Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine
Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine
İBNÜLEMİN MAHMUD KEMAL İNAL VE ESERLERİ - 8
<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>
ESERLERİ
SON ASIR TÜRK ŞÂİRLERİ
Şâirlerin hayatlarıyla ilgili bilgiler, şiirlerinden örnekler ve bâzen hâtıra, hikâye ve tenkit ihtiva eden eserler ‘şuarâ tezkiresi’ olarak adlandırılmaktadır. Râmiz Efendi, Sahaflar Şeyhizâde Esad Efendi, Sâlim Efendi gibi isimler bu türde eserler kaleme almışlar ve klasik tarzda son tezkire olarak kabul edilen ‘Hâtimetü’l-eşâr’ ise Fatîn Efendi tarafından ortaya konmuştur. İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın ‘şuarâ tezkiresi’ sınıfından olan ‘Son Asır Türk Şâirleri’ isimli eseri Cumhuriyet’in ilk yıllarında yayınlanmıştır.
Cumhuriyet döneminde şuarâ tezkireciliği geleneğini devam ettiren İbnülemin Mahmud Kemal İnal, eserlerine de kendine has usûlünü devam ettirerek ‘Kemâlü’ş-Şuâra’ adını vermiş ise de Türk Târih Encümeni tarafından ‘Son Asır Türk Şâirleri’olarak değiştirilmiştir.
Cumhuriyet devrinde ortaya koyduğu en hacimli eseri olan ‘Son Asır Türk Şâirleri’nde ilk olarak medeniyet kavramı üzerinde durmaktadır. Medeniyetin mârifetten doğduğunu söyleyen İbnülemin’e göre şâirler, sanatkârlar, mütefekkirler birer ‘mârifet sâhibi’dir. O’na göre bir millette mârifet sâhiplerinin yetişmesi ve bu kişilerin tercüme-i hallerinin diğer bir ifâdeyle biyografilerinin veya en uygun isimlendirme ile ‘hayat hikâyeleri’nin yazılması medeniyetin gereklerinden biridir.
Mahmud Kemal İnal’ın, konağındaki mûsikî ziyâfetlerine kadınlar kabul edilmezken, dönemin tanınmış şâire hanımları, ‘Son Asır Türk Şâirleri’ arasında yer alabilmişlerdir. Şükûfe Nihal Başar (1896-1973) kitapta yer aldığı gibi ayrıca üstâdın meth-ü senâsına da mazhar olmuştur. Dikkat çeken bir başka husus da eserde gayrimüslim şâirlerin bulunmasıdır.
Eserde sıradan bir antolojiden farklı olarak bazı isimlerin hayat hikâyelerinden yola çıkarak çeşitli meseleler üzerinde durulduğu da görülmektedir. Bu kişilerden biri tanınmış târihçi, tıp âlimi ve şâir Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi’dir. Arapça ve Farsça’nın yanı sıra İtalyanca, Fransızca, Latince gibi Batı dillerini bilen Şânîzâde; fizyoloji, anatomi, matematik, astronomi gibi alanlarda çalışmış ve Batı dillerinden de faydalanarak pek çok eser hazırlamıştır.
‘Son Asır Türk Şâirleri’, İbnülemin Bey’in pek çok şâiri yakından tanıması sebebiyle bir tür hâtırat niteliğine de sâhiptir. Daha da önemlisi, farklı zevk ve zihniyetlerden çeşitli nesil ve fertlerin teşkil ettiği edebî panoramayı gözler önüne sermekte, temel bir kaynak olarak büyük bir ihtiyacı karşılamaktadır.
Eser yalnızca ‘Son Asır Türk Şâirleri’ni tanıtmakla kalmıyor, Daha önce yazılmış şuarâ tezkirelerini ve yazarlarını da tanıtıyor. Eserin sonunda; ‘Kendime Dâir’ başlığı altınd, bereketli ve mâcerâlı hayatını, renkli tablolar hâlinde okuyucuya sunuyor. Ayrıca, kendine mahsus bir üslûpla, kitabın yazılış hikâyesini anlatıyor.
Son Asır Türk Şâirleri 1853’ten eserin ilk basıldığı 1930 yılına kadar yetişmiş olan 574 şâirin hayat hikâyesini kapsamaktadır. Şâirlerin arasında eski şâirler olduğu gibi yeniler de yer almaktadır. Yazarın diğer eserleri gibi bu eseri de sırf bir hal tercümesi olmanın ötesinde bir devrin şiir, edebiyat, sanat anlayışı yanında kültürü, mizahı, zaafları, avantajları, yaşama tarzları ve benzeri konularda yazarın bakış açısı, dikkati ve nükteleri ile birlikte kendine has bir tarzda yazılmış önemli bir kaynaktır. Yüksek hacimli, geniş kapsamlı olması, verdiği bilgilerin orijinalliği sebebiyle, sâhasının en mükemmel eseri olarak kabul edilmektedir. Kitap, kuru bilgilerden ibâret değildir. Harfler ve kelimelerle şâirlerin portreleri çizilmiştir.
Prof. Dr. Mehmet Çavuşoğlu eser hakkında diyor ki: ‘Son Asır Türk Şâirleri’, Türkçemizin artık kaybolmaya yüz tutan inceliklerini tespitte, konuşma ve yazı dilimizin ifâde kabiliyetini, zenginliğini öğrenmekte bulunması güç kaynaklarından biridir. Ben, zaman zaman bu eserin herhangi bir bahsini açıp okuyor ve okuma, öğrenme zevkimi tatmin ediyorum.’
Nihat Sırrı Örik’in, Reşat Fevzi’nin, M. Turhan Tan’ın, Mehmed Zeki Pakalın’ın, Abdülbâki Gölpınarlı’nın, İsmâil Habib Sevük’ün, Süleyman Nazif’in kitap hakkındaki yazıları, müstakil bir kitap teşkil edecek kadar zengin ve mühimdir.
Mahmud Kemal İnal, ‘Son Asır Türk Şâirleri’ isimli eserini hazırlarken çektiği sıkıntıları, karşılaştığı zorlukları kendine has üslûbu ile anlatıktan sonra şiirin ne olduğunu, kime şâir denmesi gerektiğini belirtiyor. Şeyh Galip, Nâmık Kemal, Yenişehirli Avni Bey, Muallim Cûdî Efendi, Cenap Şahâbeddin, Abdurrahman Fehmi Efendi gibi şâir ve yazarlardan konuyla ilgili nakillerde bulunuyor: ‘Memleketin en liyâkatli şâirlerinden Halil Nihat Boztepe ve Ahmet Hâşim beylerle bir gün şiirden, şâirden söz ederken şiir ve şâir konusuna nasıl yaklaştığımı sormuşlardı. Ben de, rûhun münbasit (açılmış-genişlemiş) veya münkabiz (büzülmüş-daralmış) olduğu her şeyde şiir vardır. Her güzel şeyi hisseden ve ettiren şâirdir demiştim’ diyor.
Mahmud Kemal Bey'in diğer bir târifi de şöyledir: ‘Rûhun münbasit veya münkabiz olduğu her şeyde şiir vardır. Şâir, o şiiri, görüp başkalarına da gösterendir. Üstâdın bu tarifine göre, şâir bulmak imkânsız değilse de, her halde zordur. Diğer bir ifâdeyle manzum söz söyleyen her ferdi şâir kabul etmek ‘memnû’ değilse de, ‘mücâz’ ‘(icâzet/izin verilmiş, serbest bırakılmış) da değildir. Yüzyıllardan beri şuarâ tezkirelerini, dolduran binlerce isim içinde herkesin ittifak ettiği ve şâir unvânını hakkıyla kazandığı ve tabiî ki şöhretini sonuna kadar koruduğu kaç isim gösterilebilir? Eğer şâirler yazılıp, müteşâirler (şâirlik taslayanlar) dışarıda bırakılmış olsaydı, bu esere kaç ismin kaydedileceğini artık siz düşününüz’ diyor.
Esâsen şiirin değerini, sayısının azlığı eksiltmediği gibi, çokluğu da değerini artırmaz, dedikten sonra ‘Eğer maksad eserse, mısrâ-ı berceste kâfidir’ mısrâını naklediyor.
Mahmud Kemal Bey, vefat etmiş olan şâirlerden ziyâde, hayatta olanların şahsiyetlerine ve eserlerine dâir, uzun uzun fikir beyan etmekten, mümkün olduğu kadar kaçınıyor. Ona göre ‘hakkı kabul eden, hakkına râzı olan insaf sâhibi kimselerin varlığını inkâr etmek mümkün değildir. Fakat kendisine yönelik en küçük bir tenkidi bile zihninde büyüten, aklına sığdıramayan, dâima takdir bekleyen, eleştiriden nefret eden kimselerin varlığı da bir gerçektir’ diye yerinde bir teşhiste bulunuyor. İbnülemin, ‘kendimde edebî kudretin ve eleştiri hakkımın bulunduğunu kabul edip hâle ve kale dâir birkaç söz söylesem o hal ve kal sâhiplerinin öfkesini üzerime çekeceğime şüphe yoktur’ diyerek içini döktükten sonra şu çarpıcı cümleyi söylüyor: ‘Zira hakka râzı olanlar, Hakk'ın râzı olduğu kullar gibi nâdirdir!’
İbnülemin Mahmud Kemal Bey, yine kendisi naklettiğine göre, ‘aruzla yazılan şiirleri kabul edip hece şâirlerini reddetmiyor. Ona gere söz güzel olduktan sonra aruz ve hecenin farkı yoktur. Hece ölçüsüyle güzel söz söylemek, aruz vezniyle söylemekten daha zor olduğu için, hece vezniyle söylenilen güzel sözleri, daha fazla şiir kabul etmek, yerinde bir harekettir. Aruz vezninde görülen âhenk, dinleyenlerin kulaklarına hoş gelir ve genellikle sözün kusurlarını örter. Aruz ile söylenilen nazımlar, süslü elbiselerle arz-ı endam edenlere benzerler. Zinet, onlara âit kusurları, dikkatli bakışlardan, mümkün olduğu kadar saklar. Hece ile söylenilen nazımlar, çıplaklara benzer. Her türlü kusurları, daha ilk bakışta göze çarpar. Kusurdan uzak ve her bakımdan güzel olmalıdır ki, gözleri, gönülleri cezbetsin.’ Aruz ve hece şâirleri hakkındaki görüşlerini bu cümlelerle belirten İbnülemin Bey, ‘bâzı şâirlerin bizzat yazdıkları hayat hikâyelerini aynen aldım. Herkes, kendini elbette başkasından iyi bilir’ diyor.
Yine Mahmud Kemal Bey, Şinâsi, Ziyâ Paşa, Nâmık Kemal, Recâizâde Mahmud Ekrem, Abdülhak Hâmid gibi haklarında daha önce ve bilâhere hayli yazı yazılan tanınmış üstadların biyografilerini kısa tutmayı tercih ediyor. Malûmu ilâmda bir fayda görmüyor. Bilinenlerden çok, bilinmeyenler veya az bilinenler hakkında fazla bilgi vermeyi tercih ediyor. Üstâdın eserlerini orijinal hâle getiren özelliklerden biri de budur. ‘Son Asır Türk Şâirleri’nde öyle isimlere yer vermiştir ki, başka hiçbir kaynakta onlar hakkında yeterli bilgi yoktur.
Üstattan bu bahsi bir veciz sözle kapatıyor: ‘Hakir nefsimi milletin en âciz, fakat en hâlis hizmetçilerinden kabul ettiğim için sonraki nesillerin nâçiz nâmımı hayırla anmasından başka emelim yoktur.’
***
‘Son Asır Türk Şâirleri’ hakkında yazılanlar:
Hocaların Hocası, edebiyat târihi uzmanı Prof. Dr. Ömer Fâruk Akün (1926-2016):
‘Son Asır Türk Şâirleri’, sanıldığı gibi, sâdece zeyli (devâmı) olduğu Fatin Tezkiresi’nin kaldığı 1855 yılından sonraki zamânın şâirleriyle sınırlı kalmayarak Fatin Efendinin ele aldığı devrede yaşadıkları halde kendilerinden haberdar olamadığı, haklarında bilgi edinemediği ve bu yüzden tezkiresinde atladıkları ile oradaki hayat hikâyelerinin zayıf ve çok yetersiz kalmış şâirleri de içine almaktadır. İbnülemin Bey, bundan da öteye arada Hâtimetü'l-Eş'ar'ın, Ramiz ve Sahaflar Şeyhizâde Esad Efendi tezkirelerinin varlığı bilinmeksizin doğrudan doğruya zeyli olduğu Sâlim Tezkiresi’nin zaman kadrosuna girip ondan bu yana da Fatin Efendi’ye kadar olan zaman içinde gelmiş olmakla berâber her iki eserde mevcut olmayan, başka şâirlerin hayat hikâyelerini de araştırmış ve kitabına almıştır.
Boylece doğum ve ölüm târihleri 1800’lü yılların başına veya daha önceye çıkan bir kısım şâirlerin girmesiyle eserinin sınırı o zamandan 1941 yılına kadar bir buçuk asrı aşan bir devre uzanmaktadır. Bu kadar açık bir gerçeğe rağmen ‘Son Asır Türk Şâirleri’ni Fatin Efendinin kaldığı yerden, yâni 1855'ten bu yana bir devâmı gibi görme ve göstermenin ne derece yanlış ve tahkikten mahrum, götürü bir bilgi olduğu anlaşılır. İbnülemin Hâtimetü’1-Eş'ar'daki bâzı şâirlerin hayat hikâyelerini ele alırken yeni bilgiler ilâvesi ve birçok düzeltme ile bunları çok zenginleştirip geliştirmiştir.
Bütün bunlardan anlaşılan şu ki, İbnülemin Mahmud Kemal’in bâzı eserlere ve dîvânlara yazdığı kitap hacmindeki mukaddimeler, o eserlerden ve dîvanlardan -belki de- daha büyük bir önem arz ettiği gibi, Son Asır Türk Şâirleri de dâhil diğer bâzı kitaplarında gerek hacim yönünden gerek muhtevâ bakımından esas aldığı kaynaklardan daha değerlidir. Hatta zeyl olarak yazılan bu eserleeri, o kaynak kitaplarla kıyaslamak bile mümkün değildir. Başka bir ifâdeyle söylemek gerekirse, üstâdın bu zeyilleri, kaynak kitaplar arasında yerini çoktan almış bulunuyor.
Kütüphâneci ve edebiyat araştırmacısı Dr. Müjgân Cunbur:
Zamanımızda, klâsik üslûpdaki biyografi yazarlığının, umûmi bir ifâde ile tezkireciliğin, son temsilcisi olan İbnülemin Mahmud Kemal Bey, edebî türlerin hemen hemen her kolunda eser vermişdir. Müstakimzâde'nin ‘Tuhfe-i Hattâtin’ini tâkib eden hattatlarla ilgili biyografik eserlerin sonuncusu O’nun ‘Son Hattatlar’ıdır. Es'ad Efendi nin ‘Atrabü'l-Asâr’ adlı eserinin son halkası O’nun ‘Hoş Sada’sıdır. Osmanzâde Tâib'in Osmanlı Devleti vezirlerini konu edinen ‘Hadîkâtü'l Vüzera’sının son örneği O’nun ‘Son Sadrıâzâmlar’ıdır. Ve nihâyet, Sehî Bey'in ‘Heşt Behişt'i ile veya meseleyi Türk şuâra tezkireciliği olarak görürsek, Ali Şir Nevâî’nin ‘Mecâlis’ün-Nefâis’ ile başlayan geleneğinin ‘Son Asır Türk Şâirleri’ ile son örneğini vermişdir. Niçin ‘son’ kelimesini her tür için ısrarla kullanıyorum? Çünkü İbnülemin Mahmud Kemal Bey ele aldığı kişileri seçerken, değerlendirirken (kendi şahsî meselelerini de ilâve ederek) aynı üslûbu kullanmışdır. Seleflerinden biraz daha farklı olarak sık sık kaynaklara başvurması, iktibaslar yapması O’nun modern mânâda târihçiliğinin, vesikalara ehemmiyet verişinin bir özelliğidir. Söz konusu etdiği kişilerden bâzılarının hayat hikâyelerini en hurda teferruâtına kadar belirtmek husûsunda itinâ gösterdiği dikkati çekmekdedir. Bunların çoğu yakından tanıdığı, bir kısmı da şu veya bu münâsebetle alâkalandığı kişilerdir. Eserinde, kimseyi ne tam övmüş ne tam yermişdir. Süleyman Nazif gibi çok yakın bir dostunu bile zaman zaman iğnelemekde mahzur görmemişdir. En objektif görünmeye gayret ettiği zamanlarda bile onun kendine mahsus bakış tarzının renk ve çizgileri portreye hâkimdir. Çünkü merhum Ahmed Hamdi Tanpınar'ın yaman bir dikkatle teşhis etdiği gibi, dâima merkez kendisidir ve her hâdise, her insan O’nun tâyin etdiği bir küllî irâdenin çerçevesinde yine O’nun müsâade buyurduğu cüz’i irâdeleriyle mevcuddur. Ancak yerine oturmuş bir karakterin ve sağlam bir kültürün yoğurduğu müstesnâ şahsiyetlerde görülen kendine güven duygusuyla, herkes ve her hâdise hakkında onda yerleşmiş bir insan kavramı, en ince teferruâtına kadar tesbit edilmiş bir ahlâk anlayışı vardır. Bunlar uzun ömrü boyunca her sınıfdan insanla tanışmış olmasının, okuduğu sayısız kitab, makale ile vesikaların kendisine kazandırdığı niteliklerdir. Tanzimat fırtınası birçok ahlâkî ve fikrî kıymet hükümlerini alt-üst ederken ortaya çıkan yeni aydın tipleri arasında Mahmud Kemal Bey, Yahyâ Kemal'in tâbiriyle ‘kökü mâzîde âtî’ olarak kalabilmiş nâdir insanlardandır. Onun içindir ki, çevresinde Hasan Ali Yücel, Kâzım İsmâil Gürkan, Tevfîk Remzi Kazancıgil, Mükrimin Halil Yinanç, Süleyman Nazif, Ahmet Hamdi Tanpınar, Hamâmîzâde İhsan gibi farklı düşünce ve karakterde bir hayranlar halkasını ölünceye kadar muhâfaza edebilmişdir.
……………………
Fatin Tezkiresi: 1814-1866 yılları arasında yaşayan Fatin Efendi’nin, 1721 yılından 1853 yılına kadar hayatta bulunan 672 şâirin hayat hikâyelesini ve edebî görüşlerini yazdığı eserdir. İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın telif ettiği ‘Son Asır Türk Şâirleri’ isimli eserin, devâmı olduğu kabul edilmektedir. Tazkire; fars ve Türk edebiyatında, şâirlerin hayat hikâyelerini veren eserlerin ortak adıdır.
Heşt Bihişt denildiğinde;, 1452-1520 târihleri arasında yaşayan İdris-i Bitlisî’nin; Osman Gazi’den İkinci Beyazıd Han’a kadar 8 pâdişahın hayat hikâyesinin verildiği eser akla gelir. Aynı adı taşıyan bir eser daha vardır: Bâzı kaynaklarda ‘Heşt Behişt’ şeklinde de yazılan ve ‘Sekiz Cennet’ olarak ifâde edilen ikinci eser, 1548 yılında vefat eden Sehî Bey’e aittir. ‘Tezkire-i Şeyhî’ olarak anılır. Bu eserde; başta eserin kendisine ithaf edildiği Kanunî Sultan Süleyman Han olmak üzere, şiir yazmış padişahların, vezirlerin, kazaskerlerin, defterdarların, nişancıların ve beylerbeyi gibi devlet büyükleri ile yazarın tanıdığı şâirlerin, yekûn olarak 241 kişinin hayat hikâyeleri yer almaktadır.