Vefatının 21. Yılı Vesilesiyle  AHMET KABAKLI  Hayatı, Fikriyatı ve Eserleri - 21

<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>

‘AHMET KABAKLI HOCA, BİR MEKTEP ADAMDI’ - 1

Oğuz Çetinoğlu: Ahmet Kabaklı Hocamızın şahsiyet ve karakter özellikleri ile ahlâk anlayışı hakkında söyleyeceklerinizle röportajımıza başlayabilir miyiz?

Dr. SÂKİN ÖNER

Dr. Sâkin Öner: Memnuniyetle. Röportaja bu soru ile başlamanız çok isâbetli oldu. Ahmet Kabaklı Hocamız her şeyden önce bir şahsiyet ve karakter âbidesiydi. Mehmet Âkif gibi, Nihal Atsız gibi, Nurettin Topçu gibi, düşündüğü ve inandığı gibi yaşayan, yazıları ve konuşmalarında inandığı fikirleri cesâretle savunan, özü sözü bir, güvenilir insandı. Kabaklı Hoca, aynı zamanda çok nâzik bir insan, bir nezâket ve zarâfet âbidesiydi. O, nezâketle asâleti birleştiren bir edep insanıydı. Dört başı mâmur bir beyefendiydi. Türklüğü ve İslâmiyeti hayatının gayesi hâline getiren, onlara lâyık olmaya çalışan Kabaklı Hoca, büyük bir fikir ve dâvâ insanıydı. Müslüman Türk aydın kimliğinin en müşahhas ve en muhteşem örneklerinden biriydi.

Kabaklı Hoca bir alperen ahlâkına, alperen yaşayışına, alperen hürriyetine, milletinin her varlığını kuşatan alperen sevgisine sâhipti. O’na göre Alperenlik; ‘İslâm’a tam iman, millete tam hizmet şuuru içindeki kahramanlıktır. Kahramanlık ise kötülüğe kapılmayan, haram mala el sürmeyen, her ne şart içinde olursa olsun Allah’tan başka hiçbir varlıktan korkmayan, yalana, hileye, millet malına sarkmayan irâde ile nefisten kurtuluş imtihanını kazanmaktır.’

Kabaklı Hoca, bâzı edebiyatçılar tarafından; eserlerinde doğruluğu ve dürüstlüğü anlatmasıyla, ‘Yusuf Has Hacib’e, Türk dilinin korunması ve geliştirilmesi için yaptığı mücâdele ile ‘Kaşgarlı Mahmud’a’ ve bilgeliği ve otoritesi yönüyle, ‘Dede Korkut’a dünyânın neresinde Türk varsa onların dertleriyle hemhal olmasından dolayı ‘Derviş gaziye, akıncı beyine’ ve her çağrılan yere gitmesiyle, ‘Evliya Çelebi’ye benzetilmiştir.

Çetinoğlu: İdeal bir eğitimci olan Ahmet Kabaklı’nın eğitimciliği ve eğitim anlayışı konusunda neler söylemek istersiniz? 

Dr. Öner Ahmet Kabaklı, gerek yazılarında, gerek kitaplarında, gerek konuşmalarında, gerekse cemiyet hayatında, hep öğretmen kimliğini ön plâna çıkarmıştır. O, sanki öğrenmek ve öğretmek için dünyâya gelmişti. Parasız yatılı imtihanını kazanıp İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’ndan diploma aldı. İstanbul Edebiyat Fakültesi’nden de mezun olup elli yıl öğretmenlik yaptı. Öğretmenliği sâdece okul duvarları arasında kalmadı. Öğretmenlik O’nun hayatının her anına sinmişti. Çünkü hedefi ve idealleri olan bir münevver olarak, bunları topluma ancak eğitim yoluyla yansıtabileceğini biliyordu.  Ahmet Kabaklı, elli yıl boyunca öğreticilik vasfını kaybetmedi. Öğretmenliğe başladığı Diyarbakır’da okul saatleri dışında oranın en büyük değerleri olan Süleyman Nazif ve Ziya Gökalp için anma günleri, ‘Dîvan Edebiyatı Geceleri’  düzenleyerek, Diyarbakır Halkevi’nce yayımlanan ‘Karacadağ Dergisi’ni ayağa kaldırarak öğrencilerine ve Diyarbakır halkına seçkin bir kültür muhiti meydana getirmeye çalıştı.

Ahmet Kabaklı, eğitimin millî ve siyâset üstü olması gerektiğini söylerdi. Millî şuurun ve millî ruhun ancak eğitim yoluyla yeni nesillere kazandırılacağına inanıyordu. Bu yüzden müfredatın da millî olması gerektiğini savunuyordu. Eğitimde kemiyetten çok keyfiyetin, yâni kalitenin önemli olduğunu vurguluyordu.  Kabaklı Hoca bu ruhla mücâdele etmek, öğretmek, ayakta kalmak ve Türkiye’nin hemen hemen üç nesil ‘çocuk, genç ve olgunlarına bir şeyler öğretmek’ için sabırla yılmadan ve yorulmadan çalıştı. 

Çetinoğlu: Kabaklı Hoca’nın Türk dilinin, Türkçe’nin mevcut durumu ve geleceği ile alâkalı görüşlerinden söz eder misiniz?

Dr. Öner: Kabaklı Hoca bütün yazı ve kitaplarında ‘Yaşayan Türkçeyi savunmuş ve bu Türkçe ile yazmıştır. Bu Türkçe; arı, duru ve sâde bir Türkçedir. Bu Türkçe, Destanlar Devri’nden, Halk ve Dîvan edebiyatlarından süzülüp gelen, münâsebete girilen Doğu ve Batı kültür ve medeniyetlerinden etkilenen bir İmparatorluk Türkçesidir. Kabaklı Hocamız sözünde, sohbetinde, kaleminde; ‘sevgi, merhamet, şefkat ve gönül dili’ kullanmıştır. O dil, Türk milletinin mâzisinden, ruhundan, gönlünden, inancından süzülen öz dilimizdir. 

Kabaklı Hoca, Yaşayan Türkçe Hareketiadıyla başlattığı dil hareketi ile dilimize giren ve çok kullanılan kelimelerin artık dilden atılamayacağını, bu kelimelerin halkın dilinde yer ettiğini ve kullanıldığını, bunların dilimizi zenginleştirdiğini savunmuştur. Hoca, dilimize ve kültürümüze malolmuş, halkımızın rahatlıkla anladığı kelimelerin, hangi kökenden olursa olsun ‘Öztürkçeleştirme’ adı altında tasfiye edilmesine karşı çıkmıştır.  Kabaklı Hoca, Türk Dil Kurumu'nda 1995 yılından itibâren üye olarak görev yaptı. Kabaklı Hoca’nın çok iyi derecede Fransızcaya vâkıf olduğunu biliyoruz. Hoca buna rağmen, ‘yabancı dille eğitime’ karşıydı. Ama Türk gençlerinin, dünyâ gençliği ile rekabet edebilmek için ‘yabancı dil öğretimi’ne önem vermelerini istiyordu.  Ahmet Kabaklı hocamız yaklaşık 40 yıllık yazı hayatında Türkiye’de doğru dil, doğru din, doğru târih ve doğru iktisat konusunda meseleleri çok açık ve kesin bir şekilde edebî bir dille ortaya koyan fikir adamlarımızdan birisiydi. O, basın târihimizde; Cumhuriyet Dönemi’nde, ‘Edebî gazeteciliğin öncülüğünü’ yapmıştır.

Çetinoğlu: Yazılarında sohbetlerinde okuyucusunu dinleyicisini, dâima iyiye, doğruya ve güzele yönlendirirdi. O’nun nazarında iyi, doğru ve güzel kavramları neleri ifâde ediyordu?

 Dr. Öner: Hangi yaşta olursa her insana değer veren, görüşlerini dikkatle ve sabırla dinleyen ve büyük bir nezâketle cevap veren bir insandı.  Kabaklı Hocamız, özellikle gençlere çok değer ve önem verir, onları hiç kırmazdı. Onların iyi yetişmesi için elinden gelen çabayı gösterirdi. 1960’lı yılların son döneminde üniversite öğrencisiydim, Yeşildirek’teki Rüstempaşa Yurdu’nda kalıyordum. Hocamızı yurdumuza dâvet ettik, seve seve geldi ve Türkiye’nin meseleleri üzerinde güzel bir konuşma yaptı. Konuşmasının sonunda Hocamızın samîmi yaklaşımından cesaret alarak ve genç olduğumuz için kendisini bazı konularda eleştirdik. Bunları son derece olgun karşıladı ve her zamanki güler yüzüyle eleştirilerimizi cevaplandırdı.

Kabaklı Hoca, bütün yazı, kitap ve konuşmalarında Türk milletini her zaman iyiye, doğruya ve güzele yönlendirmiştir. O’na göre ‘iyi, doğru ve güzel’ kavramları, gerçek insanın ruh ve düşünce dünyâsını ifade etmektedir. Hocamız Türk insanının; Türk töresi, İslâm ahlâkı ve cihanşümul insanî değerlerin imtizacından meydana gelen bir değerler birleşimini yaşaması ve yaşatması gerektiğini savunuyordu. Bu değerleri içselleştiren insanımızın ‘doğru, dürüst, hoşgörü sâhibi, iyiliksever, paylaşmayı ve yardımlaşmayı benimsemiş, herkese sevgi ve saygı ile yaklaşan, uzaklaştıran değil uzlaştıran, olumsuzlukları değil olumluları ön plana çıkaran’ bir anlayışta olmasını savunmuştur. Kendisi de bu özellikleri hayat şekli olarak benimsemiştir. Bir iman ve aksiyon insanı olan Kabaklı Hoca yazılarında en çok Ahlâk, adâlet, doğruluk, dürüstlük, fazilet, alperenlik, bilgelik, asâlet” kavramları üzerinde durmuştur. Ahmet Kabaklı Hocamız gerçek bir ‘Harput Beyefendisiydi…’

Çetinoğlu: Kabaklı Hoca’nın sağlığında ve vefatından sonra resmî ve özel kuruluşların vefa borcunun îfası konusundaki değerlendirmenizi lütfeder misiniz? 

Dr. Öner: Ahmet Kabaklı Hocamıza sağlığında 14 Aralık 1996'da Aydınlar Ocağı ve 55 gönüllü kuruluşun desteğiyle Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen bir törenle, ‘Şeyhül Muharririn’ (yazarların üstadı, şeyhi, pîri) unvanı verildi. O törene katılanlar arasındaydım. O törende Millî Eğitim Bakanından, Kabaklı Hoca’nın mezun olduğu ve uzun yıllar öğretmen olarak çalıştığı Çapa’daki Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi’ne ‘Ahmet Kabaklı’ adının verilmesi talep edildi. Bakanlık bu talebi olumlu karşıladı ve hocanın adını okula verdi. Fakat okul mezunlarının karşı çıkarak açtıkları dâvâ sonucu, bu isim yargı kararıyla kaldırıldı. Bir kısmı Kabaklı Hoca’nın sağlığında, bir kısmı vefatından sonra Türkiye'de bazı ilkokul ve liselere Ahmet Kabaklı'nın adı verildi. Meselâ İstanbul Başakşehir’de Ahmet Kabaklı İlkokulu, Ankara Mamak’ta Ahmet Kabaklı İlkokulu ve Ortaokulu, Elazığ’da  Ahmet Kabaklı Anadolu Lisesi gibi. 2011 yılında ise Ahmet Kabaklı hâtırasına İstanbul'un Fâtih ilçesinde Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi içerisinde kendi adını taşıyan ve içerisinde Ahmet Kabaklı'nın özel kitap  koleksiyonu ve 30.000 civarında kitap bulunan ‘Ahmet Kabaklı Halk ve Çocuk Kütüphânesi’ açıldı. Elazığ'da ise Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından yapılan 2812 kişilik bir öğrenci yurduna ‘Ahmet Kabaklı Erkek Öğrenci Yurdu’ ismi verildi. Bunlara rağmen,  ülkemizin üç kuşağına Türk-İslâm kültür ve medeniyeti eğitimi veren bir eğitimci, kültür insanı ve yol gösterici bir fikir önderine bugüne kadar yapılanları yeterli görmüyorum. 

Çetinoğlu: Kabaklı Hoca’nın eğitim, kültür ve sanat adamlığı hakkındaki düşüncelerinizi lütfeder misiniz? Siz eğitim ve kültürle alâkalı yetkili bir devlet görevlisi olsaydınız, vefatından sonra Hoca için nelerin yapılması konusunda talimat verirdiniz?

Dr. Öner: Ahmet Kabaklı, 1948’de başladığı öğreticilik yâni öğretmenlik mesleğini 1974 yılına kadar devam ettirdi. O târihten sonra da İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Konservatuvarı’nda Türk Edebiyatı dersi okuttu. O, sıradan bir edebiyat öğretmeni değil, sıra dışı bir hocaydı Kendisini öğrenmek ve öğretmekle vazifeli addediyordu. 

O, sâdece gençleri eğitmekle yetinmedi, daha geniş bir âileye yâni millete ulaşmak arzusuyla günlük gazete yazılarıyla ve kitaplarıyla öğretmenliğini topluma yaydı. Kabaklı, Türk edebiyatına ve kültürüne hizmet etmeyi hayatının gayesi olarak gördü. O, modern bir alperendi. Yazılarında ve konuşmalarında Anadolu’yu kılıçla, ilimle, sanatla fetheden alperenlerin şaşırtıcı ve olağanüstü yeteneklerini yücelten Ahmet Kabaklı; geçmiş asırların efsanevî gazi dervişlerinin yerine modern alperenlerin Türkiye’nin bilimine, sanatına, siyâsetine katkıda bulunacaklarını düşünüyor, demokratik ve güçlü bir ülke özlemiyle yaşıyordu. Bir kültür insanı olan Kabaklı Hoca;  ‘Dil ve kültür olmadan millet olmaz. Kültür, onu meydana getiren milletle beraber doğar, çoğalır ve gelişir.  Yeniden kültür yapılamaz, Yeniden musiki, yeniden dil, yeniden terbiye,  Yeniden hukuk, yeniden iman ve inançlar yapılamaz.’ Diyordu. O, bütün hayatı boyunca fikriyle, zikriyle, kalemiyle Türk kültürünü savunmuştur. 

Eğitim ve kültürle alâkalı yetkili bir devlet görevlisi olsaydım; Ahmet Kabaklı Hoca adına bir ‘Araştırma Enstitüsü’ kurdururdum, Kültür Bakanlığınca adına her yıl başarılı şâir ve yazarlara ‘Edebiyat Ödülü’ verilmesini ve Millî Eğitim Bakanlığı’nca mesleğe yeni başlayan her Türkçe ve Edebiyat öğretmenine Hoca’nın beş ciltlik “Türk Edebiyatı” kitabını armağan edilmesini sağlardım.

Çetinoğlu: Kabaklı Hoca’mızın şâirliği ve şiir anlayışını değerlendirir misiniz? Halk şiiri / Tekke ve tasavvuf şiiri, Dîvan şiiri, Tanzimat şiiri, Servet-i Fünun şiiri, Fecr-i âti şiiri, Millî Edebiyat şiiri, Cumhuriyet şiiri, Birinci yeni ve İkinci yeni şiiri hakkındaki tercihleri hakkında neler söylemek istersiniz?  

Öner: Ahmet Kabaklı’nın Türk edebiyatını bütün yönleri, dönemleri, türleri ve şahsiyetleri ile ele alan, ilk baskılarında 3 cilt, daha sonraki baskılarında geliştirilerek 5 cilt olarak basılmış olan Türk Edebiyatı isimli kaynak kitabı her konuda olduğu gibi, şiir anlayışını ve edebî dönemlere bakışını görmek mümkündür. Hocamızın bu eseri, modern tarzda hazırlanan ve Türk edebiyat târihçiliği açısından kıymetli çalışmalardan biridir. Kabaklı Hoca, Türk târihine ve bütün Türk devletlerine bir bütün olarak baktığı gibi, Türk edebiyatının dönemlerine de bir bütün olarak bakmıştır. Edebî eserlerimizin hepsinin, milletimizin değişik dönemlerin farklı şartlarına göre duygu ve düşüncelerine tercüman olduğu görüşündedir. Yusuf Has Hacib’i de, Yunus Emre’yi de, Mevlâna’yı da, Dede Korkut’u da, Fuzûlî’yi de, Karacaoğlan’ı da, Nedim’i, Yahya Kemal’i de, Mehmet Âkif’i de ve Necip Fâzıl’ı da duygu ve düşünce dünyâmızın ayrı bir boyutu, rengi ve değeri olarak görür. Kabaklı Hoca, Halk Edebiyatı’na da, Divan Edebiyatı’na da, yeni edebiyata da hâkimdi.

 Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı Dergisi’nin ilk sayısında ‘Çıkarken’ başlıklı yazısında derginin çizgisini şöyle açıklamıştı: ‘Bugüne kadar birçok sanat ve fikir hareketine öncülük eden Türk Edebiyatı Cemiyeti, sayısı pek çok olan değerli mensupları ile Türk milletinin geçmişi ve bugünü, eski ve yeni edebiyatçılar, çağdaş ve klâsik sanatlar arasındaki yakınlaşmayı Türk Edebiyatı dergisi ile düşünüyor.’ Bu açıklamada belirtildiği gibi, Türk Edebiyatı Dergisi kesintisiz 50 yıldır devam eden yayın hayatında edebiyatımızın geçmişi ile bugünü arasında bir köprü görevi görmüştür. Bir taraftan günümüzün yetenekli şâir ve yazarlarının eserlerine yer verilirken, edebiyatımızın geçmiş bütün dönemlerinin sanatkârları ve eserlerine de yer verilmiştir. 

Kabaklı Hoca, kamuoyunda yazar olarak tanınır. Ama birçok yazarımız gibi yazı hayatına şiirle başlamıştır. Kabaklı 1956 yılında gazete yazarlığına başlayınca şiiri bırakmıştır. Şiirleri sayıca az olmasına rağmen nitelik bakımından edebiyatımızda önemli yer tutar. Mehmet Âkif ve Necip Fâzıl’ın sanatı hakkında hazırladığı kitaplarda kafiyelerden fikirlerin bediîliğine, heceden ritmin vurgularına kadar şiir sanatında şâir kadar şiir sanatına hâkim olduğu görülür. Kabaklı Hoca, ölçülü ve kafiyeli her metnin şiir olmayacağını, sözün şiir olması için seçkin bir söyleyişle ifâde edilmesi gerektiğini, sözün o zaman değer kazanacağını belirtmiştir. Sâdece ölçülü ve kafiyeli söz olarak kalırsa, bu söz şiir olmaz, ancak bir manzume olur.

Ahmet Kabaklı, fazla şiir yazmamasına rağmen, edebiyat eleştirmenleri tarafından başarılı bir şâir olarak kabul edilmiştir. Bu konuda, Kabaklı Hoca ile fikir yönünden taban tabana zıt biri olarak devrin kudretli eleştirmenlerinden Nurullah Ataç’ın görüşlerine bakmak yeterlidir. Ataç, Kabaklı’nın ilk şiiri olan ‘Kadın Sesidir’ şiiri hakkında Varlık Yayınları arasında yayımlanan ‘Okuruma Mektuplar’ isimli kitabında ‘Bir Şiir’ adıyla övücü bir yazı yazmıştır. Şâirliği üzerinde durulması gerektiğini belirttiği Ahmet Kabaklı’ya bir mektup yazmış ve çok geçmeden cevabını almıştır. Nurullah Ataç bu yazısında Ahmet Kabaklı ile aralarındaki mektuptan şöyle bahsetmiştir:Güzel bir şiir benim bugün size okuyacağım şiir, belli ki vergili bir şâirin elinden çıkmıştır. Eskilerden değil yenilerden birinin, bir gencin, daha ilk şiirini yazan bir gencin. Ahmet Kabaklı’nın adını belki duymamışsınızdır, ben de duymamıştım. Kendini de görmedim, tanımıyorum, bu şiirini okuduktan sonra kendisine bir mektup yazdım, cevap verdi. Bütün dostluğumuz ahbaplığımız işte bu kadar. Karşılaşsak belki de sevmeyiz birbirimizi. Kendi de söylüyor: Okurmuş benim yazılarımı ama düşüncelerim arasında, kullandığım kelimeler arasında hoşlanmadıkları varmış. Kızıyordur onlara. Kızsın. Onun hatırı için düşüncelerimden, kullandığım kelimelerden, kimini özene özene seçtiğim, kimini de benim uydurduğum tilciklerimden geçecek değilim a! Ahmet Kabaklı ile geçinmeğe niyetim yok. Ama inanın bana, iyi bir şâir.’ Ataç, Kabaklı’nın şiirinin açık, söyleyeceğini perde arkasından değil, göz önünde doğrudan söyleyen, ne demek istediğini birden söyleyen bir şiir olduğunu belirterek ‘Şiirde devrim diyorlar, hürriyet diyorlar. Ahmet Kabaklı’nın şiiri bir şeyi yıkmadan, büyük laflar kullanmadan o hürriyete eriveriyor’ diyor. Kısacası Ataç, Kabaklı’nın şiirinin kolay yazılmış gibi görünmekle beraber üzerinde çok çalışılmış, çok işlenmiş bütünlüklü bir şiir olduğunu, bu güzellikte şiirlerin az yazıldığını söylemiştir.   

(DEVAM EDECEK)