Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine 

 Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine 

İBNÜLEMİN MAHMUD KEMAL İNAL VE ESERLERİ – 25

<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>

HAKKINDA YAZILANLAR-7

İBNÜLEMİN MAHMUD KEMAL BEY’E DÂİR

Prof. Dr. SADIK K. TURAL

Her devrin, insanları hayran bırakmış,  ilgi merkezi olmuş şahsiyetleri vardır;  bilim sanat ve edebiyat hayatına ait ışıklı şahsiyetler kültür dediğimiz millî servetin temsilcileridir. Onlardan biri İbnülemin Mahmut Kemal İnal’dır.

Bilgisizliğin sonucu olan bir tavırla Mehmet Emin Paşa ile İbnülemin Mahmut Kemal adlı iki şahsiyeti, ‘Selanik Dönmesi’ olarak gösteren bir yazı yazılmıştır. Bu cümleleri yazan kişiyi hatâsını düzeltmeye davet ediyorum. Araştırmaya bağlı olmayan ifadelerin yağdığı internet ayıpları, sorumsuzluğun ve cehaletin yaygınlığı oranında artmaktadır.

İbnülemin Mahmut Kemal İnal, 1871-1957 tarihleri arasında yaşamış, gençlik yıllarından ölümüne kadar her zaman ilgi odağı olmuş bir şahsiyettir. O’nu takdim etmek isteyen iki hayranının,  Yahya Kemal ve Süleyman Nazif Beylerin birer mısra söyleyerek oluşturdukları muhteşem beyit,  İbnülemin Mahmut Kemal İnal’in fotoğrafıdır:

Hezâr gıbta bu devr-i kadîm efendisine

Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine 

İbnülemin, dedeleri Hz. Hüseyin’e bağlanan bir sülaleden gelmektedir. Bu büyük aile,  Horasan’da yaşarken çeşitli sebeplerle Anadolu’ya göçüp Arapkir’e yerleşmiştir. Babası Mühürdar Mehmet Emin Paşa, Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın “mühürdar”lığı görevinde bulunmuştur. Mühürdar unvanı ve yetkisinin müsteşar kavramına denk olduğu düşünülmektedir. Yusuf Kamil Paşa da aslen Arapkirli bir aileden gelmektedir.  Çeşitli şehirlerde  mutasarrıflıklar  yapmış olan Mehmet Emin Paşa’nın son görevi “Adalar Kaymakamlığı”dır.

İbnülemin Mahmut Kemal hakkında  dört ana kaynak var: Dostu  Hüseyin Vassaf’ın, O’nun dinî- tasavvufî yanını ortaya koyan- eski harfli- eseri; Son Asır Türk Şairleri’nin sonuna yazdığı “Kendime Dair” adlı bölüm; Hoş Sada’nın hem eski, hem yeni baskısında yer alan O’nu yakından tanıyan bilginlerin  ve fikir adamlarının  yazdığı yazılar; Dursun Gürlek’in-henüz- iki cildi basılmış eser…

İbnülemin merhum, Türk müzeciliğinin,  arşivciliğinin,  biyografi yazarlığının ve  geçmişe azami ölçüde tarafsız yaklaşmaya çalışan tarihçiliğin örnek şahsiyetidir. Mahmut Kemal Bey, iman ve ibadetini tarikat, cemaat, siyaset merkezlerine kaptırmamış bir Müslüman Türk olarak yaşamış, çok ilgi ve itibar görmüş “münevver”lerdendir.

 Mehmet Akif ile birlikte, Şairin babası Tahir Hocadan ders aldığı gibi, ünlü şeyh ve müderrislerin özel eğitim ve öğretimine de devam etmiştir. Arapça, Farsça ve Fransızca bilen İbnülemin’in öğrenimi özeldir.

 Çok genç yaşında memuriyete başlamış, doğrudan veya dolaylı olarak Sadrazam’a bağlı görevlerde çalışarak yükselmiş, Devlet’in önemli ve gizli belgelerine müsvedde hazırlamıştır. O’nun bu görevleri yanında şiir, mûsıki ve hat sanatına ait birikimi de ayrı bir zenginliktir.  

İbnülemin’in biyografiye dayalı tertip ve tanzim edilmiş, bir tür tarih olan Son Sadrazamlar adlı eseri,   en sıkıntılı yüzyılın, o yıllardaki olumlu ve olumsuz rolleriyle Saray ve yakın çevresinin fotoğraflarıdır. Eser, sultan(lar)ın tavrına, sadrazamlara, siyasî, askerî kişilere, olaylara, durumlara ilişkin bilgi hazinesidir. Son Sadrazamlar adlı hem belgeye, hem gözlem ve hatıralara bağlı anıt eser, ağdalı dili bir kenara henüz aşılmamıştır. 

Son Asır Türk Şairleri adlı eser yer alan şahsiyetlerin her biri hakkında insanı şaşırtan bilgileri toplayan, hükümler veren antolojik zenginliğe de sahiptir. 

Türk bestecilerinin özgeçmişleri gibi görünen, mûsıkinin inceliklerini, nazımla ilişkisini de hayran bırakacak ifadelerle cümleleştiren Hoş Sada…

Hat sanatımızın son şahsiyetlerini, yazı çeşitlerini ve örneklerini bir araya getiren Son Hattatlar….

Vakıf kavramını ve bu kurumun işlevine, etkilerine, -hangi seviyede memur olurlarsa olsunlar- yetkilerini kötüye kullananların akıbetlerine de işaret eden Evkaf Nezaretinin oluşumu ve kaldırılıncaya kadar bu  kuruluşun biyografilerle bezeli tarihi…

Üç roman, birçok kitap ve risale… Gazete ve dergilerde kalmış yazılar ile divan mukaddimeleri…Merhum Ömer Faruk Akün’ün O’nu takdim eden  ve  Dursun Gürlek’in  dev iki ciltlik  çalışmasından çok  önce yazdığı gerçekten mükemmel Ansiklopedi maddesini (DİA, 21. cilt, İbnülemin Mahmud Kemal)  anmalıyız.

Emin’in oğlu anlamına gelen İBNÜLEMİN ifadesi, O’nun hem adı, hem unvanı olarak işlev görmüştür. İnal soyadını taşıyan ailenin en büyük oğlu Mahmut Kemal Bey, Mehmet Emin Paşanın üç evladından biridir: En küçük kardeşleri Ahmet Tevfik genç yaşında ölmüş, Mahmut Kemal Bey -başarısız teşebbüsleri bir kenara- hiç evlenmemiştir. Kendisinin küçüğü olan Mehmet Selim Bey’in ise, Emine Selma adlı bir kızı dışında çocuğu yoktur. Selma Hanım İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden sınıf arkadaşı Ahmet Nihat Akay ile  (Üç dönem Çanakkale milletvekili, MEB Müsteşarı) evlenmiştir. İki edebiyat hocası da Allah’a kavuşmuştur.  

İbnülemin kadar eski belge görmüş insan yoktur. Saray’a yakınlığı ile bilinen Mahmut Kemal Bey merhumun, hem kimseye kulluk etmeyecek kadar örnek şahsiyetine, hem de  tarih bilgisi konusundaki güvenilirliğine  dayanarak, İttihat Terakki üst yönetimi de,  gizli belgeleri  O’na emanet etmişlerdir. Devrin olay ve kişilerine karşı tarafsız olabildiğine inandıklarından siyasetçiler, Yıldız sarayı evrakı dahil -jurnalciliğin örneği olan- binlerce kirli belgeyi de, O’nun emrine vermişlerdir. İbnülemin Mahmut Kemal İnal, genç yaştan itibaren devamlı not alarak okuyan, meraklarına cevap olacak bilgileri öğrenme konusunda hiç üşenmeyen bir zekâ, yazmaktan yorulmamış bir çalışkanlık örneğidir.

İbnülemin’in hafızası,  binlerce şiiri, tarihî bilgiyi saklamasıyla dillere destan olmuştur. Hiç bir sözün altında kalmayan İbnülemin, asabiyeti ile meşhur, nükte,  sitem, azarlama, tenkid ve manzum hicivlerinde dili hem ağır, hem de söz ve mana sanatlarıyla örülüdür.  

Mütarekenin bu millete ve İstanbulluya ne yaptığını bilmek, Fransızların edepsizlik ve terbiyesizlik yanında içinde gasp ve hırsızlık da olan davranışlarını öğrenmek isteyenler “Kendime Dair” bölümünü okumalılar.

1880- 1920 arasında paranın ve malın çok el değiştirmiş olduğunu namuslu tarihçiler söylüyorlar.  Mütareke İstanbul’unda ise milletin bir kısmı ağır bedeller öderken, bir kısmı MİLLİ MÜCADELE için Anadolu’ya geçerken, bir kısmı İngiliz Muhipleri Cemiyetinde toplanıp “ne olduklarını” göstermişlerdir... Bazıları Amerikan, bazıları Fransız mandası isteyenler yanında, Türk ve Müslüman düşmanlığını saklamayan bazı gayri Müslimler ile sözde Müslümanlar, mallarına mal katmışlardır. İşte bu yıllarda İbnülemin ve O’nun gibi kimseye köleliğe, maşalığa razı olmayanlara ne olmuş derseniz, “Kendime Dair”i okuyun, lütfen.

 İbnülemin belirli bir makama çıkmış her memurun geçmişini, usulsüzlük ve yolsuzluklarını bilirmiş. Devrin fikir ve sanat adamları,  Onun konuşurken sözünü esirgemezliğini işitmek, görmek -hattâ tahrik ederek- ince nüktelerle bezeli küfürlerini dinlemek, sohbetinde  bulunmak için  can atarlarmış.

İbnülemin’in Mercandaki ve Yakacıktaki konakları, mûsiki fasıllarının,  tarih, sanat tarihi sohbetlerinin yapıldığı  bir tür akademi (Darül-kemal) imiş…

Gerçek şahsiyetler, millet denilen ağacın köklerinin ve gövdesinin yaşatılması konusunda gönüllü koruyuculuk yaparlar. 1870-1910 arasında doğan aydınlar, vatanseverliği, ataların ruhuna, tarihin ruhuna, toprağın ruhuna saygı ve sevgi göstermeyi, devletin bağımsızlığının imandan sayılması gerektiğini acı faturalarla ödediler. O nesil, emperyalizmin elinden bir millî devlet koparmanın çilesini yaşadılar. O insanlar yeni devlet yapılanırken de kendilerine düşenleri yaptılar. İbnülemin o mübarek neslin işaret taşlarındandır.

  Merhum, mağfur İbnülemin Mahmut Kemal konusunda Dursun Gürlek, örnek bir çabanın meyvesi olan iki cildi yayınlanmış bir araştırma ortaya koydu. Sayın Gürlek, 1500 sayfayı bulan ilk iki cildi basılmış, üçüncünün hazırlıklarını yaptığı gerçekten çok değerli çalışmasıyla,  eski zamanı yarına bağlayan bu şahsiyete hizmet etti ve çok dua aldı.

KE-TE-BE yayınevi, İbnülemin’in bütün eserlerini, kaliteyi ve titizliği önceleyen bir anlayışla yeniden basıyor; sağ olsunlar, var olsunlar. 

İBNÜLEMİN MERHUM

FAHRİ CELÂL GÖKTULGA 

Kabre kadar götürdükten sonra evlerimize dönerken, hattâ acele bile ediyoruz. O kadar vefâsız mıyız? O kadar çabuk mu unutuyoruz? Şimdiye kadar giden geri gelmiş değildir, öteki taraftan hiçbir haber yoktur. Rüyâlarda bile görmeye râzı olduğumuz kimlerimiz yok ki... Kimse kimseyi ayıplamasın, suçlu görmesin. Otun bile, taşın bile, dağın bile bir mukadder ömrü var. Dokuzda verilen sekizde, sekizde verilen dokuzda alınmıyor. Boynumuz öylesine büküktür ki tekâzâya mecal yoktur. Yaşadığı kadar heyûlâsını tesbit edememiş kullar, mezarlarını süslü taşlarla belli etmeye çalışırlar. Lahdi sağlam tutarlar ki kıyam kıyâmeti kaybolmadan bekeyebilsinler diye... Nasıl hep kendimizi görür, kendimizle meşgul oluruz. Zâten o kadar da başkalarına zaman ayırmaya imkân yoktur. Beş dakika sonra değil, hatta aldığımız nefesi verebileceğimizden haberli değiliz. Bu lâflardan maksad şikâyet değil. Bizim benzerlerimizden bizdekinin tıpkısını istemek neye yarar? Bize ölçtükleri gibi başkalarına da ölçmeğe kalkışırsak ömrümüz çekişmekle geçecektir.

Son Osmanlı Sadrıâzamları’nın müellif-i muhteremini de toprağa verirken bu bitmez tükenmez takazalarla sızlanıp durmakta idim. Bütün hayâtı tek başına geçen Mahmud Kemal Bey hakîkaten tek ve yalnızdı. Kimsesi yoktu ki ateşi vardı diye elini o güzel alnına koymuş olsun. Yatağı düzeltilmiş midir, yemeği iyi pişmiş midir diye alâka göstereni de olmamıştı. Acaba yanında böyle bir yakını olsaydı o kadar meşhur muharririmiz böyle de olur muydu; yâni fikrinde müstakil, idâresinde müstakil, hareketlerinde sâdece başına buyruk olmaktan dolayı mı böyle bu derece muvaffak olmuştu? Mânâ-yı tam ile mücerred-i pâk idi. Dîni bütün, namazını kazâya bırakmamış bir insandan zâten gizli bir ömür nasıl beklenebilirdi?

Osmanlı Sadrıâzamları’nın sâhifesini bir liraya yazdırmışlardı. Bankanın birisi ondan bir yazı istemiş, muhâsebecisiyle hemen parayı da gönderivermişti. Üniversitedeki kütüphânesinde, daha hak kazanmadığı böyle parayı almamak için o meşhur hiddetlerinin her şeklini gösterdiği halde almak lâzım geldiğini anlayınca cebine atmaya bir türlü râzı olamamış, kâtibin huzuru ile, kitaplardan birinin sâhifeleri arasına yerleştirmişti. Hakîkaten haklı imiş, iş bitmeden, galiba emr-i Hak vâki oldu. Eyâlât-ı Mümtâze kaleminin mütebahhir müdürü, aldığı tekâüdiyesine rağmen asla sıkıntı çekmeden, kimseye dert yanmadan geçinip gitti. Peygamber Efendimizin her an lütfuna mazhar olduğuna emin olduğu için, ağyâre âb-ı rû dökmeden geçen seksen küsur senelik ömründe onu muzdar gören olmamıştır.

Osmanlı şâirleri ve mûsikî üstadları

Biyografi ile uğraşmakta cidden büyük san’atkâr diyebileceğimiz de gene Mahmud Kemal Bey’dir. Sabih adlı bir roman da yazdığı halde gene de O’nu herkes Osmanlı şâirleri ile mûsikî üstadlarına dâir eserleri ile hatırlayacaktır. O yazıların hepsinde, her satırında, her fikrinde mutlaka O’nun imzâsı vardır; o kadar şahsîdir. Sadrıâzam Said Paşa’ya dâir olan cildde kendisini bütün hüneriyle görürüz. Said Paşa bile ondan haberdar olmuş, ‘beni sen yazacaksın, batıracak da çıkaracak da sensin’ demişti. Müverrihini vaktiyle keşfetmekte de Said Paşa, demek diplomatın diplomatı imiş. 

Bir ziyâretinde Paşa’yı karşıdaki bakkaldan, içi çektiği için aldırdıgı kaşkavalı yerken yakalayan müverrihinden ürkerek lokmasını yavaş yavaş, sakal üstünden bıyık altından idâre ile yerken nezaketle peynirin diğer kısmını minderin altına yerleştirme mecbur olan Said Paşa karşısında bir fâre görünce entarisinin eteklerini toplayarak, can havliyle masanın üstüne çıkar. Gözler yerinden dehşetle fırlaımş, Akabe meselesinde İngilizlerin ödünü koparttığı halde ‘aman efendim, fare’ diye feryad eder. Eh elbette koca sadnazam sıçan diyecek değil ya... Müverrihi de taş, gediğine yerleştirmekte, kendi telaffuzu ile, fırsatı kaçırmaz: ‘Kaşkavala yardımcı gelmiştir’ der. 

Tuhfe-i Hattâtin mukaddimesi sabrın güzel numunelerinden biridir. ‘Osmanlı Şâirleri’nde ne hoş bir zevk sâhibi olduğu görülür. ‘Son Mûsıkî Üstadları’nı bitiremedi. Rûhuna rahmet… 

Diyâr-ı yâre dilâ uğra bak eserlerine

Ne resme âşıkının dâğ urur ciğerlerine                     

                                                                                 

Kanı bu sahn-ı sefâda hıram iden canlar 

Ki şimdi kimse de vâkıf değil haberlerine 

Diyüp vedâ bu âsâr her birine ânın

Yazıldı hatt-ı fenâ safha-i mederlerine 

Bulup o genç-i nihânı bu günc-i viranda 

Geçenlerin kılalım canfedâ nazarlarına

Fahri Celal Göktulga: (1895-1975) İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. Topbaşı, Manisa ve Bakırköy Sinir ve Ruh Sağlığı Hastaneleri'nde klinik şefi ve başhekim olarak görev yaptı. 1960'da kendi isteği ile emekliye ayrıldı.

Eserlerinden bâzıları: Kına Gecesi (1923), Eldebir Mustafendi (1943), Avur-Zavur Kahvesi (1948), Salgın (1953), Rüzgâr (1955), Bütün Hikâyeler (Fahri Celal adıyla, 1973). Çanakkale’deki Keloğlan (1939 – 1960) Tıbbî araştırma: Kekemelik Bahsinde Yeni Görüş (1937).

SON ASIR TÜRK ŞÂİRLERİ

HÜSEYİN NİHAL ATSIZ

Günümüzün baş müverrihi, eski tâbirle ‘Reisü’l-Müverrihîn’i olan İbnülemin Mahmud Kemal Bey’in ‘Son Asır Türk Şâirleri’ adlı ölmez eseri geçen ay tamamlandı. On iki kitap hâlinde ve on iki yılda neşrolunup, 2352 sayfa tutan bu mühim eser 575 Türk şâir ve müteşâirinin hayatlarıyla, eserlerinden bahseden son Türk tezkeresidir. Fakat şimdiye kadar yazılan bütün tezkerelerden üstündür. Üstad, bu eseriyle, Türk tezkerecileri arasındaki güzel an’aneye göre Fatin Tezkeresi’ne bir zeyl yazmışsa da görüş, bilgi ve doğruluk bakımından hiçbir tezkere bununla ölçülemez.

Türk tezkereciliğinin kurucusu olan Nevâî ile O’nun koruyucusu olan üstâdın eserleri bu tezkereler silsilesinin başında ve sonunda birer ulu anıt gibi durmaktadır. Mecâlis’ün-Nefâis ile Kemâlü’ş-Şuarâ hiç şüphesiz edebî Türk mahsulleri içinde kemâle ermiş olanların nefislerindendir.

Bu ölmez eserin ne emeklerle, kaç yılda ortaya konduğu kitapta biraz anlatılmış olmakla berâber herhalde çekilen zahmetleri tamâmıyla anlatmamaktadır. Bir küçük eserin bile nasıl yazıldığı ancak erbâbmca mâlum olduğu için, Mahmud Kemal Bey’in eserinin nasıl bir ömür bahâsına meydana geldiği belki kolay kolay anlaşılamaz. Tercüme-i hal yazarken nasıl kılı kırk yararcasına inceleme yaptığı ‘Tuhfe-i Hattatin’, ‘Menâkıb-ı Hünerverân’, ‘Yahya Dîvânı’, ‘Hersekli Ârif Hikmet Dîvânı’, ‘Leskofçalı Galip Dîvânı’ mukaddemelerinden belli olan üstâdın bilhassa bugün yaşamayan mühim şahsiyetleri anlatırken ne derece uğraştığı anlaşılabilir. Bu eser, ilim sâhasma atılacak Türk gençlerine bir derstir. ‘Sa’y-ı akall’ kanûnu gereğince çalışmadan, göz nûru, para, emek, sıhhat ve hatta ömür tüketmeden büyük bir eser yazılamayacağının günümüzdeki örneğidir. Mahmud Kemal Bey bu işi başarırken, O’nu harekete getiren şey yalnız mâzimize, târihimize ve milletimize karşı duyduğu saygı olmuştur. O’nun bu derin saygısı, kendisinin de saygıya değer olmasını hak ettirmiş ve adı edebiyât târihimize altın harflerle yazılmıştır.

Hüseyin Nihal Atsız 1905-1975): Türkçülük düşüncesinin ideoloğu, şâir, fikir adamı, öğretmen ve yazar. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ve Yüksek Muallim Mektebi’nden mezun oldu. Liselerde edebiyat öğretmenliği yaptı, mecmuâlar yayımladı. Eserlerinden bâzıları: Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Deli Kurt, Ruh Adam, Yolların Sonu, Şehitlerin Duâsı, Her Çağın Masalı: Bozdoğanla Sarı Yılan, Dostum Esra.