. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) Mali Kural’ın Meclis’te bekletildiği günlerde yayınladığı "Mali Kural seçim ekonomisine izin vermiyor" başlıklı Araştırma Notu’nda, 2010 ve 2011 yıllarında büyümenin sırasıyla yüzde 6,8 ve 4,5 ve bu yılın bütçe açığı oranının da yüzde 4,5 olacağını, Mali Kural uygulamasının, kamu harcamalarının reel artışını yüzde 0,3 ile sınırlayacağını hesaplamıştı. Gelecek yılın bütçesi Mali Kural’a göre yapılacak, bu uygulama ile önümüzdeki yıllarda kamu borç yükü gelişmekte olan ülkeler seviyesi olan yüzde 30’lara çekilmeğe çalışılacaktı. Hükümetin Mali Kural’ı 2011’de uygulamaya koyacağını açıklayana kadar, kamu maliyesinin durumu, birkaç aklı başında bilim adamı dışında, kimsenin umurunda değildi. Bu hedefin en önemli aracı olan Mali Kural’ın seçim yatırımlarına feda edilmesi, bilim ve politika çevrelerinde, değişik bakış açılarına göre, tartışmalara, spekülasyonlara neden oldu. MALİ KURAL OLUMLU BEKLENTİLER YARATMIŞTI, ERTELENMESİ CEZAYA DÖNÜŞEBİLİR Ali Babacan, kurala bağlı sıkı maliye politikasının borç oranını aşağı çekeceğini, dolayısıyla, risk priminin ve faizlerin düşeceğini, büyümenin ve istihdamın artacağını savunuyordu. Mali Kural, sonuçları ancak zamanla görülecek bir ekonomi politikası. ‘Yatırımcı bakanlıklar’ milletvekillerinin baskısı altındalar. Milletvekilleri de seçildikleri illerin parti teşkilatlarının, teşkilatlar da seçmen baskısı altında olduklarından, yatırımların kısılması, dolaylı vergi düzeninden dolaysız vergi düzenine geçmek, şimdilik kimsenin işine gelmiyor. “Para ve maliye politikalarının birlikte ve birbirini destekleyecek şekilde uygulanması” gereğinin ağır bastığına inanılan bir dönemdeyiz. Kamu maliyesinin gündeme gelmesiyle, bütçe açığı konusu ön plana çıktı ve bu konunun önemli oranda çözüldüğü savunuldu. İddia edildiği gibi, geçen yılın Ocak-Temmuz nakit dengesi ile bu yılın aynı dönemi karşılaştırıldığında, nakit açığının düştüğü açıkça görülüyor, ama bu düşüşün nedeninin cari açığın artmasından, ithalat artışından elde edilen KDV ve ÖTV gibi vergi miktarının artışından kaynaklandığını hepimiz biliyoruz. Cari açığı artırarak, özelleştirmeler yaparak bu soruna kalıcı bir çözüm bulmuş olmayız. Doğru olan, kalıcı olan kayıt dışını kayda almak, dolaylı vergilerden dolaysız vergilere geçebilmektir. Yılın ilk yarısında cari açığımız 20.7 milyar dolar, yani kazandığımız dövizden 20.7 milyar dolar fazlasını harcamışız, yani borcumuza borç eklemişiz. Borçlanabilmek, bir ülkenin krebilitesini gösterir, ama “Borç yiyen kesesinden yer”. El parası ile sanal cennet görüntüsü yaratmak, borç para ile harcamalar yaparak hormonlu büyüme tabloları oluşturmak, ilerde yaşanacak felaketlere ortam hazırlamak demektir. ÖNEMLİ OLAN GELİR GİDER DENGESİNİN SÜRDÜREBİLİR OLMASIDIR Önemli olan gelir gider dengesinin sürdürülebilir olmasıdır. Büyümenin gerçekçi olmasıdır. Dünyanın, ithal ikamesine dayalı model ile ihraç ikamesine dayalı klasik görüşler dışında sürdürülebilir ve kaliteli bir büyüme modeli arayışları içinde olduğu bir dönemden geçtiğimiz gerçeğini unutmamalıyız. Bütün bu arayışlar, herkesin kabul edebileceği bir mali disiplin gerektirmektedir. Kamu kesimi borç yükü oranını yüzde 45’lerden gelişmekte olan Pazar ekonomileri seviyesi olan yüzde 30’lara çekebilmemiz için, Mali Kural’ı kaldırdığımız raftan yeniden masaya indirmemiz gerekiyor. Mali Kural rafta kaldığı sürece kamu kesimi borç yükünü yüzde 30’lara çekmemiz mümkün olamayacaktır. Yapısını, izlenmesini, ne tür yaptırımlar getirdiğini, nasıl denetleneceğini tam olarak öğrenemediğimiz Mali Kural’ın aniden rafa kaldırılmasının içerde ve dışarıda düş kırıklığı yaratmasının başlıca nedeni budur.