Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine 

Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine 

İBNÜLEMİN MAHMUD KEMAL İNAL VE ESERLERİ -  11

<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>

ESERLERİ-4

SON HATTATLAR-1

 ‘Hat sanatı’ veya ‘Hüsn-i hat’, İslâm (Arap) harfleriyle güzel yazı yazma sanatıdır. Bu sanatla meşgul olan kimselere ‘hattat’ denir. MÖ 1500-540 yılları arasında Akdeniz çevresinde hüküm süren Finikeliler medeniyetinin ürünüdür. İslâm sonrası Araplar tarafından geliştirilmiş, Osmanlı Cihan Devleti döneminde sanat hâline gelmiştir. Bütün İslâm dünyâsında kabul edilen bu gerçek, en güzel biçimde; ‘Kur’ân-ı Kerîm Hicaz’da nâzil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.’ Sözleriyle ifâde edilmiştir. Hakîkaten İstanbul, Türkler tarafından fethedildikten sonra hat sanatının ölümsüz merkezi hâline gelmiş ve sonraki yıllarda bu sanat, İstanbul’dan dünyâya yayılmıştır. Bütün İslâm âlemi, hat sanatını en güzel şekilde öğrenebilmek için İstanbul’a akın etmiştir. Böylece Türkleşen ve Türk-İslâm sanatlarının en muhteşem dalı olan hat sanatının kalbi İstanbul’da atmıştır. 

İslâm târihinde bütün alanlarda olduğu gibi hattatların hayatına dâir bilgiler de önceleri genel biyografi kitaplarında yer almış; zamanla bu alanda müstakil eserler yazılmaya başlanmıştır. Osmanlı Devleti târihinde ise hattat biyografilerinin başlangıcı 16. asırda devrin entelektüel, târihçi, şair ve yazar Gelibolulu Mustafa Ali (l541-1600) tarafından 1587 yılında telif edilen ‘Menalab-1 Hünerveran adlı eserdir.

Suyolcuzade Mehmed Necib Efendi (v. 1757) hattat biyografisi kaleme alan bir başka müelliftir. ‘Devhatü’l-Küttab’ adlı eseri hat sanatları konusunun bir başka önemli başvuru kaynağıdır. Nefeszâde İbrahim’in (v: 1650) ‘Gülzar-ı Sevab / Doğruluk Bahçesi’ adlı eserine zeyl (ekleme - devâmı) olarak yazılmıştır. Gülzar-ı Sevab gibi eserlerden faydalanılmış, çağdaşı hattatlarla alâkalı bilgiler de bizzat kendilerinden ve yakın çevrelerinden toplamıştır.

Sanatın her dalı ile yakından ilgilenen İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın hat sanatlarıyla alâkadar olmaması düşünülemezdi. Bu muhteşem eser, 2021 yılında 620 sayfalık kitap hâlinde Ketebe Yayınları tarafından hat sanatı sevenlerine yeniden sunulmuştur. 

Osmanlı hattatları hakkında en zengin biyografi kaynağı olan ‘Tuhfe-i Hattâtîn’in sonrası getirilemediği için, onun telif târihi olan 1760’tan 1953 yılına kadar olan süre içinde gelmiş geçmiş hattatların hal tercümelerini tesbit maksadıyla onun zeyli (devâmı) olarak yazılmış eserde, 11’i kadın 329 hattatın, şöhret sâhibi oldukları yazı şubesine göre sınıflandırılmış hal tercümeleriyle yazılarından seçilmiş örnekler yer almaktadır. Bunlar arasında esas şöhretleri başka sahalarda olduğu halde edebiyatçı, mûsikîşinas, devlet adamı, hükümdar, hatta tulumbacı gibi şahsiyetlerin hat sanatıyla meşgul olmaları dolayısıyla eserde beklenmedik bilgiler getiren hal tercümelerine de rastlanır. Gençliğinden beri büyük fedâkârlıklar pahasına, en eskilerden kendi zamanındakilere kadar topladıkları ile bir hat eserleri müzesi hâline getirdiği konağındaki zengin koleksiyonunun levhalarını, murakkalarını fotoğraf ve klişeleriyle cömertçe kitabına aktarması ona ayrı bir değer katmıştır.

MAHMUD KEMAL İNAL

Yaşlılık çağının verimlerinden olan eser, Türk hat sanatının iki yüzyıla yakın son târihi içinde vardığı merhaleleri, devam ettirdiği, yaşattığı gelenekleri görmek, bunda emeği geçen sanatkâr kalemleri tanıyabilmek için müstesna bir kaynak teşkil etmektedir.

İbnülemin Mahmud Kemal, Osmanlı tabakat kitapları geleneğinin son temsilcisidir. ‘Son Hattatlar’ adlı eserinde Tuhfe-i Hattatin'den bu yana yetişen hattatların hal tercümelerini de yazarak bu sanat zümresini zamanımıza kadar getirmiştir: Kitap O’nun sıra dışı kişiliğine uygun olarak farklı bir üslûp ile yazılmıştır. 

Hattat biyografilerinin yazarları dönemlerinin önemli şahsiyetleridir. Kendilerinin biyografilerine baktığımızda aldıkları eğitim, devlet kademesinde veya ilim ve sanat çevrelerindeki önemli mevkileri vesilesiyle itibarları, ilgi alanlarının çokluğu gibi meziyet ve entelektualiteye sâhip olmalarından ötürü birden çok alan üzerine çalışmışlar ve eserler ortaya koymuşlardır.

Konuya eserlerin kendileri açısından bakıldığında şöyle tespitlerde bulunulabilir: Osmanlı devrinde yazılan Hattatların biyografilerinin içinde en kapsamlı olanının Müstakimzâde'ye âit olan ‘Tuhfe-i Hattâtîn’ olduğu görülür. Hem bütün İslâm coğrafyasından toplam 2069 hattatın hayat hikâyelerine yer verdiği hem de hüsnühat sanatıyla ilgili hadisler, makaleler ve daha birçok önemli bilgiyi ihtiva etmesi ve günümüzde belki de geçmişten daha fazla önemi hâiz olması bakımındandır. 

Aynı şekilde İbnülemin'in ‘Son Hattatlar’ adlı eseri de her iki eser arasında klasik tarzda yazılmış eserlerden sonra ise büyük ölçüde bu eserlerden istifâde edilerek günümüz insanına/konuyla ilgilenenlere hitap edecek bazı yeni kitaplar da yazılmıştır. Bunlar arasında Şevket Rado, ‘Türk Hattatları’ adh eseri kaleme almıştır. (baskı târihi belirtilmemiştir) Bu konuda en fazla makaleleri ile eser veren Dr. Uğur Derman Hoca’dır. Yukarıda bahsedilen kitaplardaki bilgileri Hocası hattat Necıneddin Okyay'ın hâtırâları ve hattatların eserleriyle birlikte birçok makaleler ve koleksiyon kitaplarında yayınlamıştır. Meşhur Hattatlar adlı kitabında bu kaynaklarda geçen hattatların eserlerini yurt içi ve yurt dışı yazma kütüphânelerindeki eserlerini toplayarak hacim olarak genişletmiştir. Aynı şekilde Ali Alparslan Ünlü Türk Hattatlarını, Ekrem Hakkı Ayverdi, Fâtih Devri Hattatlarını hep yukarıda bahsedilen kitaplarda araştırma yaparak oluşturmuşlardır. 

Genç akademisyen Hilâl Kazan ise milletlerarası bir sempozyum vesilesiyle daha önce başlamış olduğu kadın hattatlar üzerindeki çalışmalarını hızandırmış, hem bahsi geçen eserlerden hem de yurtiçi ve yut dışında yaptığı çalışmalar neticesinde 2010 yılında ‘Dünden Bugüne Hanım Hattatlar’ adıyla 91’i geçmişte yaşamış, 71’i günümüz kadın hattah olmak üzere 162 kadın hattatın hayat hikâyelerini derlemiştir. 

‘Son Hattatlar’ yahut İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın verdiği isimle ‘Kemâlü’l-Hattâtîn’; Gelibolulu Âlî’den ve Müstakimzâde Süleyman Saadeddin Efendi’den (1719-1788) devralınan biyografi yazımının son halkasını temsil ediyor.

İbnülemin kaynaklardan ulaştığı yahut bizzat tanıştığı hattatların teferruatlı hayat hikâyelerini ve eserlerinden numuneleri bir araya getiriyor. Bu sâyede Osmanlı’nın son döneminde yetişmiş hattatların büyük bir kısmı isim olmaktan kurtuluyor; isimleri, resimleri, hatt-ı destleri İbnülemin’in eserinde hayat buluyor. İbnülemin’in bütün biyografik eserleri aynı zamanda otobiyografik eserlerdir. Bu bakımdan hatta ve hat sanatına ilgisi olmayanlar da bu kitapta son devir bir İstanbul efendisinin hayatına, ikili ilişkilerine, siyâsî hâtıralarına, kitap kültürüne dâir alâka çekici hikâyeler bulabilirler.

UĞUR DERMAN

Son Hattatlar’ın tekrar basımında önceki baskıların maddî şartların izin vermediği fakat bugün mümkün olan değişiklikler yapılmıştır. Bunlardan en önemlisi hat levhalarının renkli olarak basılması ve siyah beyaz silik hattat fotoğraflarının elle çizilmesidir.

İkinci Meşturiyet döneminde Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi Evkaf Nâzırı iken Medresetü’l-Hattâtîn’in açılmasında önemli bir rol üstlenen İbnülemin, Cumhuriyet döneminde de hat sanatı hakkındaki çalışmalarına devam ederek Gelibolulu Mustafa Âli Efendi’nin ‘Menâkıb-ı Hünerverân’ ve Müstakimzâde Süleyman Sa‘deddîn Efendi’nin ‘Tuhfe-i Hattâtîn’ adlı eserlerinin 1926 ve 1928 yılında yeniden yayınlanmasını sağlamıştır. Bunun yanı sıra İbnülemin Efendi, 1932’de ‘Türklerin Arap Harflerini Tanzim ve İhya Etmek Suretile İlme ve Medeniyete Hizmetleri’ ve 1941 yılında Çınaraltı dergisinde ‘Hat ve Hattatlar’ adlı yazıları kaleme almıştır. Aynı zamanda kendisi de bir hattat olan İbnülemin, 1955 yılında ise ‘Son Hattatlar’ adlı eserini yayınlayacak ve bu alandaki literatüre oldukça önemli bir katkıda bulunmuştur.

Hattatlara dair yazılan eserler arasında Menâkıb-ı Hünerverân (Gelibolulu Mustafa Âli Efendi), Hat ve Hattâtîn (İranlı Habib Efendi), Tezkiretü’l-Hattâtîn (Mehmed Şem’i Efendi), Tuhfe-i Hattâtîn (Süleyman Sa‘deddîn Efendi) Mir’at-ı Hattâtîn (Süleyman Efendi) gibi eserlerden söz eden İbnülemin, bu eserler içinde en kapsamlı olan Hat ve Hattâtîn’de Türklerden ziyade İranlı hattatların yer alması sebebiyle 18. yüzyıl sonlarına ait Tuhfe-i Hattâtîn’in kapsadığı dönemden 1955 yılına kadarki hattatların hayatını yazmaya koyulmuştur. ‘Bizim hattatlarda bir birini çekememekden ve kendinden daha büyük hattat tasavvur etmemekden vaz geçüb de ellerinden geldiği kadar bezli mesai etselerdi Hattatlar târihi 173 sene mühmel (ihmâle mâruz kalmış) ve muattal (kullanılamaz durumda) kalmazdı’ diyen İbnülemin, uzun yıllar süren bir çalışmanın sonucunda ‘Son Hattatlar’ adlı eseri ortaya koymuştur.

CELİ SÜLÜS LEVHA

İkinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde hat ile ilgili birden çok eser ortaya koyan İbnülemin, bu sanata karşı özel bir ilgiye sâhiptir. Evi âdeta bir ‘hat eserleri müzesi’ olan İbnülemin’in koleksiyonunda başta Şeyh Hamdullah olmak üzere Hafız Osman, İsmail Zühdi, Yedikuleli Seyyid Abdullah, Şekerzâde Mehmed Efendi gibi tanınmış hattatların eserleri bulunmaktadır. İbnülemin, Recaizâde Mahmud Ekrem’in Mercan’daki konaklarına geldiği günü anlatırken ‘odanın divârlarına –bir birine muttasıl (birbiriyle bitişik) olarak asılan- yazı levhalarına mütehayyirâne  (hayranlıkla) baktıktan sonra ‘Burası tekke midir?’ su’âlini pek zarîf bir sûrette irâd etti” demektedir. 

Kitaplarının yanı sıra pek çok yazı örneğinden oluşan bu zengin koleksiyonu da üniversiteye bağışlamıştır. Hat sanatıyla yakından ilgilenen İbnülemin’in 1955’te yayınlanan Son Hattatlar’ı yazmayı da daha önceki yıllarda düşündüğü anlaşılmaktadır. Nitekim, 1941 yılında basılan ‘Hat ve Hattatlar’ başlıklı yazısında Tuhfe-i Hattâtîn’den söz ederken ‘Müellifi, onu yazalı bir buçuk asrı geçti. O müddettenberi yetişen hattatlar için bir eser yazmağa himmet eden olmadı. İçimizde bunca sayın târihçi ve engin bilgin, müellif ve kopist musannif mevcut iken bu hususta da ben cür’et göstersem, bilmem ki had naşinaslık etmiş (haddimi aşmış) olur muyum?’ ifâdesini kullanmaktadır. 

İstanbul Üniversitesi’ndeki kütüphânede çalışmalarına devam eden İbnülemin, çevresinden gördüğü istek ve teşvik üzerine 1953’ten sonra Son Hattatlar üzerinde çalışmaya devam etmiş ve Tuhfe-i Hattâtîn’de yer almayan pek çok hattata zeyl (ekleme) kısmında yer vermiştir.

Maarif Basımevi tarafından 1955 yılında basılan Son Hattatlar, 1780’lerden 1950’li yıllara kadarki hattatların biyografilerini ve yazı örneklerini içermektedir. Osmanlı hattatları hakkındaki en önemli kaynak olan ve iki binden fazla hattattan söz edilen Tuhfe-i Hattâtîn’in zeyli (devâmı) olarak kaleme alınan Son Hattatlar’da 329 hattatın hayatına yer verilmektedir. Bunun yanı sıra İbnülemin, kendi şahsî koleksiyonundan ve önemli ölçüde Ekrem Hakkı Ayverdi koleksiyonundan faydalanarak bu kişilerin hat örneklerine eserinde yer vermiştir.  Şevket Rado, Son Hattatlar’ın ‘Tuhfe’den sonra yeni zamanlar için en zengin kaynak’ olduğunu ifâde etmektedir.

İbnülemin, eserinin önsözünde öncelikle Türk hattatların yazı sanatındaki çalışmalarından bahsetmekte ve bu alanda diğer milletlere mensup hattatlardan daha başarılı olduklarını belirtmektedir: ‘Hakka riâyet ve hakikata hidmet etmiş olmak üzre söyleyim ki sülüs, nesh ve celi yazıların tekemmülüne, akvamı İslâmiyye içinde en ziyâde Türkler ve bilhassa Osmanlı Türkler, fevkalâde himmet ve bu suretle medeniyete ve ilme hizmet etmişlerdir. Zevk-i selim erbabını hayran ve sitayişhan edecek derecede zarif, lâtif, metîn, dilnişin, nefîs, nazar rüba yazılar yazmışlardır ki Arab, Acem ve diğer Müslim milletler arasında zuhûr eden hattatlar, hiçbir devirde Osmanlı Türkler mertebesinde sülüs, nesh ve celi yazamamışlardır.

İbnülemin, İslâm âleminde resmin pek ilgi görmemesi sebebiyle hat sanatının güzel sanatlar içinde önemli bir yere sâhip olduğunu söylemekte ve pek çok devlet adamının da güzel yazı sanatı öğrendiğini ifâde etmektedir.

Bunun yanı sıra İbnülemin, Tuhfe-i Hattâtîn’in yazılmasının üzerinden bir buçuk asır geçmesi sebebiyle aradaki hattatların tespitinin ve eserlerine ulaşmanın zorluğuna dikkat çekmekte ve pek çok hattat hakkında bilgi edinmenin neredeyse imkânsız olduğunu ifâde etmektedir. Söz gelişi, elli yedi mushaf-ı şerif yazan Nailî Efendi hakkında daha önce tek satır yazılmadığını belirtmektedir.  

Son Hattatlar’ın yazılış maksadına uygun olarak dönemin en meşhur hattatlarının yanı sıra bu sanatla ilgilenen yüzlerce hattatın hayatına ve yazı örneklerine yer verilmektedir. 

Son Hattatlar Hakkında Yazılanlar-1

Hakkı Süha Gezgin

Tenâsühe inansaydım; biyografi âlimi, hattat ve mutasavvıf Müstakimzâde Süleyman Saadeddin Efendi’nin (1719-1788) İbnülemin Mahmud Kemal adıyla, ikinci kere dünyâya geldiğine and içerdim. İkisinin arasında bilgi derinliği, tahkik genişliği, terkip kabiliyeti bakımlarından o kadar büyük bir benzerlik var.

Son Hattatlar, Tuhfetü'l-Hattâtin’in âdeta ikiz kardeşi. Gelibolulu Ali'nin rûhu, ‘Menâkıb-ı Hünerverân’ mukaddimesi ile şâd olmuştu. ‘Son Hattatlar’, Süleyman Sadeddin'i Fâtihaların en makbulü ile kanatlandırdı.

Bizde tercüme-i hal toplamak, eser bulmak çok güçtür. Yol, kutup dağları kadar tenha ve ıssızdır. Tutunduğumuz yerler kopar. Dayandığınız deliller çürür. Yeniden başlar, tekrar yorulursunuz. Eser sâhipleri, kendilerinden bahsi tevâzûlarına yaraştırmazlar. Geride kalan en yakınları ise, ya babalarının, dedelerinin kudretinden habersizdirler yâhut da bunları değerlendirecek bilgi ve anlayıştan nasipsiz.

Son Hattatlar gibi azametli bir cild, nasıl, hangi emeller, ne çileler pahasına elde edildi. Bunu, kendi kendime sorarken bile, derin bir boşluğa düşer gibi oluyorum.

İbnülemin Mahmud Kemal Beyefendi üstâdımız, bütün bunları önceden kestirmiş ve her fırsatta meşhurlarımızı söyleterek not almış. Eseri bir ilim kalesi hâlinde yükselten taraflardan biri de bu.

Bildiklerimi, bilirim sandıklarımı bu kitapta tekrar gözdesi geçirirken, ne yeni şeyler öğrendim. Meselâ Kadıasker Mustafa İzzet Efendi (1801-1876) hakkında bildiklerimiz, incir çekirdeğini doldurmazdı. Bize ‘neyzen’, ‘bestekâr’ ve ‘hattat’ Mustafa İzzet'i, bütün varlığı ile üstâdımız öğretti. Kitapta bunun gibi daha ne hazîneler var.

Üstâdın hiç özenmediği halde, renkli ve ışıklı üslûbu göz alıyor. Gerçek bilgi, bulutsuzdur. Söylediklerinde karanlık nokta bırakmaz. Çünkü şüphelerin en çetrefilini o, herkesten önce kendi yaratmış ve sonra onları dağıtacak sened ve vesikaları sıralamıştır. Sâhifelerdeki berraklık, işte bu kudretten doğuyor.

İbnülemin'in himmetini kuru bir şükranla ödemek ne mümkün. Ancak bu âbidenin yanına bir taş ilâve edebilenler, ona lâyık şâkird (öğrenci) sayılabilirler.

Üstâdımız, kitabın sonunda: ‘Bizden evvel ekdiler, ekl eyledik / Şimdi biz ekdik, gelenler ekl eder’ buyurmuş. ‘Mâzi’nin hakkını bu kadar asâletle ödeyene ve gelececeğe böyle şâhâne bir miras bırakanlara ne mutlu. Allah O’na uzun ömür versin ki, nimetini daha çoğaltsın, memleketin minneti de o nisbette artsın.’

Hakkı Süha Gezgin: Son Hattatlar. Vakit Gazetesi, İstanbul 17.03.1956.

…………………

murakka: Birkaç kâğıdın suları aksi yönde olmak üzere üst üste yapıştırılmasıyla elde edilen mukavvaya verilen ad. Üzerine yazı sayfası yapıştırılır veya cilt kapağında kullanılır. Bunların üzerine yapıştırılan Sülüs ve Nesih yazılara da ‘Murakka' denir. 

Sülüs yazı: Arap alfabesiyle yazılan bir tür süslü yazı veya kalınca bir yazı türüne verilen ad. Osmanlı mimarisinde de camilerde, kervansaray ve medrese kitabelerinde sülüs yazı türünün celîsi (büyük yazılanı) yaygındır. 

Nesih yazı: Osmanlılar tarafından yazmalarda kullanılan, yumuşak, köşeleri yuvarlaklaşmış, işlek bir yazı türü ve Arap harflerinin, basımda ve yazma kitaplarda en çok kullanılan çeşidi...

celi yazı: Celî kelimesi bir yazı çeşidini değil karakterini ifâde eder. Hemen bütün hat nevilerinde yazının, bir yazı cinsi meşk edilirken kullanılan meşk kaleminden daha geniş bir kalemle yazılan iri şekline celî denir.