GAZETECİ YAZAR ve HUKUKÇU ERGUN GÖZE’nin eserleri

YAŞASIN HÂTIRALAR

Türk milliyetçiliği düşüncesini imânı ile birleştiren Ergun Göze,  15,5 X 21,5 santim ölçülerindeki 342 sayfalık ‘Yaşasın Hâtıralar’ isimli eserinde, Bâb-ı Âli'de geçen 50 yıllık hayatını anlatıyor. 

Gazeteciliğe, Türk milliyetçiliği fikriyatını doğru olarak anlatmak ve geniş okuyucusu kütlesine sevdirmek maksadıyla başladı. Devam etmeyi ‘mukaddes bir vazife’ olarak kabul etti. Tâkip ettiği yolun, maddî menfaatlerinin aleyhine olmasına rağmen, çok doğru bir yol olduğuna inanmış ve sonuna kadar devam etmiş bir idealistti.  

Yaşasın Hâtıralar, 13 bölümden oluşuyor. Her bölüm, 3 ilâ 77 arasında alt bölümlere ayrılıyor. Herbiri, okunmak; kimin-kim olduğunu anlatmak, hâdiselerin perde gerisini ve derinliklerini hâfızalarda canlandırmak ve gelecek nesillere intikalini sağlamak için yazılmıştır. Biz Türkler, çoğunluk olarak hislerimizle hareket ederiz. Şahıslarla alâkalı kanaatlerimiz, satıhta kalan bilgiler ve kulaktan dolma söylemlerle oluşur. Ergun Göze, kanaatlerini gözlemlerine ve tecrübelerine dayandırıyor. İnsanları vatana, millete, millî kültüre hizmeti, dürüstlüğü ve adâlet anlayışı ile değerlendiriyor. 

Eser, basınımızla birlikte Türk siyâsî hayatının da 50 yıllık târihidir. Târih, geçmişteki olayları belli bir düzen içerisinde kayda geçen bilgi demeti olmanın ötesinde, geleceğin projelendirilmesinde kullanılacak malzemeleri sunan bir ilim dalıdır. Geçmişin câhili olanlar, geleceğin körüdürler. Elbette ders almasını bilenler için… Ders alamayanlar için ise târih tekerrürden ibârettir. Târihi yazan; vatanın selâmeti, milletin saadeti için çalışmayı ibâdet sayacak bir idealist ise, O’nu okumak ve tecrübelerinden faydalanmak, bu ülkede yaşayanlar için farz-ı ayn hükmündedir. 

Ergun Göze’nin âdil ve dürüst bir insan olduğunu, kendisine yönelttiği tenkitlerden anlamak mümkündür. Candan aziz vatanımızda pek az münevver, hatâsını mertçe ve bizzat kamuoyuna duyurmuştur. 

Kendisiyle vâki bir sohbetimizde, rahmetli babasının şu sözlerini nakletmişti: ‘Cenab-ı Allah’tan niyaz ettiğim gibi, dürüst, akıllı ve zeki bir insan oldun. Seni ancak Allah ile aldatabilirler. Bu hususta dikkatli olmalısın.’ O’nu tanıyanlar, Allah adını kullananlar tarafından bile aldatılamadığını bilirler. Üstün vasıflarının, meziyetlerinin yanına ‘dikkatli’ oluşunu da eklemek gerekir. O’nun dikkatli olduğunu, karşı siyâsi kampta bulunan bir hükümet üyesine, yurt dışında devletimizin ve milletimizin itibârını düşürmemek için bulunduğu tavsiyelerden de anlamak mümkündür. Okunmaya değer…

Eserde basın hâtıralarının dışında balyoz gibi ağır, ustura gibi keskin kelimeler, kâh hüzünlendiren kâh sevindiren cümlelerle; Abdurrahman Şeref Laç, Fethi Gemuhluoğlu, Kemal Ilıcak, Necip Fâzıl, Nâzım Hikmet, Nazlı Ilıcak, İslâm Çupi, Târık Buğra, Uğur Mumcu, Taha Akyol, Yılmaz Öztuna, Muzaffer Özdağ, Agâh Oktay Güner, Güneri Cıvaoğlu, Enver Ören, Ayhan Songar, Aziz Nesin, Aydın Bolak, Barlas Küntay, Attilâ İlhan, Sâmiha Ayverdi ve dönemin diğer önemli isimleri hakkında mühim bilgiler var.

 Kitabında, hâdiselere de yer veriyor: Dazkırı olayı, Mehmet Turgut-Çetin Altan kavgası, Yeşil Komünizm meselesi, Türkiye’nin petrol dâvâsı, doğum kontrolü meselesi, Uğur Mumcu meselesi, 12 Eylül, Bulgaristan Türklüğü, Dünya Barış Derneği, Milliyetçi Cephe Hükümeti, Ahlâkî ve mânevî bir dram ve Türkiye’nin mâcerâları türünden daha pek çok yaşanmış hikâyeler… 

Merhum Göze, bu kitabının nasıl yazıldığını da şöyle anlatıyor: “Hâtıralarımı yazmam için ısrar edenlere, ‘şunu da yazayım mı’ diye sorduğum ve ‘sâkın ha…’ cevabını aldığım çok olmuştur. Burada yazdıklarım, onlardan arta kalanlardır. Ayıp aramak, kusur bulmak, gizli ayıbı ortaya saçmak gibi çirkinliklerden uzak kalmak, insanlık şiârı ise de bunun, ayıplarını teşhirden utanmadan ortalarda gezen, şerîrlerin şirretliklerini arttırdığı da bir gerçektir. Yine bir dînî hikmet olarak, kötülerin şerrinden korunmak için, kötülüklerini haber vermek de bir görevdir. Ama bunda da dikkat edip, iyiliği varsa, onu da belirtmek gerekir. Bunu yapmaya çalıştım. Bunu yaparken kendimi, yerdiklerimin üstünde görmemeye çalıştım. Başarıp başaramadığımın hükmünü mahşer günü göreceğimin inancındayım.”

KUBBEALTI İKTİSÂDÎ İŞLETMESİ: 

Peykhâne Sokağı Nu: 3 Çemberlitaş, İstanbul. Telefon: 0.212-516 23 56, Belgegeçer: 0.212-638 02 72

e-posta: Kubbealtı@superonline.com  //  www.kubbealti.org.tr        

ERGUN GÖZE

Sivas’ın Çarşıbaşı Mahallesi’nde, 29 Mart 1931 tarihinde dünyaya geldi.   

İlk ve ortaöğrenimini Sivas’ta tamamladı. Çorum Lisesi'nden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1957'de mezun oldu. 

Görmek şansına eremediği dedesi İzzet Hoca; Arapça ve din ilimleri öğretmeni idi. Babası Ahmet Göze; 2 fakülte bitirmiş, Arapça, Farsça, Fransızca ve Almanca bilen, ilim ve irfan âşıkı bir insandı. Karakterini oluşturan bilgileri ve bir anlamda temel eğitimini,  Dedesi İzzet Hoca’nın mânevî varlığından ve babasından aldı. Evde saygı ile ve sık sık adı geçen, meziyetleri anlatılan İzzet Dede, küçük Ergun Göze’deki cevheri mayalayan insandır. Sonraki öğrenim hayatı, formalite gereğidir. İlk öğrendiği üç bilgiyi; ‘Allah’ın varlığı ve birliği, Peygamber’in mâsûmiyeti ve ferdiyeti, Kur’an-ı Kerim’in kutsiyeti.’ Olarak açıklar. Daha ilkokuldayken, babasının yönlendirmesiyle Fransızca öğrendi.  

Sosyal faaliyetlerine Türkiye Milliyetçiler Derneği’ne üye olarak başladı. 1960 yılından sonra bir dönem, derneğin genel başkanlığını yaptı.  

Türkiye'de milliyetçi kesimin tanınmış isimlerinden olan Ergun Göze;  birkaç arkadaşı ile birlikte, Babıali Yayınevi'ni kurdu. Yazı hayatı, Mümtaz Turhan'ın çıkardığı Ölçü Dergisi’nde başladı. Daha sonra serbest avukatlık yaptı. Yıllar sonra kitap haline getirilen, ‘Meşhurların Son Sözleri’ genel başlığı altındaki yazıları, 1961'de Son Havadis Gazetesi’nde yayımlandı. Göze, fıkra yazarlığına 1965'te Babıali'de Sabah Gazetesi’nde başlayıp 1969'da Tercüman'da devam etti. 1988 yılında Türkiye gazetesinde yazmaya başlayan ve iki sene devam eden Göze, TGRT'de haber yorumculuğu yaptı. Son olarak da Çukurova Grubu’nun yayınladığı Tercüman Gazetesi’nde yazdı. Bu görevi bıraktıktan sonra, yıllar önce; Dr. Metin Eriş, Altan Deliorman ve diğer arkadaşlarıyla birlikte kurduğu Boğaziçi Yayınları'nın editörlüğünü üstlendi.

Gazeteciliğe girişini; ‘Bir fikir içinde olduğum için, o fikrin çok saldırıya ve haksızlığa uğradığını gördüğüm için girdim.’ Diye açıklar. Yazı hayatında doğru bildiklerini değil, dâima bildiği doğruları yılmadan müdâfaa etti. 

Yaptığı röportajlar dolayısıyla birçok insanla, fikirle ve ülkeyle tanıştığını dile getiren Göze, gazeteciliğin insanın ufkunu açan bir meslek olduğunu ifâde eder.

Gazetede yazı yazmaya devam etmiş olmasının en önemli sebebinin, kendisini hiçbir zaman bırakmayan okuyucuları olduğunu söyleyen Göze, her zaman okuyucularına layık olmaya çalıştığını belirtir.

Gönül dostu olmasına rağmen hiç kimseye; eskilerin tâbiri ile tabasbusta bulunmayan, günümüzün argo-entel deyimiyle yalakalık yapmayan bir tabiatı vardı. Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu, yakın çevresinde bulunup da üzerine toz kondurmaktan kaçındığı nâdir insanlardan biriydi. 

O’nun şu satırları; ne kadar kavi bir idealist olduğunun delilidir: ‘Yürüdüğüm yolun, maddî menfaatlerimin aleyhine olmasına rağmen en doğru yol olduğuna kaniyim.’ 

Yanıldığını, yanlış düşündüğünü de itiraf etmekten çekinmeyecek kadar dürüst bir insandı. Ondaki dürüstlük âbidesi karakterin temelinde, babasından ve dedesinden tevârüs ettiği fazilet harcı-çimentosu bulunuyordu. 

34’ünü kaleme aldığı, 10 tanesini Fransızcadan tercüme ettiği 44 kitaba imzâsını koyan Ergun Göze, kavi bir Müslüman’dı. 12 Ekim 2009 târihinde, 78 yaşında ebedî âleme intikal etti. Dünya hayatı verimli geçti. Ebedî hayatı da nurlu olur inşallah. 

BULUNMUŞ DEFTERDEN CUMA DÜŞÜNCELERİ

 Ergun Göze bu eserini kaleme almasının sebebini şöyle açıklıyor: ‘Bu yazıları sâdece okuyucularım için değil, biraz da kendim için yazdım. Çünkü politika bulutlarının karattığı, menfaatlerin kaynaştığı ve insânî duyguların kısırlaştığı o günlerde hâtıralara, gençliğin ve çocukluğun temiz duygularına dönmek, huzur bulmak, benim için de bir ihtiyaçtı.’

Şüphesiz kitabı okuyanlar da sayfalar ve satırlar arasında en az yazarı kadar huzur buluyor. 

Beşinci yazıdan tadımlık bir bölüm: 

Çocuktum. O ihtiyar ise bizim inşaatın bekçisiydi. Müteahhidin şefkati gereği kendisine belki boğaz tokluğuna iş verilmiş bir bekçi. Akşam ezanı yaklaşırken ben inşaat malzemeleri arasında oynuyordum. O ise abdest alıyordu. Damarlı kollarından suyun akışını ve çimento tozlarının üzerinde iz bırakışını bugün gibi hatırlıyorum. Ne kadar güzeldi abdest alması, ne kadar ahenkli. Ben tahta parçalarına, hele şekillilerine bayılıyordum. O kadar dalmışım ki namaz kılışını görmedim bile. O şimdi karanlık çökerken, kerestelerin üzerine sofrasını kurmuş ve çocuğunu da yanına almıştı. Sofrası diyorum ya o gün bile hayret etmiştim. Sâdece salatalık ve ekmekten ibâretti. Hayretle bakışımı neye yordu bilmem veya belki de fark etmedi, anlamadı. Tuttu bana bir dilim salatalık uzattı. Uzatışındaki candan cömertliği, ikram zevkini ondan sonra kimsede görmedim. Bu benim milletime, benim milletimin gerçek evlatlarına has ve artık çok azalmış bulunan bir büyük hasletti.

Çok sonra anladım ki herkes sâdece kendisine cömert. Bu bakımdan kendi nefsine bile harcayamayan samîmi cimrileri o günden beri, sâdece kendi nefislerine cömert olanlara tercih etsem mi diye düşünür oldum.

***

Bütün hatipler camilerde ‘Veren el alan elden hayırlıdır’ diyor. Ama bunu yapabiliyorlar mı? Bir defa, durumları buna hiç müsâit değil... Yâni mâlî durumları… Hiç birisi daha hayırlı bir el olmak imkânına mâlik değil. Belki birçokları tam aksi... Bu tezat çemberini nasıl kırmalı? İktisadî yoldan mı? Ruhi yoldan mı? 

Bu hususta bir menkıbe hatırlarım. İslâm büyüklerinden birisine teklifte bulunurlar: ‘Bin altınım var, sana versem ne dersin?’ 

-İyi olur... Verirsen senin için iyi olur. Vermezsen benim için...

Acaba, hangi Müslüman şu 1970 miladî senesinde ‘Vermezsen benim için iyi olur’ diyebilir. Yok mudur böyleleri? Vardır tabii. Ama ne kadar azdır…(s: 20-21)

Sayfaların her birinde İslâm’ın sarıp sarmalayan sımsıcak kuşatıcılığı ile sevgi ateşine körük basılıyor. 

***

Çanakkale’de yemekli bir toplantıda Marksist Fransız bayan konuşuyor: ‘Mehmetçiğin Çanakkale’de direnişinin neticesinde Rusya’da çarlık yıkıldı, Rus ihtilali başarıya ulaştı.. Kadehimi Mehmetçiğin şerefine kaldırıyorum.’ 

Mehmetçiğin şerefine kadeh kaldırmak… Rezalete bakın… Pataklayacağım.

Diyorum ki:

-Miss Fildings. Bütün Avrupa burada Türk’e çullandı. Hem de en kahpe bir şekilde. Karşımıza Müslüman askerleri çıkardılar ‘Halifeyi Almanlar esir aldı, onu kurtarmak için harbedin’ diyerek. Türk siperlerinde ezan okunduğunu duyan birçok Hintli Müslüman cephe değiştirdi yahut kaçtı veya isyan etti. Avrupa burada, insanlığa ihânet etti. Çörçil, zehirli gaz kullanılmasını emretti. Türkler burada, bütün târihlerinin hesabını verdiler adeta. Şehitlikte yarıştılar. Bunun ne demek olduğunu siz anlamazsınız Miss. Sizin lügatte bu mefhumu anlatacak kelime yoktur. Sizde öldürmek vardır sadece. Evet, ama Türk’e bu ihâneti yapanların da bütün târihlerinin hesabını vermeleri lâzımdı. Allah, kendisi uğruna oluk gibi kan akıtmış bu millete zulmedenleri cezalandırmak için, bu işin neticesine komünizmi bağladı. Siz, işte bu cezanın mahkûmusunuz. Bunun için, kapitalist bir cemiyette doğup Marksist oluyorsunuz. Ama mühim olan komünist bir cemiyette olup da komünist olmak… Niçin gidip yerleşmiyorsunuz bir komünist memlekete? Ve bütün dünya Avrupa ve ABD bugün komünist dünyanın tehdidi altında zangır zangır titriyor. Türklere ettiğini çekiyor.

Hepsi şaşırmıştı. İlâve ediyorum: ‘Merak etmeyin, dünyayı komünizm belasından sizleri yine Türkler kurtaracak.’

-Nasıl?

Sâkin cevap veriyorum ‘Ay! Bilmiyor musunuz, yakın bir gelecekte Rusya'da Müslüman nüfus Slav nüfusu geçecek.’ 

Tam bu esnada tepedeki köyden ezan sesi geliyor. Takılıyorum, ‘Bakın inanmazsanız işte dinleyin’ diyorum. Ve arabama binip köye çıkıyorum. Şehit ruhları arasında namaz ne kadar başka... (s: 57-58)

Daha muhteşemleri sonraki sayfalarda…

Bu satırlar bir-iki saatte okunup bitirilmek üzere ki kapak arasında beklerken, teselliyi yoga yapmakta, işrette, şehvette, şöhrette, deizmde ve ateizmde arayan insanlarımızın, husûsen de gençlerimizin bulunması ne hazin tecellidir…

BOĞAZİÇİ YAYINLARI: Alemdar Mahallesi Çatalçeşme Sokağı Nu: 44 Kat: 3 Cağaloğlu, İstanbul Telefon: 0.212-520 70 76 Belgegeçer: 0.212-526 09 77 www.bogaziciyayinlari.com.tr  e-posta: [email protected] 

[email protected]   

KUŞBAKIŞI:

GÖZÜMLE VE GÖNLÜMLE TANIDIKLARIM

Ergun Göze 404 sayfalık eserinde; Türk edebiyatının, fikir hayatının ve kültür târihinin renkli simâlarını en çarpıcı taraflarıyla ve samîmi bir üslûp, kendisine has ifâdelerle anlatıyor. İslâm’ın büyük peygamberinden Mehmetçiğe kadar âbidevî 75 şahsiyet, aynı evsafta yeni şahsiyetlerin yetişmesine vesile olur niyazıyla anlatılıyor, tanıtılıyor, hatırlatılıyor. 

Onların lâtifeleri lâtif, yermeleri zarif, sohbetleri edibâne idi. 

Timur’un; ‘Ben âdil miyim, zâlim miyim?’ sorusuna Nasreddin Hoca’nın cevabı: ‘Ne zâlimsin, ne âdil… Zâlim bizleriz. Allah bizi cezalandırmak için seni gönderdi…’  

BOĞAZİÇİ YAYINLARI

<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>

PEYAMİ SAFA – NAZIM HİKMET KAVGASI

Beni Stalin yarattı’ diyen ve o kanlı diktatörden destek alarak ‘Beni Nazım Hikmet yarattı’ diye övünen kızılcıklara rağmen Peyami Safa, yazılarıyla Nazımov Hikmetovski’nin pestilini çıkarmıştı. 

Kavgaları 1935 yılında başladı, 1961 yılında Peyami Safa’nın vefatına kadar devam etti. Peyami Safa’nın derdi, Nazım Hikmet’i komünizm çirkefinden kurtarmaktı. Nazım Hikmet ise komünizmi yaymak ve etrafındakileri komünizme kazandırmaktı. Kazandırmak istedikleri arasında Peyami Safa da vardı. 397 sayfalık eserde, 26 yıl devam eden kavga en ince teferruatıyla hatırlatılıyor. 

BOĞAZİÇİ YAYINLARI

<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>

ERGUN GÖZE – AZİZ NESİN KAVGASI

Bu kitap aslında bir dâvâ dosyasıdır.

Aziz Nesin'in Kıbrıs Rum kesimine gidip, ‘Kıbrıs Türklerinin egemenliğinden yana değilim’ demesi üzerine çıkan polemiğin doğurduğu bir tazminat dâvâsınının dosyasıdır... Sâdece o kadar değil... Aynı zamanda Türkiye’deki ideolojik kavganın son perdesinden adeta tamamının metnini veren bir dosyadır. Elbette bu dosyanın tacı, Türk Yargıtay’ının ilk defa Anayasa'nın ‘Türk varlığı aleyhindeki faaliyetler Türk kanunlarının himâyesini isteyemez’ meâlindeki içtihadıdır...

Sol ideolojinin ve bir kısım basınımızın iç yüzü de bu dosyadadır. 

BOĞAZİÇİ YAYINLARI

<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>

BÜTÜN ESERLERİ:

Telif Eserleri:

1-Meşhurların Son Sözleri (1962), 2-Anadolu Sahabeleri (1966), 3-Peygamberimiz ve Dört Halifesi (1967), 4-Köşebaşı (1969), 5-Dirilen Çöl (1974), 6-Kuğunun Son Ötüşü - Çanakkale Destanı (1988), 7-Üniversite Niçin Çöktü - Profesörler Geçiyor (1990), 8-İslâmiyet ve Teknoloji (1990), 9-Rusya’da Üç Esaret Yılı (1991), 10-Freud ve Freudizm’in İç Yüzü (1992), 11-Gözümle Gönlümle Tanıdıklarım (1993), 12-Peyami Safa - Nazım Hikmet Kavgası (1994),  13-Türklük Kavgası (1994), 14-Dışişleri Kavgası (1995), 15-Seçmeler (1995), 16-Peyami Safa’dan Seçmeler (Prof. Faruk Kadri Timurtaş’la (1995),  17-Üç Büyük Muztarip (1995), 18-Peyami Safa (Biyografi (1996), 19-Peyami Safa’nın Türk Düşüncesindeki Yeri (1997), 20-Peygamberimizin Hayatından Sahneler (1997), 21-İslâm’a Selâm (1997), 22-Ergun Göze - Aziz Nesin Kavgası (1998),  23-Besmele Bahçesi-Prof. Dr. Ali Alpaslan ve Ali Rıza Özcan’la (1998), 24-Kama (Senaryo-1999), 25-Esmâ-i Hüsnâ, Prof. Dr. Ali Alpaslan ve Ali Rıza Özcan’la (2000), 26-Mukayeseli İslâm Târihi Kronolojisi, l. Cilt-2000),  27-Çar Tabancası (Piyes-2000), 28-Ecevit Çıkmazı (2001), 29-Soruşturma (2001), 30-Üçüzler (Piyes-2002),  31-İsrail’in Kurucusu Theodor Herzl’in Hâtıraları ve Sultan Abdülhamid (2002),  32-2000’e Doğru Papaların Günah Dosyası - Ali Ergenekon imzasıyla (2002), 33-Cuma Düşünceleri (2003), 34-Çanakkale’de Kumandanlar Savaşı (2006), 

Fransızcadan Tercümeleri:

1-Malik Binnebî - İslâm Dâvâsı (1964), 2-Mâlik Binnebî - Asrın Şahidinin Hâtıraları (1991), 3-Malik Binnebî - İslâm ve Demokrasi (1992), 4-Malik Binnebî - Cezayir’de İslâm’ın Yeniden Doğuşu (1992), 5-Prof. Michel Winock - Aydınlar Yüzyılı (2002,  6-Arthur Conte - Diktatörler Yüzyılı (2002), 7-Malik Binnebî - Kur’anı Kerîm Mucizesi,  (2003), 8-Prof. Vincent Monteil - İsrail’in Gizli Dosyası: Terörizm (2003), 9-Ahmet Rıza - Batı’nın Politik Ahlâksızlığı (2004), 10-Prof. R. H. Gibb - İslâm’da Dînî Düşüncenin Bünyesi (2004)