Kurumlar; vefa, dayanışma anlayışı gelişmiş,  adalet kavramını benimsemiş, mücadele ruhuna sahip, sorumluluk bilinci yüksek, cesur ve çalışkan, özgür ve analitik düşünürken ekip çalışmasına inanan, insana ve çevreye saygılı, evrensel değerlere sahip, demokratik ve laik dünya vatandaşı bireyler arıyor.

Peki bu bireyleri nereden bulacaklar?

İnsan manzaralarının en yoğun olduğu toplu taşıma araçlarına bakalım: bu araçların koltuklarında en çok erkek cinsi oturuyor. Bir okurun gönderdiği fotoğrafta kadınların hepsi ayakta duruyor. Kadına şiddet, her yerde konuşulurken, söyleyen dinliyor. Her sabah en az bir kadın otobüs kapısında yere düşerek eziliyor. Ve okur; söylediğine göre bir kısım erkeğin kafasına tülbent bağlatıp yürüyüş yapmaya niyetleniyor.

En gereksiz yerde bile hepimiz şu’cuyuz, bu’cuyuz diyerek yürüyenlere gönderme yapmak niyeti. Bu cins; yemenilerle, ‘Hepimiz Kadınız’ der mi bilinmez. Maksat, kendini diğerinin ‘yerine koymak’ ise belli mi olur: olur mu olur, yürüyecekleri şimdiden kutlamalı.
 
Bu olaya cins bakımından değil de insan açısından bakmak gerekiyor. Hayvani güdüleri ile hareket eden, kendine dahi saygı duymayan nasıl rol model olacak? Geçmişte dervişler aldıkları eğitim ile Anadolu’yu dolaşıp medeniyet, ilim ve irfan yaydıkları için ‘insan’lıktan nasibini alanlar oluyordu. 

Şimdi; kadını itip, ezen erkek cinsini kim yetiştirmiş olmalı ki şikayet ediyor. Bunda sistemin büyük payı yok mu? Sıkıştırmak ve ezmek üzere işleyen araçları düzene koyan kim? Vatandaş, pestil olmazsa aracın kalkmayacağını bildiği için dayanıyor diğerlerinin üzerine. Az bir beyin ile idare edenlerin düz mantığı böyle işliyor.

Sistem üzerine düşeni yapsaydı, toplu taşımaları kullananlarda bu algı oluşmazdı. Kemikleşmiş yapıyı düzeltmeye kimsenin gücü yetmez. Bu nesil kadın cinsi telef olmadan, erkek cinsi kırılmadan düzeleceğini kimse ümit etmiyor.

Henüz çok geç değil, hiç değil ise gördüğünü uygulayan gençleri zehirlemeden önce sistem değişmeli, yöneticiler, eğiticler, ebeveynler üzerine düşeni yapmalı. Bu değişiklik beyinleri değil, kalpleri kazanmakla başlayabilir. Ancak kalplerin beyinlerden çok daha zor kazanıldığını da akıldan çıkarmamak gerekir…