Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine 

Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine 

İBNÜLEMİN MAHMUD KEMAL İNAL VE ESERLERİ - 26

<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>

İBNÜLEMİN MAHMUD KEMAL İNAL

MEHMET KÂMİL BERSE

 ‘Öyle bir âşık gerek ki bana, bir kımıldadı mı, bir kalktı mı, her yandan ateşlerle dopdolu kıyâmetler koparmalı.

Bir gönül istiyoruz ki cehennem gibi olmalı, cehennemi bile yakıp yandırmalı; denizin dalgasından kaçmamalı; yakmalı, yandırmalı yüzlerce denizi.

Gökleri bir mendil gibi dürmeli avucunda; zevalsiz ışığı bir kandil gibi asmalı gök kubbeye...’

Derken Hazreti Mevlânâ, inanan inandığını ölümüne savunan hakkı tutup kaldıran bir insan-ı kâmili işâret ediyor. Bu hasletleri taşıyan biri yaşadı bu topraklarda, yaşamışlığıyla, yaşayışıyla, engin bilgi birikimiyle...

Târihin içinden yaşayarak gelen ve hâlâ aramızda vakfıyla, eserleriyle, hâtıralarıyla yaşayan ve yaşayacak olan bir insan; İbnülemin Mahmud Kemal İnal.

Hayâtı boyunca maddî varlığını hep sadaka olarak harcamıştı. Şu felsefe ile hareket ederdi: ‘Rızkın hayırlısı kifâyet edenidir.’ İlim tahsil etmek isteyen talebelere hizmet için, ilim Yayma Cemiyeti’nin kuruluşuna ön ayak olmuş, İstanbul İmam Hatip Okulu’nun yapımında büyük gayret göstermiş, bütün mal varlığını ve mülklerini talebelere hizmet edecek bir vakıf kurulması maksadıyla bağışlamıştı. Vefâtından sonra kurulan İbnülemin Mahmud Kemal İnal Vakfı’nın ilk mütevelli heyeti başkanı, o günün İstanbul Müftüsü Ömer Nasûhi Bilmen’dir. Bu gün bu vakıf, yüzlerce öğrenciye hizmet veren yurtları ve burslarıyla bir eski zaman efendisinin dileğini yerine getirmektedir.                                                                                                                                                                                   

Mahmud Kemal Bey devrin eğitim kurumlarında öıce Mercanağa Sıbyan Mektebi’nde ve Şehzâde Rüştiyesi’nde tahsil gördükten sonra, Mekteb-i Fûnun-ı Mülkiye’de okurken rahatsızlığı sebebiyle eğitimini tamamlayamamış, dinleyici sîfatıyla Mekteb-i Hukuk’a devam etmiştir. Asıl eğitimini, ilim erbâbı hocalardan özel dersler alarak devam ettirmiştir.’

Özel hocaların başında Mehmed Âkif in babası İpekli Mehmed (Temiz) Tâhir Efendi gelir. Fâtih dersiamlarından Temiz Tâhir Efendi de Yozgatlı Mahmud Efendi’den ders görmüş ve icâzet almıştır. Fâtih Medresesi’nde dersiam olmak o zamânın telâkkisine göre gıptaya değer bir gaye idi. O zamânın kabul edilen değeri ilim, Fâtihteydi. Fâtih’ten öteye meselâ Şehzâdebaşı’na veya Beyazıt’a inmeye tenezzül edilmezdi. Buralarda ancak ilim serpintileri var olabilirdi. İlmin asıl kaynağı Fâtih’teydi. Mahmud Kemal Bey böyle önemli bir hocadan ders almak sûretiyle hayâtının sonuna kadar ilim çizgisini belirlemişti. Fransızcayı Leon Efendi’den öğrenmiş, kendisi gibi Nakşî-Hâlidî tarîkatına mensup Hoca Hüsnü Efendi’den mülkiye mektebinde Fârisi, Beyazıt ve Şehzadebaşı câmilerinde Buhâri-i Şerif, Beyazıt Câmii’nde Tefsir-i Keşşaf ve Fevzi Hindî’nin bâzı kasidelerini okumuş, Hasan Tahsin Efendi’den sülüs ve nesih meşketmiş, icâzet almıştır. Fâni hayâta gözlerini kapadığı güne kadar, hayâtı; her ânı ve her mekânı mektep olarak kabul eden bir anlayışla yâni hep öğrenerek geçmiştir. Kendi ifâdesiyle: ‘Dârülfünundan şehâdetnâme almak tabiîdir. Amma o şehâdetnâme mekteb-i iptidâi-i âhiret olan kabre girildiği gün alınır.’

Sadrıâzamları yakından tanıyan târihçi

Bâbıâlî’de 33 sene memurluk yapan Mahmud Kemal Bey, 1889’dan îtibâren sadâretin birçok bölümünde kâtip ve başkâtip olarak çalışmıştır. 1908’de Eyâlat-ı Mümtâze Kelemi Müdürü olmuş Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesinden sonra Yıldız Sarayındaki evrâk-ı resmiye ve jurnallerin tetkik ve tasfiye işlerini üstlenmiş, daha sonra buradaki evrâk ittihatçılar tarafından yakılarak yok edilmiştir.  Mahmud Kemal Bey, bu çalışmalarda Abdülhamid Han’a çok saygı duymuştur, O’nun hakkında yazdıkları hakşinaslıktır. İkinci Meşrûtiyetteki hürriyet fikrinin daha açık ve net anlaşılır dil ile Islâmiyet’in insan hürriyetine verdiği değere dâir yazılar yazarak bunun toplumun her kesiminde uygulanması gerektiğine inanmıştır. Mehmed Âkif’le sık görüşmelerine rağmen, iyi geçindikleri pek söylenemez. Bu konuda kimsenin yorumu olmamıştır. Belki de Mahmud Kemal Bey’in devlete olan yakınlığı, Mehmed Âkif için farklı davranmasına sebep olmuş olabilir. 1914 yılında Evkâf-ı İslâmiye Müzesi’nin kurulmasıyla görevlendirilmiştir. (Bugünkü Türk-İslâm Eserleri Müzesi.) Böylece müzecilik konusunda da mâhir olduğunu göstermiştir. 1916 yılında Şura-yı Devlet âzâlığına getirilmiş, 1921 yılında Osmanlı Devleti’nin resmî yayın organı olan Takvim-i Vekâyi Gazetesi müdürlüğüne, 1922 yılında Divân-ı Hümâyun Beylikçiliği’ne tâyin edilmiştir. Cumhûriyetin kurulmasıyla birlikte Bâbıâlî’deki görevi son bulmuştur. Bu konuda kendisi, ‘Hüsn-i sîret ve gayrete rağmen terakki etmemek için her ne yapmak lâzım ise yaptılar’ diyerek memûriyet için şikâyette bulunur ise de, ‘Çocuk denilecek bir yaşta Bâbıâlî’ye girdim, ilga edildiği gün çıktım. Oraya devam ettiğim müddette 16 sadrıâzamın mâiyetinde bulundum.’ der. Bunları saydığımızda geçen yüzyılın târihinde rol alan önemli sadrıâzamların listesini vermiş oluruz. Said Paşa, Kâmil Paşa, Cevad Paşa, Rîfat Paşa, Ferit Paşa, Hüseyin Hilmi Paşa, Tevfik Paşa, Hakkı Paşa, Ahmed Muhtar Paşa, Mahmud Şevket Paşa, Sait Halim Paşa, Talat Paşa, Ahmed İzzet Paşa, Dâmâd Ferid Paşa, Sâlih Paşa, Ali Rıza Paşa... 

Mahmud Kemal Bey bu isimlerden sâdece bir tânesine çok önem verir. Son Sadrıâzamlar isimli eserinde Said Paşa’dan bahsederken biyografilerini yazdığı sadrıâzamlar için, ‘Bunlardan bir kısmıyla vazifeden yâhut babadan müntakil hukuk ve ülfetten dolayı pek çok temâsım oldu. Kendilerini yakından tanıdım. Yazılarını yazdım, her türlü garaz ve ivazdan âzâde olarak söyleyebilirim ki; içlerinde Said Paşa kâbında bir zat görmedim, hatta yalnız sadnâzamlar arasında değil, görüştüğüm vükela, vüzera, ve devlet adamı arasında o liyâkatte bir âdeme tesâdüf etmedim. Bu sözü mübâlağa veya tarafgirlikle yorumlamayın...’

Türk edebiyâtının en iyi biyografi yazarı

1923 yılında Târih-i Osmânî Encümeni Âzâlığı’na seçilen Mahmud Kemal Bey, 1924 yılında Vesâik-i Târihiye Tasnif Encümeni’nin başına getirilmiştir. Mahmud Kemal Bey’in başkanlığında tasnifler yapılmıştır. İki yıl devam eden bu çalışmanın sonuçları 29 cilt hâlinde derlenerek, geleceğe ışık tutması açısından, Hazine-i Evrak dâiresine teslim edilmiştir. Bugün Osmanlı Arşivi’nde İbnülemin Mahmud Kemal adıyla araştırmaya açıktır. 1927 yılında başvekâletin Osmanlı arşivlerine sâhip olmasıyla bu heyet lağvedilmiştir. Burada Mahmud Kemal Bey’in önemli bir arşivci olduğu da ispatlanmıştır. Mahmud Kemal Bey kuruculuğunu üstlendiği İslâm Eserleri Müzesi müdürlüğüne getirilmiş ve 1935 yılında buradan emekli olmuştur.

Mahmud Kemal Bey, hayâtı boyunca tek bir vazifeyle yetinmemiştir. Müze müdürlüğü yaparken aynı zamanda Kütüphâneler Tasnif İşleri Müşâvirliği de yapmış. Maârif Vekâleti tarafından hazırlanıp neşredilen, Islâm Ansiklopedisi müşâvirliklerinde bulunmuştur.

Hayâtı boyunca günlük yazdığı söylenmektedir. Prof. Dr. Ali Birinci, ‘Eline aldığı kalemi hiç bırakmamış, yarım asır günlük yazmış bir insandır.’ demiştir. Yazdığı eserlerin kaynaklarını bu günlükler oluşturmuştur. İbnülemin Mahmud Kemal yine kendi ifâdesiyle, ‘Semere-i hayat, hayırlı yâd edilmektir’ diyen çok velûd bir yazardır. Türk edebiyâtının en iyi biyografi yazarlarından biridir. Biyografilerini yazdığı kişilerle yüz yüze irtibata geçmiş, vefat etmişse veya ulaşılamıyorsa yakınlarından bilgi toplamıştır. Hayâtın hızla aktığı, târihin gün be gün değiştiği bir dönemde, yaşadıklarının farkına vararak tanıdığı, çalıştığı önemli şahsiyetlerin birer birer hayattan ayrılmalarını görmüş biyografi ve târih yazarlığına başlamıştır. İlk yazdığı biyografi; ‘Eser-i Kâmil Paşa’dır. 1897 yılında ‘Hutut-ı Meşâhir Mecmuası’ ile ilk çalışmalarını başlatmıştır. Tanıdığı, dönemin tanınmış şahsiyetlerinin el yazısı ile duygu ve düşüncelerini yazdırıp bir nevi hâtıra defteri oluşturmuş, birkaç yıl sonra burada yazısı olan kişilerden resim ve kendi hayat hikâyelerinin bulunduğu birer yazı istemiştir.

***

Önemli bir şâirdir. Mehmed Âkifle şiirle atışmaları meşhurdur. Genelde ‘Nâlânî’ mahlasıyla yazmıştır. En önemli şiirleri arasında naatları gösterilebilir.

Çok önemli bir hat üstâdıdır. İbnülemin’in rik’ası vardır. Bâb-ı Âlî’de eski harf usûlü bırakılmış olsa da o üslûbu devam ettirmiştir.

Gazeteciliğe 1890 yılında Tarik Gazetesi’nde başlamıştır. Gazetedeki ilk yazısı ‘Ömr-i Beşer’ başlıklı makalesidir. Daha sonra Takvin-i Vekâi, Tercüman-ı Hakikat, Mürüvvet gibi bazı gazetelerde yazıları yayınlanmıştır. Bu yazılar genelde içtimâî konularda olup bunları ‘Sây-i Beşer’ adı ile biraraya getirmiştir. Fakat bu eser basılmamıştır. İstanbul’daki gazete ve dergilere yazı göndermiş, Selanik'te yayımlanan ‘Asır Gazetesi’ ile edebî nitelikteki ‘Mütalâa Dergisi’nde yazıları yer almıştır.

İyi bir hikâye ve roman yazarıdır. Târihî, bir roman olan, ‘Sabih, Târihe Müstenit Hikâye’den sonra yazdığı eserlerde hissî konular üzerinde daha fazla durmuş, okuyucuda derin izler bırakacak roman ve hikâyeler yazmıştır. ‘Yetimin Sergüzeşti’, ‘Rahşan’, ‘Yetim-i Alil’ gibi eserleri zamânın gazetelerinde tefrika hâlinde yayımlanmıştır. Son yazdığı deneme kitabı ‘Türkçe: Köy ve Köylüler’dir.

Mahmud Kemal Bey’in eserlerine sâhip olmak da bir hazineye sâhip olmak kadar önemlidir. ‘Hersekli Ârif Hikmet Bey’, ‘Kâmil-ül Kemal’, ‘Nuru-l-Kemal’, ‘İzzül Kemal’, ‘Kemâlü’l-İsme’, ‘Kemal-ul Kıyâse fi-Keşfi-Siyâse’, ‘Kâmil Paşa’nın Sadâreti ve Konak Meselesi’, ‘Kemal'üs-Safvet’, ‘Gelenbevî İsmâil Efendi’, ‘Şeyhu’l-İslam Yahya Dîvânı ve Mukaddimesi’, ‘Hersekli Ârif Hikmet Bey Divânı ve Mukaddimesi’, ‘Lefkoçyalı Galip Bey Divânı ve Mukaddimesi’, ‘Efkaf-ı Hümâyun Nezâretinin Terâcim-i: Ahvali’, ‘Menâkıb-ı Hünerverân, ‘Tuhfe-i Hattâtin’, ‘Türklerin Arap Harflerini Tanzim ve İhya Etmek Suretiyle İlme ve Medeniyete Hizmetleri’, Son Asır Türk Şâirleri’, ‘Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar’, ‘Son Hattatlar’, ‘Son Asır Türk Mûsikîşinasları’ birbirinden değerli eserlerinden bâzılarıdır.

Vefâtından sonra basılan kitap

İbnülemin, aynı zamanda güftekâr ve bestekârdı. Mahmud Kemal Bey’in Mercan’daki konağında pazartesi geceleri mûsikî geceleri düzenlenirdi. Süleyman Nazif Bey konaktaki sohbet meclislerine ‘Dârü’l-Kemâl’ adını vermişti. O müstesnâ gecelerin doktoru Muzaffer Esat Güçhan, ‘Hoş Sâdâ’ isimli kitabın mukaddime kısmında bâzı hâtırâlarını anlatır: Konağın ikinci katında Mahmud Kemal Bey’in istediği besteler sâzendeler tarafından icrâ edilir. Ardından Mahmud Kemal Bey, eser, bestecisi ve güftecisi hakkında geniş bilgiler verir ve hikâyeler anlatırmış. Bu sohbetler gece yarısına kadar devam eder, çay ve sigaraların içildiği toplantıda Mahmud Kemal Bey, halka oluşturmuş misâfirlerinin her hareket ve konuşmasını tâkip ederek uygunsuz bulduğu hareket ve konuşmaya ânında müdâhale edip târizlerde ve tekdirlerde bulunurmuş.

Mûsikî konusunda engin bilgisiyle hazırladığı son kitabı ‘Hoş Sadâ’, vefâtından sonra bir araya getirilip, sevdikleri ve dostlarının yazdıkları mukaddimelerle 1958 yılında İş Bankası tarafından bastırılmıştır. 

Kitap aşkı

Mahmud Kemal Bey, kendisini düzenli olarak evde muâyeneye gelen asistan doktora taltif ve sitemlerini bâzen manzum olarak mısralara dökmüştür:

Lutfedip tuttun elimden beni ettin memnûn,                                                                                                           Yarı yolda bırakıp eyledin amma mahzun.                                                                                                       Ayağımla gözümün derdi yine vâkidir,                                                                                                                  Dâhili illet ise olmada her dem efzun.

Mahmud Kemal Bey lakap olarak kullandıkları babasının isminin eş anlamlısını 1934 yılında Soyadı Kanunu çıktığında soyadı olarak almıştır (İnal, emin mânâsına gelir).

Kitap aşkı O’nun her gün Sahaflar Çarşısı’nda dolaşmasına vesile olmuştur. İbnülemin Mahmud Kemal’in Sahaflar’da dolaşması bir töreni andırırmış. Yaz kış sırtından çıkarmadığı paltosu, elindeki bastonu ile Sahaflar Çarşısı’nın Çmaraltı kapısından girdiğinde çarşı esnafı hürmette kusur etmez herkes ayağa kalkar ve temennâ edermiş. Aksaklık gösterenleri azarlarmış. Kitap konusunda Ali Emîrî Efendi ile tatlı bir rekâbetleri varmış. İkisinin de ortak yönleri kitap sevgileri ve ölene kadar evlenmemiş olmalarıdır.

Çok zengin olan kitaplığını yazma eserlerle birlikte vefâtından sonra verilmek şartıyla 1949 yılında İstanbul Üniversitesi’ne bağışlar. Ancak 1953 yılında bu şartı kaldırarak bütün kitaplarını üniversiteye teslim etmiştir. Hâlen üniversitenin merkez kütüphânesinde kendi ismiyle anılan bölümdedir.

‘Allah bes, bâkî heves’

Ömrünün son döneminde İstanbul Üniversitesi’nde İbnülemin Mahmud Kemal için bir jübile tertip edilmiştir. Devrin bütün profesörleri, akademisyenler, öğrenciler üniversitede bu unutulmaz günü tâkip etmiştir. Burada konuşma yapanlardan Ord. Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkan ‘Hoş Sadâ’ isimli eserde şöyle yazıyor: 

Tanıyanlar onu yaşayan târih olarak bilirlerdi. Yürürken târihimizin bir parçası edebiyâtımızın bir hülâsası geçiyor sanırdınız. Görüşürken kendinizi son yüzyılın içinde bulurdunuz. Ciltler yığını eserlerinin dışında daha nice vakaların tertip ve tahlilleri mahfuzâtında yer almış bulunduğunu hayretle öğrenirdiniz. Devrimizin en selâhiyetli yazarı olduğundan şüphemiz yoktu. Normal bir insan beyninin sınırlarını aşan bilgi birikimine hayâtı boyunca yenilerini ilâve etmiş, ilâve ederken eskileri çıkarmak ve unutmak gibi bir mâruzâtı olmamıştır. Son nefesini verdiği 87 yaşında bile zihni hâlâ berraktı.’

Şiirleri de dilinin keskinliğinden nasibini almış ve fakat kendini tenkit etmekten de geri kalmamıştır.

Ahmed Hamdi Tanpmar ise O’nun için şöyle yazıyor: ‘Onun felsefesi ya beni olduğum gibi kabul edersiniz veya ben yokum. Çağı olmayan bir insandı, kıyâfetinden fikirlerine varıncaya kadar herşey onda karışık bir zamandan, bir çeşit üst üstelikten geliyordu. Onunla ancak çok eski ve karışık bir kitabı okur gibi karşılaşmak mümkündü. Sivastopol’un zaptını, Balkan Harbi’nin tâlihsizliklerini, İkinci Mahmud Han’ın kılıç alayını, Kâmil Paşa’nın sadâretini, bütün ciddiyetiyle aynı senenin aktüel hâdiseleri gibi ve o senelerin zihniyet ve ruh hâlini veren bir kitap, daha iyisi çok keyfi bir takvim tasavvur edilsin. Bu mâzi adamında ancak uzun araştırmalarla veya şaşırtıcı tesâdüflerle ele geçirebileceğimiz zamânından kopmuş şeylerin lezzeti vardı. Beni asıl ona bağlayan şey bu hâli ve biraz da onun tabiî neticesi olan yalnızlığı idi... O’nu şahsen tanıyanlardan biri olan ben, bu kaybın yanında öbür kaybı, geriye dönmüş zamânın lâtif ve şaşırtıcı bir sayıklamasına benzeyen asıl İbnülemin Mahmud Kemal’i hiçbir zaman unutamayacağım!’

İbnülemin, Nâmık Kemal 24 Mayıs 1957 târihinde 87 yaşında hayâta vedâ ederken Kâzım İsmâil Gürkan’ın ifâdesiyle hâlâ hayat doluydu, ancak yorgun bedeninden çıkan son nefesiyle şehâdetini o gün getirdi. Oysa o müthiş, adam ölümünden kısa bir süre önce onuruna düzenlenen İstanbul Üniversitesi’ndeki toplantıda söz kendisine verildiğinde, hayâtının en kısa konuşmasını yapmıştı:

Allah bes, bâkî heves.’

Mehmet Kemal Berse: Hayatını İlme ve Hayra Vakfetti: İbnülemin Mahmut Kemal İnal. Dil ve Edebiyat Dergisi. S: 17, s: 36-41, İstanbul 2010

Mehmet Kâmil Berse: 1955 yılında, İstanbul’un Fâtih ilçesinde doğdu, Hâlen doğduğu evde oturuyor. Anne ve babası 1854-1855 de Kırım’dan Türkiye’ye göç etmiştir.  

İstanbul İmam Hatip Okulu, Bursa İktisadî Ticarî İlimler Akademisi İşletme bölümünü bitirdi. Çocukluğundan itibaren, kültürün, kitabın, derginin içinde oldu. Okul yıllarında Gazete ve dergi çıkarmaya başladı. Genel yayın yönetmeni ve editör olarak hizmet verdi. Dil ve Edebiyat Dergisinin kuruluşunu gerçekleştirdi, 29 sayı editörlüğünü yaptı. ‘Şehir ve Kültür’ dergisinin sâhibidir, genel yayın yönetmenliğini üstlenmiştir.

Yayınlanan eserleri; *Meraklısı için İstanbul Seyahatnamesi,  *İstanbul Şehrengizi, *İsmail Bey Gaspıralı.