KKTC’nin 36ncı kuruluş yılı; 15 Kasım Cuma günü Kıbrıs’ta, Türkiye’de ve KKTC temsilciliklerinin bulunduğu yerlerde coşku ile kutlandı. 

İstanbul’da da 15 Kasım saat 11:000’de, Taksim’de Atatürk Anıtında KKTC Başkonsolosluğunca düzenlenen çelenk sunma töreni icra edildi. Kıbrıs Gazileri ile Emekli Subay ve Astsubayların ve Kıbrıs sevdalılarının katıldığı bu töreni müteakip gece de KKTC Dışişleri Bakanı Sayın Kudret ÖZERSAY’ın katıldığı bir resepsiyon düzenlenmişti. 

Birkaç gün önce de İstanbul’da Kıbrıs Türk Kültür Derneğini ziyaret eden KKTC Başbakanı Sn. Ersin TATAR, Dernekte toplanan Kıbrıs Gazileri ve Kıbrıslı soydaşlarımızla bir sohbet toplantısına katılmıştı. 

Gerek Başbakan Sn. TATAR’ın tertiplediği sohbet toplantısına, gerekse 36ncı Kuruluş Yılı törenlerine ben de katıldım. Doğu Akdeniz’de bir Türk Kalesi’nin varlığının verdiği gururla, övünmedim desem yalan olur. Böyle günlerde, hiç değilse ana hatları ile geçmişin hatırlanmasının faydalı olduğunu düşünüyorum. 

Malumları 2nci Dünya Harbi’nden sonra 12 Adaları topraklarına katan Yunanistan, Küçük Asya bozgununu unutuverip Kıbrıs’ın peşine düşmüş ve Londra-Zürih Antlaşmaları ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yönetimini de ele geçirmeyi başarmıştı. 

Ama bu yetmiyordu. Zira Londra-Zürih Antlaşmaları gereği Kıbrıslı soydaşlarımız da Cumhuriyetin yönetiminde söz sahibi idiler. 

Cumhurbaşkanı Rum, yardımcısı da veto hakkı olan bir Türk’tü. 

Ayrıca on bakanın üçü ile elli kişilik Meclisin onbeş üyesi de Türk’tü. 

Ordu’nun ve polisin %40’ının Türk olduğu Cumhuriyetin, bağımsız bir de Anayasa Mahkemesi vardı. Bu mahkemenin başkanı bir yabancı biri Rum, biri Türk iki de üyesi vardı. 

Lefkoşa, Limasol, Larnaka, Girne ve Baf kentlerinde her iki toplumun da ayrı ayrı belediyeleri teşkil edilecekti. 

Ayrıca İngiltere, Türkiye ve Yunanistan; bu Cumhuriyetin anayasal düzeninin garantörü idiler. 

15 Ağustos 1960’da bu şartlar altında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti ancak üç yıl üç ay yaşayabildi. Rumlar 21 Aralık 1963’te Kıbrıslı soydaşlarımızı imha harekâtını başlatıp Türkleri, Cumhuriyetin bütün kurum ve kuruluşlarının dışında bıraktılar. 

Yaşam savaşı veren soydaşlarımız bir yandan da yönetim boşluğunu doldurmak için 04 Ocak 1964’te Genel Komiteyi (Koordinasyon Komitesi) kurarak kendi kendilerini yönetmeye başladılar. Dr. Fazıl KÜÇÜK’ün başkanlığında Lefkoşa’nın Türk bölgesinde onüç üyeden oluşan Genel Komite tarafından; kısa zamanda Mağusa, Larnaka, Limasol, Baf, Lefke ve Serdarlı’da belediye başkanı, polis komutanı, mücahit komutanından oluşan kaza komiteleri kurulmuştu. Daha sonra da kontrol altındaki köylerde köy muhtarı, köy korucusu, öğretmen, mücahit komutanı ve varsa polis komutanının katıldığı Köy Komiteleri teşkil edilmişti. 

Ayrıca Londra ve Zürih Antlaşmasına göre kurulmuş olan Türk Cemaat Meclisi de, Rauf Denktaş’ın başkanlığında göreve devam ediyordu. 

Böylece Ada’da bir hiyerarşik düzen içinde çalışan Cemaat Meclisi ve Genel Komite; yasama, yürütme ve yargı alanında teşkilatlanarak devletin tüm fonksiyonlarını yerine getirmeye başlamıştı. 

Tabii bu işler hiç de kolay olmamıştı. Zira Ada’nın her tarafında yerleşik Türklerden güvenli bölgelere göçebilenler ancak hayatlarını kurtarabiliyordu. Rumların silahlı saldırılarına karşı kendilerini korumaya çalışan soydaşlarımız; Kıbrıs Cumhuriyetinin sağladığı, sağlık, adalet, eğitim, öğretim gibi bütün hizmetlerden mahrum edilmişlerdi. 

Ben 1965 yılında Kıbrıs’ta görevli idim. TMT; soydaşlarımıza sağlıktan iaşeye, eğitim öğretim dahil her türlü hizmeti sunmaya çalışırdı. Ancak Türk bölgelerine uygulanan ambargolar ve diğer olumsuzluklar, hizmetlerin ifasını adeta imkansız kılardı. 

Bütün olumsuzluklara rağmen Genel Komite devrinde, Türk toplumunun idari iş ve hizmetleri için kurallar ve talimatlar oluşturularak adeta Kıbrıs Türk Devletinin temeli atılmıştır. 

Üç yıl sonra 15 Kasım 1967’de Rum-Yunan ikilisinin Geçitkale-Boğaziçi köylerine taarruzu ve yaptığı katliam üzerine Türkiye müdahale kararı almıştı. Savaşı göze alamayan Yunanistan’ın geri adım atması ile ortaya çıkan yeni durumda; 

Soydaşlarımız tarafından, Genel Komite yeniden yapılandırılarak 29 Aralık 1967’de Geçici Türk Yönetimi kuruldu. Toplumlararası görüşmeler de 2 Haziran 1968’de bu dönemde başlamıştı. 

Başkanı Sn. Fazıl KÜÇÜK olan onbir üyeli Yürütme Kurulu, Meclis ve Mahkemeleri ile Geçici Türk Yönetimi, KKTC’nin çekirdeği idi. 

Daha sonra 21 Aralık 1971’de soydaşlarımız; Yönetimin geçiciliğini kaldırarak Rum Yönetiminden bağımsız ve egemen Kıbrıs Türk Yönetimi’ni ilan ettiler. 

Bilahare Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra Ada’nın kuzeyinde toplanma olanağına kavuşan Türk Toplumunun hükümran olduğu topraklar üzerinde parlamenter bir düzene geçme zarureti ortaya çıkınca, soydaşlarımız self determinasyon hakkını kullanarak yönetimi Otonom Kıbrıs Türk Yönetimine dönüştürmüşlerdi. Zira 30 Temmuz 1964’te imzalanan Birinci Cenevre Antlaşmasında Kıbrıs’ta iki muhtar idarenin varlığı İngiltere, Türkiye ve Yunanistan tarafından kabul edilmişti. Ayrıca İkinci Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra BM Genel Kurulunun da iki toplumun varlığı ve eşitliğini kabul etmesi, Kıbrıs’ta coğrafi temele dayalı federe bir devlet kurulmasını öne çıkarmıştı. 

Ancak devam müzakerelerde Rumların kendilerini Kıbrıs Cumhuriyetinin yegane temsilcileri oldukları tezi üzerindeki katı tutumları, yönetimlerini tam anlamı ile kuran ve devlet aşamasına gelen soydaşlarımızı yeni bir karara götürmüştü. 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edildi. 

Artık Kıbrıs’ta Türk ve Rum toplumlarını temsil eden, iki ayrı bağımsız devlet dönemi başlamıştı. 

Aradan geçen yıllarda devam eden görüşmelerde Rumların zaman kazanmaya yönelik katı tutumları Kıbrıs Türk Federe Devletini, Cumhuriyetin ilanı aşamasına getirmiş, ve 15 Kasım 1983’te soydaşlarımız Cumhuriyetlerini ilan etmişlerdir. 

Türkiye’nin derhal tanıdığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti; emperyal güçlerin baskısı ile henüz başka bir ülke tarafından tanınmamış olsa da, Türkiye’nin etkili desteği ile bugün mamur bir belde halindedir. 45 yıl içinde KKTC; alt ve üst yapısı ile modern üniversite, okul ve hastaneleri ile, cıvıl cıvıl alışveriş merkezleri ve turistik tesisleri ile, onur ve gurur verici bir düzeydedir. Anadolu’dan Dragon Çayı’nın Kıbrıs’a akıtılması ve yine Türkiye’nin büyük desteğinde yürütülen hidro karbon çalışmalarının, soydaşlarımızın refah ve mutluluklarına büyük katkılar yapacağından da hiç kuşkumuz yoktur. 

KKTC’nin 36ncı yaşını tekrar yürekten kutluyorum.