Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine 

Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine 

İBNÜLEMİN MAHMUD KEMAL İNAL VE ESERLERİ - 3

<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>

HAYATINDAN KESİTLER - 3

 

Aşağı odada ambarda bulunan araba beygirleri kayış takımının ve bakır tencere ve tepsilerin satılması ve dört elbise ve eşya sandığını ve üç ammarı Selma, arzu etmezse bunların da satılıp ve esmanının (değerlerinin, kıymetlerinin) fukaraya verilmesini istiyorum.

5-Yeni ve eski libaslarımın (elbiselerimin) ve geceliklerimin satılmayıp lâyık olanlara ve bunlardan pek eski olanların fukaraya verilmesini diş tabibi Tevfik Vecihi ve oğlu Yüksek Mühendis İlhan Beylere havale ediyorum.

6-Eyyamı sebavetimden (çocukluk günlerimden) beri elime geçen paralar ile altmış seneden beri yazdığım eserlerden aldığım mebaliğden elde kalan miktarını şu suretle teberru ediyorum: (Bu para İş Bankası’nda Altı yüz No.lu kasadadır.)                                                       

-Merhum kardeşim Selim’in kızı Selma’ya üç yüz altın lira (Selma benden evvel ölürse bu para kızı Nihal’e verilecektir). Selma’nın kızı Nihal’e 9 altın lira ve Üçüncü Sultan Selim’in antika bir altın sikkesi, kenarı incili kırmızı ipek kesededir. 

-Zekâtım olarak muhtacine üç yüz altın lira.

-Zeynep Kâmil hastanesine yüz altın lira,   

-Guraba hastanesine seksen altın lira,  

-Verem hastanesine altmış altın lira,

-Darüşşafakaya yüz altın lira,

-Darülâcezeye seksen altın lira 

-Mevlit masrafı kırk altın lira (Vefatımdan halkın âdet edindiği bir kırk gün değil, beş on gün sonra Bayezit Camii’nde okunacaktır) aşşerifler, teşvikler ile usulü âdâbına kemali riâyetle İmam ve Hatip mektebi talebesine okutturulması münasip olur.   

-Vefatımı tâkip edecek Ramazanda Bayezit ve Fatih camilerinde ikindi namazından sonra Kur’an okuyacak iki hafıza otuz altın lira.

-Merkezefendi kabristanındaki mezarımızın tâmiri ile parmaklığın cephesine ve babamın kitâbesinin yanına raptedilecek ve üstüne eski yazı ile:

Yazılacak, taş levha masrafı 40 altın lira. (Bu işte Mühendis Ekrem Hakkı Bey himmet eylerse, ruhumu şâd eyler. (Yukarıdaki cümlenin günümüz Türkçesiyle Latinize edilmiş şekli:

Hâzâ kabru İbnülemîn el-Hâc Mahmûd Kemâl ve [ahîhi] Ahmed Tevfîk ve validetihimâ rahimehumullâh  

Bu, İnbülemin Hacı Mahmud Kemal ve kardeşi Ahmed Tevfîk ile annelerinin kabirleridir. Allah kendilerine rahmet etsin.

Son Yolculuğu

Hayâtının son yıllarını çeşitli hastalıklarla geçiren İbnülemin Bey, 24 Mayıs 1957’de, Cerrahpaşa Hastahânesi’nde, prostat ameliyatı sonucu kan kaybından dolayı Hakk’ın rahmetine kavuştu. Vefâtı başta üniversite câmiası ve basın olmak üzere bütün ilim ve fikir dünyâsında büyük bir üzüntüyle karşılandı. Cenâze namazı Beyazıt Câmii’nde kılındıktan sonra tekbirlerle, tehlillerle Merkez Efendi Kabristanına götürüldü. Babası Mehmed Emin Paşa’nın, kardeşi Ahmed Tevfik Bey’in, annesi Hamide Nergis Hanım’m yattığı âile mezarlığına 27 Mayıs 1957’de defnedildi.

Mevlâ rahmet eyleye...

M. Uğur Derman üstâdımızın ‘Ömrümün Bereketi 1’ isimli kitabında yer alan Necmeddin Okyay merhûmun düşürdüğü mücevher vefat târihi: 

Gitti ol devr-i kadîmin bergüzâr-ı bihteri, 

Lâyık-ı gufran ede Rabb-i Rahim ü Zülcemâl.

Düştü bir târih, güher, İbnülemîn’e Necmiyâ 

Vuslat-ı Yezdan’a mazhar oldun ey Mahmud Kemal 

Âilesi tarafından yayımlanan vefat ilânı da şöyle:

Merhum Mühürdar Mehmed Emin Paşa mahdûmu, merhum Tevfik ve Selim beylerin büyük birâderi, Kuleli Askerî Lisesi Edebiyat Öğretmeni Nihad Akay’m zevcesi Sultan Ahmed Ticâret Lisesi Edebiyat Öğretmeni Selma Akay’m amcası, Dicle ve Fırat Akay’ın büyük dedeleri, Reha Baysal, Ahmed Baysal ve Nilüfer Dörtcan’m büyük amcaları

İbnülemin

MAHMUD KEMAL İNAL

Hakk’ın, rahmetine kavuşmuştur. Cenâzesi bugün evinden alınarak öğle namazını müteakib Beyazıt Câmii’nden kaldırılacak ve Merkez Efendi’deki âile kabristanına defnedilecektir.

Vasiyeti üzerine, çelenk gönderilmemesi rica olunur. 

Vefatının Basındaki Akisleri:

Üstâdın vefâtıdan sonra basında bir hayli yazı çıktı. Mesela 28.5.1957 târihli Vatan Gazetesi’nde ‘İbnülemin’i Toprağa Verdik’ başlığıyla neşredilen yazıda şöyle deniliyor:

Vefâtı büyük üzüntü yaratan değerli fikir adamı İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın cenâzesi, dün merâsimle ebedî istirahatgâhına tevdî edilmiştir. Merhûmun cenâze namazı, Beyazıt Câmii’nde öğle namazını müteakip kılınmış, cenâze bilâhare eller üstünde Üniversite Merkez binâsma getirilmiştir. Merâsimde mebuslar, Vâli Gökay, üniversite rektörü, dekan ve öğretim üyeleri ile vilâyet, emniyet, belediye erkânı, yüksek tahsil gençliği, merhûmun dostları ve çok kalabalık bir topluluk hazır bulunmuştur. Üniversite Rektörü Prof. Fehim Fırat, üniversite bahçesindeki törende yaptığı konuşmada, İbnülemin Mahmud Kemal’in şahsiyeti, karakteri, eserleri ve üniversiteye olan hizmetlerini belirtmiştir. Bilâhere cenâze tekrar eller üzerinde Lâleli’ye kadar getirilmiş, burada arabaya konularak Merkez Efendi Kabristanı’na götürülmüştür. Kabirde yapılan dînî merâsimi müteâkip büyük ilim adamı, ebedî istirahatgâhma tevdî olunmuştur. Cenâze merâsimine, merhumun vasiyetine uyularak çelenk gönderilmemiştir.’

Rektör ve İntikam:

Merhum Ord. Prof. Dr. Kâzım İsmâil Gürkan, İstanbul Üniversitesi'nin rektörü olduğu zamanlardan birinde Amerika'ya bir toplantıya gider. Dönüşünde, dostlarını ziyâret husûsunda pek titiz olan üstad ona hoş geldin demeye rektörlük binâsına gider. Rektörlük binâsına girince görevli nereye gittiğini ve kim olduğunu sormuş.  Üstad da ‘Rektör Beye İbnülemin Bey sizi ziyâret geldi deyiniz’ diyor. Görevli içeri girdiğinde ismi yanlış söşlemiş veya rektör, yanlış anlamış olmalı ki ‘beklesin’ der. Bir iki dakika geçmeden aklı başına gelir, dışarı fırlar. Bir de ne görsün; üstad merdivenlerden inmiş bina kapısından çıkmak üzeredir. ‘Aman üstâdım, bir yanlışlık oldu, affediniz, buyurunuz’ diye seslenir. Üstad arkasına bakmadan; ‘Biz sadrıâzam kapısında beklemedik, sen kim oluyorsun!’ diye söylenerek yoluna devam eder. 

Rektör Kâzım İsmâil Bey dostluktan ıskat edilmiş, adı defterden silinmiştir. Eşin, dostun rica ve istirhamları netice vermez.  

Aynı günlerde üstâdın yeğeni Selmâ Hanım ile eşi Nihad Akay Bey, Edebiyat Fakültesini bitirmişler, ayrı ayrı şehirlere lise edebiyat öğretmenliğine tâyin olunmuşlar. Üstad devrin Millî Eğitim Bakanı Tevik İleriye bunların aynı mektebe tâyin olunmalarını recâ eden bir mektub yazar; cevab alamaz. Bir müddet sonra Celâl Yardımcı, bakan olur, mektup tekrar yazılır, eşler bir araya gelir. 

Müşterek dostlar, Trabzonlu olan Kâzım İsmâil Beye, yaklaşan ramazan ayını bahâne edip, bir külek Trabzon yağı ile bir çuval Terme pirincini üstâda hediye olarak göndermelerini tavsiye ederler. Yağ ve pirinç gelir. Aynı dostlar üstâddan, Kâzım İsmâil Bey'i bağışlamasını tekrar istirham ederler. Üstad ‘gelsin’ der. Kâzım İsmâil Bey'in geldiğinde, vaktiyle yaşanan terslikten hiç bahsedilmez. Hoş-beşden sonra üstad, ‘Bizim Selmâ ve Nihad'ı ayrı ayn vilâyetlere tâyin etmişler’ diye başlar ve bakanlara yazdığı mektupları kendisine mahsûs üslûbla anlatır, hâdisenin nasıl mes'ud bir şekilde neticelendiğini hikâye eder. Kendisinin ısrârını haklı göstermek için de, ‘Bunlar genç, biri orda, biri şurda. Gençlik sâikasiyle bir halt ederler, bir çocuk doğar. Çocuk büyür, mektebe gider. İlk, orta, lise, üniversite; derken asistan, profesör ve nihâyet rektör olur. Değil mi efendim? Telâşımda haksız mıyım efendim?’ deyip, Kâzım İsmâil Bey'den intikâmım alır. 

Üstad o kadar öfkelidir ki, iffet örneği Selmâ Hanım ile çok mazbut ve mâsum Nihad Bey'in de o arada gıyaben ve fâhiş ölçüde rencide ettiğini fark etmez. 

Husûsiyetleri:

İbnülemin Mahmud Kemal İnal medeniyetimize has duruşuyla hayatı anlayan ve onu seven bir mâzi hazinesidir. Ayrıca hayatın içinde kendinden emin bir şekilde hayatın sırrına vâkıf bir İstanbul beyefendisidir. Mahmud Kemâl Bey geçmişle, gelecek arasında köprü olmayı ısrarla istemiş ve âdetâ Tanzimat döneminden çıkıp gelmiş intibaı veren renkli şahsiyetiyle bunu başarmıştır.

O, mâziye bağlanan medeniyet köprülerinin atıldığı veya öyle sanıldığı bir devirde bunun imkânsız olduğunu göstermiştir. Tanpınar’ın ‘Üstat aramızda mâzi hâtıralarının yed-i emini sıfatıyla bulunuyor’ demesi biraz da bundandır. O’nunla geçmiş, bizi kıskıvrak yakalayan bir el gibidir. Bununla ifâde etmek istenilen şey, İbnülemin’in geleceğin, geçmişin devâmı olan bir süreç olduğu bilincini dâima kendinde taşımış ve yaşatmış olmasıdır. Bu yüzden belki hep yeni görünmek isteyenlere inat eskimeyen mâzi olarak kalmıştır ve belki bu sebeple hep insanları kendisine çekmeyi başarmıştır. Hasan Âli Yücel’in ‘Mahmud Kemal Bey, mâzi gibi görünen hâline rağmen tamamıyla bugündür’ sözleri ondaki mâzi-müstakbel terkibini ifâde etmesi bakımından son derece önemlidir.

Mahmud Kemal İnal ayrıca İslâm Peygamberi ahlâkını kendine düstûr edinmiş bir kültür adamıdır. O’nun edeple kaynaşmış renkli hayatını anlamak ve kendisini daha iyi tanıyabilmek için yakın arkadaşı Hüseyin Vassaf’ın şu sözleri bize yardımcı olacaktır:

Mahmud Kemâl Bey asabî mizaçlıdır, ciddidir, çabuk parlar, fevkalâde hassastır. Bu hâli nehâfet-i vücudiyesinin (zayıf vücudunun) ve yüksek zekâ, vefret-i dehasının (güçlü, derin ve zengin dehâsının) tesirindedir. Edep ve terbiyeyi ve hakîkat-i hâle mugayir  (aykırı) gördüğü ufak bir şeyden, hele en ufak bir bed (kötü) muameleden müteessir olmak müşârün ileyhin (adı geçen, sözü edilen) tabiat-ı zâtiyesi (karakteri) icabındandır. Onunla görüşen ve meclis-i sohbetinde bulunan bir kimse her hâl ü hareketinde hazm u ihtiyata riayetkâr olmak (uygun görmek, kabullenmek) mecburiyetindedir. Terbiyesizliği, saygısızlığı, laübâliliği, boşboğazlığı, zemmâmlığı, (dedikoduculuğu) temellüku, (yaltaklanmak ve dalkavukluğu) hoş görmez. Meclisinde etvâr-ı bî-edebâneyi takınmak isteyenlere derhal edîbâne, zarifâne bir surette kal’en (dille) mümkün olmazsa hâl’en (hareketleriyle, bakışlarıyla) irşâdkâr (uyarı mâhiyetinde) olacak şekilde tavır koyarak  o kimseyi dâire-i edebe dâvet eder, bu babda (konuda) ihtiyata, (hoşgörüye) cebr-i nefse, (kendini frenlemeye) sabr u tahammüle tab’ında (karakterinde) meyil azdır.

O’nu yakından tanıyan ve onunla ‘hem-bezm ü sohbet’ olan Hüseyin Vassaf, kadim dostu hakkında yazdığı ‘Kemâlü’l-Kemâl’ adlı eserinde bunları söylüyor. İbnülemin Mahmud Kemal’in insan davranışlarında aradığı incelikler ve kendisinin dâima âdâb-ı muâşerete dikkat etmesi kendisinde var olan asâleti ve kemâli (olgunluğu) göstermesi bakımından dikkate şâyândır.

Dikkatle baktığımızda İbnülemin’de bizleri bir araya getirecek bir birikimin bulunduğunu görürüz. Yâni insanların birbirini kırmadığı, fikirlerine saygısızlık etmediği, insanların düşündükleriyle mahkûm edilmediği bir âlemin güzelliklerini kastediyorum. Bunun abartı olmadığını bize İbnülemin’in şahsiyeti ve konağı söylüyor. Onda ve orada, kim olursa olsun ve ne düşünürse düşünsün, pek çok kesimden insanların bir araya geldiğine, buluşup muhabbet ettiklerine şâhit olmaktayız. Bizim de istediğimiz bu değil midir? İşte bu yüzden İbnülemin’i dikkatle incelemek ve O’nun konağındaki -şahsiyetler ne kadar zıt düşüncelerin temsilcisi olursa olsun- birlik temeli üzerine kurulu hayatından fikirler devşirmek mecburiyetindeyiz. Bu konuyla alakâlı Mehmed Çavuşoğlu’nun şu sözleri ondaki bu özelliği bize daha iyi gösterecektir:

Tanzimat fırtınası birçok ahlâkî ve fikrî kıymet hükümlerini altüst ederken ortaya çıkan yeni aydın tipleri arasında Mahmud Kemâl Bey, Yahya Kemâl’in tâbiriyle ‘kökü mâzîde âtî’ olarak kalabilmiş nâdir insanlardandır. Onun içindir ki, çevresinde Hasan Âli Yücel, Kâzım İsmail Gürkan, Tevfik Remzi Kazancıgil, Mükrimin Halil Yınanç, Süleyman Nazif, Ahmet Hamdi Tanpınar, Hamamîzâde İhsan gibi farklı düşünce ve karakterde bir hayranlar halkasını ölünceye kadar muhafaza edebilmiştir.’

İbnülemin modernizmin içinde geleneği temsil eden bir üslûp insanıdır. Bütün hayatı boyunca ve bütün eserleriyle nereden beslenmemiz gerektiğini ısrarla savunmuştur. Fakat bu savunma sessiz ve alttan alta devam edegelen bir mücâdele hâlindedir. Bizim olmayana, bizi ifâde etmeyene karşı çıkması bundandır. Batıcılık diyerek bu milletin asırlarca ortaya koyageldiği âbide eserlere karşı takınılan tavır her şeyden önce İbnülemin gibi insanları üzmüştür. İşte Mahmud Kemal Bey, böyle bir durumda ve zamanda kültürün öz dinamiklerini kendi şahsında barındırabilmiş, bu sâyede sohbet mesclisleri ve eserleriyle asla hâfızâlardan silinmeyecek hizmetini gerçekleştirmiştir.

O, insanı ‘herkes veya hiç kimse’ olmaya çağıran bir hayat şekline karşı çıkan realitemizdir. Yeri ve zamanı gelince farklılıklarımızı yok eden yenilik görünümündeki çürümeye ve şahsiyetsizliğe hücum eden geçmişimizdir.

Bizler medeniyetimizin ortaya koyduğu ârif insanı çözebildiğimiz ve anladığımız zaman medeniyetimizin büyüklüğünün kodları da elimize geçmiş olacaktır. İbnülemin de Tanpınar’ın deyimiyle ‘hayatı ve insanları seven ve kıskanılacak derecede canlı’ olan, bizi biz yapan değerlerin pek çoğuna belki hepsine birden mâlik olan bir ârif insandı. Osmanlı ve daha sonra Cumhuriyet’in ilk yıllarında devam eden sohbet geleneğinin merkezinde birçok bilim adamı ve sanatkâr gibi İbnülemin de bulunmuştur. O’nun konağında yapılan sohbetler, mûsıkî fasılları devam etmek için çırpınan bir geleneğin uzantılarıdır. Sohbet, özellikle Osmanlı’da başlıbaşına bir eğitim şekliydi. Zaten, İbnülemin’in kendisi de böyle mekânlarda yetişmiş, feyz almış bir ilim ve kültür adamıdır. Babası Mehmed Emin Paşa’nın konağında düzenlediği sohbetler İbnülemin’e küçük yaşlardan itibaren ilmin lezzetini tattıran ve O’nu geleceğe hazırlayan fırsatlar olmuş ve İbnülemin bu fırsatlardan en güzel surette istifâde etmesini bilmiştir.

Bir ‘İstanbul efendisi’ diyebilmek için asırlar geçmesi lâzım gelmiştir. Ancak büyük medeniyetler kendi üslûbunu yakalayabilir ve dünyayı kendine hayran bırakan eserler vücûda getirebilir. Aynen ‘İstanbul efendisi’ tâbiri gibi ‘kökü mâzîde bir âtî’ dediğimiz İbnülemin ve onun renkli şahsiyeti de uzun asırların mahsülüdür. Ancak bunları söylerken İbnülemin’in şahsiyeti ve onun çevresinde çok mühim bir rol oynayan tasavvufu unutmamak gerekir. Tasavvuf bu büyük medeniyetin âdetâ mayasıdır. Pek tabiî ki, tasavvufun sâyesinde kıvamını bulmuş bu güzel medeniyetin ortaya koyduğu insanlar da cezbedici ve birleştirici olacaktı. İşte İbnülemin’in şahsiyetinin bahçesinde gezmek için tasavvufu bilmek ve anlamak gerekiyor. Fatih M. Şeker, Mahmud Kemal Bey’e dâir bu bahis için şunları söyler:

İbnüemin’in yazıları bir bütün hâlinde okunduğu zaman görülür ki tasavvuf hazfedilirse (ortadan kaldırılırsa) bütün bir Osmanlı sönükleşir. Peki, neden tasavvuf ve neden Nakşîlik? Her şeyden önce İbnülemin’in mensup olduğu, eserleriyle geride bıraktığı dünyayı besleyen iklim tasavvuftur. Osmanlı Türklüğünü kuran terkibin en başında tasavvuf vardır. Zihniyet dünyasına ve sosyal hayatına tasavvuf yön verir.

Tasavvuf, Osmanlı medeniyetinde sosyal hayatın merkezinde bulunuyordu. Tabiata bakışta, hayatı yorumlayışta, hâdiseleri karşılayışta tasavvufun mühim bir rolü vardı. Bu hayatın içinde iyi ve kötünün, güzel ve çirkinin meydana getirdiği terkip vazgeçilmez bir bütün hâlinde birlikteliğini devam ettirebiliyordu. İşte İbnülemin böyle bir kaynaktan besleniyordu. Hayatı ve insanları bu kadar çok sevmesinde tasavvuf tesir bakımından, ilk sırada gelir diye düşünüyorum; çünkü bu saha sâdece İbnülemin’in hayatında değil bütün bir Şark (doğu) coğrafyasında, insan davranışlarından başlayarak, mîmâriye, sanata, tefekküre ve geniş bir yelpazeye hükmeden bir hayat biçimiydi.

İbnülemin Mahmud Kemâl, Nakşbendiliğin Halidiye koluna mensuptu; fakat, diğer tarikatlere devam etmek ve tekkelerde ‘Mahmud Kemâl Bey’in her sabah Kur’an Tilâvet etmek ve Delâil-i Hayrât’dan bir hizb okumak ve tarikat-ı aliyyeye nisbetinden dolayı râbıta ve zikr-i şerif ile meşgul olmak mutâdıdır.’