TEŞKİLÂT-I MAHSÛSA’NIN DOĞU AFRİKA FAALİYETLERİ 

BİRİNCİ DÜNYÂ SAVAŞI’NDA SUDAN, HABEŞİSTAN, SOMALİ.

Teşkilât-ı Mahsûsa, Osmanlı Devleti’nin istihbârat teşkilâtıdır. İttihad ve Terakki’nin iktidarı tam olarak ele geçirmesinden hemen sonra, 17 Kasım 1913 târihinde Enver Paşa tarafından ‘Umûr-ı Şarkiyye Dâiresi’ adıyla kuruldu. Doğrudan doğruya kendisine bağlı idi. Adı, değişik kaynaklarda ‘Şube-i Mahsûsa’ olarak da geçmektedir. Günümüzdeki Millî İstihbârat Teşkilâtı’nın (MİT) temeli olarak kabul edilir. İlk Başkan Süleyman Askerî Bey idi. Görevi 24 Mayıs 1915’e kadar devam etti. Bu târihten 31 Ekim 1918’e kadar Ali Başhampa, sonra da Hüsâmeddin Ertürk başkan oldu. Teşkilât, Cumhuriyetin ilk yıllarında ‘Millî Âmâle Hizmet’ (MAH) olarak anıldı. (‘Âmâl’, emel kelimesinin çoğuludur. , ‘ulaşılmak istenen hedefler’ demektir.) 

Enver Paşa bu teşkilâtı kurarken, İttihat ve Terakki’den önceki yönetimin geliştirmeye çalıştığı ‘Osmanlıcılık’ düşüncesinin başarılı olamadığını görmüş ve yerine, ‘Türk ve İslâm Birliği’ düşüncesini yerleştirmeyi ve geliştirmeyi düşünmüş olabilir. Nitekim vatanını terk ettikten sonra birbir güçlükle, engelleri aşa aşa Türkistan’a gitmiş ve orada kâğıt üzerinde kurduğu Türk İslâm Cumhuriyeti’nin tanınmasını Moskova yönetiminden resmen talep etmiş idi.   

Teşkilâtın kolları, Türkistan’da, Kafkaslarda, Anadolu’da ve Balkanlarda da faaliyet gösterdi.

Bu cümleden olarak Teşkilât’ın kurulduğu dönemde, ‘Hikmet Âdil Bey’ adında bir zat, Kuşçubaşı Selim Sâmi, Hüseyin Emrullah (Barkan), Kırımlı veya Silistreli Hüseyin Bey ve Bursalı İbrâhim (Haklıer) isimli 4 arkadaşı ile birlikte bir ekip oluşturdu. 4 kişinin arasında herhangi bir kaynaktan doğrulanma imkânı bulunamayan bir iddiaya göre Kuşçubaşı Eşref (Sencer) kısa bir müddetle sınırlı olmak üzere yer aldığına dâir bilgi vardır.    

Tuğrul Oğuzhan Yılmaz; eserinde, resmî târih kitaplarında yer almadığı için çok az kişi tarafından bilinen konulara yer veriyor. Birinci Dünyâ Savaşı’nda Osmanlı Devleti, kaybettiği toprakları geri alabilmek ümidiyle 14 Kasım 1914 târihinde ‘Cihad-ı Ekber’ ilân etti. Cihad-ı Ekber’in asıl hedeflerinden biri İngiliz sömürgesindeki Hindistan Müslümanlarını ayaklandırmaktı. Hindistan’a ulaşabilmek için İran’a girmek bir zarûret olmuştu. Bu hedefe ulaşılamayınca, ‘Halife’ ve ‘cihad’ gibi kavramlar kullanılarak Afrika Müslümanlarının İngiltere ve Rusya’ya karşı harekete geçirilmesi plânlandı. Plân sâyesinde, mahallî idârecilerin, şeyhlerin molla ve dervişlerin desteği sağlandı. Teşkilât-ı Mahsûsa’nın Sudan, Habeşistan, Libya ile Somali’deki faaliyetleri Ruslara ve İngilizlere karşı yer yer ve zaman zaman başarılı oldu. Asıl hedefler ise çok büyüktü: Mısır’ı zapt etmek, Süveyş Kanalı’na hâkim olmak, İngiltere’nin sömürgelerinde isyan çıkarılarak İngiliz askerî güçlerinin bir kısmını oralara sevk edilmesini sağlamak ve oralardan gelecek takviye güçlerin gelişini engellemekti. Suudî Arabistan hâriç, Müslüman ülkelerin hemen hepsi, bu projeye destek verdi. İhtilaflı liderler bir araya getirildi, anlaştırıldı. 

Teşkilât-ı Mahsûsa, silâhlı bir güç değildi. Strateji belirliyordu. Belirlenen stratejilerle, mahallî askerî birliklerin, son sistem silâhlarla donatılmış orduları karşısında başarı sağlanamadı.     

Osmanlı Devleti’nin Doğu Afrika’da mahallî güçlerle ittifaklar tesis ederek, bu grupları kendisine yardımcı bir hâle getirip teşkilatlandırması savaş boyunca bölgedeki mücâdelenin devam ettirilmesini sağladı. Osmanlı Devleti’nin mahallî müttefiki olan bu liderlerin savaşa katılması Teşkilât-ı Mahsûsa’nın siyâsî ve askerî teşebbüslerinin neticesidir. Doğu Afrika’da yürütülen faaliyetler savaşın neticesini değiştirmese de bölgedeki mahallî liderlerin sömürgeciliğe karşı mücadele fikrinin doğuşunu sağlamış, sonraki yıllarda ise Doğu Afrika siyâsî târihinin şekillenmesinde de tesirli bir rol oynamıştır. Günümüzde Afrika’da hüküm süren devletlerin bağımsızlığı, Teşkilât-ı Mahsûsa aracılığıyla gerçekleştirilen işbirliklerinin ürünü olarak kabul edilebilir.  

O dönemdeki işbirlikleri, bölge halkının ve liderlerinin nezdinde Türklerin itibârını artırmış, gelecekteki işbirlikleri için sağlam zemin hazırlamıştır. Fakat ve maalesef bu zemin üzerine tarafların hak ettiği ve beklediği işlerin elde edilmesi mümkün olmamıştır.  

Tuğrul Oğuzhan Yılmaz’ın telif ettiği 16,5 X 23,5 santim ölçülerindeki 510 sayfalık eserin son bölümlerinde Haritalar (s: 425-438), Kaynakça (s: 441-493) ve Dizin (497-510) başlıklı bölümler yer alıyor. 

Arka kapak yazısının son cümleleri, bu muhteşem esere yakışacak final cümleleridir:

Bu kitapta bu güne kadar hiç anlatılmayan hikâyeler var. Ülkelerini ayakta tutabilmek için mücâdele eden direnişçilerin unutulduğu, dört yıl devam eden savaş sırasında ‘hasta adam’ın canlı mezâra girmesini kabul etmeyen bu idealist kuşak, işte bu coğrafyada kurulan devletlerin de temelini atmıştır. 

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş. İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul

Telefon: 0.212- 251 03 50 Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr  

DERKÂNAR: 

İnandırıcılığı tartışılmakla birlikte Teşkilat-ı Mahsusa emrinde çalıştığı belirtilen 50’den fazla şahıstan, isimleriyle veya unvanlarıyla dikkat çekenlerden birkaç kişi: Enver Paşa, (ve kardeşi) Nuri Killigil, Yüzbaşı Yakup Cemil, Ali Fethi Okyar, Ali Çetinkaya, Kuşçubaşı Eşref, Dr. Refik Saydam, Kuşçubaşı Selim Sâmi ve Mustafa Kemal Paşa.

Meclis-i Mebusan İkinci Başkanı Emir Ali Paşa, Padişahın saray görevlilerinden Besim Ağa, Mustafa Kemal’in yaverlerinden Cevat Abbas, Enver Paşa’nın kayınbiraderi Yarbay Nâzım, Enver Paşa’nın amcası Kurmay Binbaşı Halil Kut, Enver Paşa’nın yaveri İzmitli Mümtaz, Şeyh Salih eş-Şerif et-Tunusî, Dördüncü Ordu Müftüsü Esat Şukayr, Kuşçubaşı Selim Sâmi, Fas’ta Ticânî Hücresi Reisi Hoca Abbas, Tunus Devlet eski Başkanı Habib Burgiba’nın babası Şerif Burgiba, ve Arabistan’ın ünlü şeyhlerinden İbnü’r-Reşit.

TUĞRUL OĞUZHAN YILMAZ 

1993 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. İlk, orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladı. 2015 yılında Beykent Üniversitesi İktisâdî ve İdârî Bilimler Fakültes’inden mezun oldu. Aynı yıl lisansüstü eğitimine başladı. Türkiye Cumhuriyeti Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Strateji ve Stratejik Araştırmalar Anabilim Dalı Harp Târihi ve Strateji Programı’nda başladığı yüksek lisans eğitimini 2020 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Atatürk İlkeleri ve İnkılap Târihi Bölümü’nde ‘Birinci Dünya Savaşı’nda Teşkilât-ı Mahsûsa’nın Doğu Afrika’daki Faaliyetleri’ başlıklı tezle tamamladı. 

Hâlen İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Târih Ana Bilim Dalında doktora eğitimine devam etmektedir. Tuğrul Oğuzhan Yılmaz, çeşitli kitap bölümleri, makaleler ve analizler kaleme almıştır. Ayrıca Afrika ve Ortadoğu’yla ilgili akademik çalışmalarına devam etmektedir.

UYURSAN ÖLÜRSÜN

Eserin yazarı Dr. Saadettin Koç, Üniversite öğretim üyesidir. ‘Kırılan Kılıç’, ‘Baskın’, ‘Güldüren Fıkralar’, ‘Unutulmayanlar’, ‘Yaşadıklarım – Gördüklerim – Düşündüklerim’, ‘Üniversiteler İçin Türk Dili ve Kompozisyon Bilgileri’, ‘Ünivrsiteler İçin Dil ve Anlatım’ isimli didaktik kitapları, ‘Sarı Sonbahar’, ‘Dönmeyi Düşünmediler’ ve ‘Geri Dönmediler’ isimli romanları yayınlanmıştır. 

Temmuz 2021’de; kahraman Kâmil Kozanoğlu’nun, kahraman Ömer Halisdemir’in ve PKK militanları tarafından şehit edilen Ülkücü Fuat Yılmaz Çakıroğlu’nun aziz hâtırâlarına ithaf olunarak yayınlanan 13,5 X 21 santim ölçülerinde 320 sayfalık romanı 3 bölümdür. 

Birinci bölüm, romanın kahramanı Ârif’in, Temmuz’un kavurucu sıcağında harman yerinde yorgunluk ve susuzluk sebebiyle kendisinden geçip ölü gibi yatan dedesinin yanına gelmesiyle başlıyor. Fakir bir ailedir. Dede, parasızlıktan eşini tedâvi ettirememiş ve dul kalmıştır. Kızının eşi genç yaşta vefat etmiş, küçük yaştaki Ârif’e yoklukları hissettirmemek için ilerlemiş yaşına rağmen var gücüyle çalışmaktadır.

Bölümün sonunda Ârif, tek yıldızı takmış, Teğmen olarak bir haftalığına köyüne gelir. Komşu kızı Zâhide, Ârif’i sevmektedir. Anne ise biricik oğlu için başka birini düşünüyor. Aklını ve zekâsını kullanarak, kalbini de kırmadan Zâhide’nin gönlünü alır. 

Gaflet mi İhânet mi’ başlığı ile başlayan ikinci bölümde Ârif, birliğine katılmıştır. Bir yıllık eğitimden sonra komando subayı olarak Kuzey Irak sınırına gönderilir. Ayrılıkçı terörist PKK’nın kahpece cinâyetleri birbiri ardına devam etmektedir. Hudut boylarında gece devriyesine çıkıyor, sık sık sıcak çatışmaların içerisinde oluyordu. Sivil olarak istihbarat sorumlusu oldu. 

106-108. sayfalarda bölücü teröristlerin cehennemi andıran fırtına gibi bir baskını anlatılıyor. 20 kişilik saldırganlar güruhu, Amerikan yapımı otomatik silahlarla köyde canlı kalmayacak şekilde katliam yapmış, 7 leş bırakarak gitmişlerdir. 

Ârif, bu cânilerin çatışmalarla bitirilemeyeceğini anlayınca onları silahsız bırakmanın yallarını araştırdı. Mühimmat depolarının yerini tespit etti. Emrindeki iki astsubay ve iki er ile cephâneliği berhava etmeyi kararlaştırdı. Heyecanın doruğa çıktığı an, başarı sağlanmıştı. Şimdi sıra olay yerinden sâlimen ayrılmaktaydı. Onu da mahâretle hallettiler. Sonraki çatışmalarda da üstün başarılara ulaştı. Telâfer şehrinde katledilen 183 Türk’ün intikamını aldı. 

Romanın ortalarındayız. Aşksız roman olur mu?  Başarıları dolayısıyla izinli sayılan Ârif Ankara’ya gelir. Rutin kontrolü için gittiği Gülhâne Hastahânesi’nde doktora eğitimi görmekte olan biyokimya uzmanı Ferhunde ile tanışır. (s:112-122) Bir Pazar günü buluşmayı kararlaştırırlar. Fakat bordo berelilerin evde yaptığı hesap çarşıya uymaz. Âni bir görev emri, buluşmayı imkânsız kılar. (s:122-123)

Sonrası… (s: 135-138) ve (139-145) de…

Aşk, hafif ateşte bile çabuk ve sağlam gelişir. İkinci bölümün sonunda Ârif’in annesi Gülbahar Hanım, Ferhunde ile tanışır. 

Üçüncü bölümün başlığı: ‘F Tipi İhânet’tir. (s: 163-…) Bu bölümde kahramanımız Ârif yüzbaşılığa terfi etmiştir. Özel Kuvvetler’in önemli bir subayı olarak kar, kış, tipi ile yağmur ve fırtına demeden bazan günlerce dağdan dağa… olay olan her yere koşmaktadır. 

O’nu son olarak 15 Temmuz hâin darbe teşebbüsünü defeden ekibin içinde görüyoruz. Olay yerine gelen Hazar Paşa’ya görüşünü arz eder: ‘Komutanım, Türkiye’de Türk yurdunda, Türk kimliği altında gizlenip, Türkleri arkadan vuranlar, tespit edilerek ifşâ (ve imha) edilmedikçe, onlara hesap sorulmadıkça, Türk milleti bu acıları hep yaşayacaktır.’ 

Kahramanımız yeni görevlere hazırdır. Ancak beklemediği bir durumla karşılaşır. Hakkında tahkikat açılmıştır. Üniformasını ve kimliğini komutanına teslim edip, köyüne anasının yanına gider. 

Dr. Ferhunde Hanım mı?  Her biri ayrı bir mâcerâ ve farklı sürprizlerle dolu son 157 sayfanın yarıya yakın bölümünde… 

BİLGEOĞUZ YAYINLARI: Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Tel: 0.212-527 33 65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 Whatsapp hattı: 0.553-129 86 86 E-posta: [email protected]   WEB: www.bilgeoguz.com  

  

TAYKAZAN

Prof. Dr. Metin Akar’ın, mahallinde yaptığı incelemelerin ürünü olan kitap, sert kapak içerisinde renkli fotoğraflarla ve haritalarla zenginleştirilmiş, kuşe kağıda basılı, 17 X 24 santim ölçülerinde ve 195 sayfadır. 

Taykazan, ilk Türk Mutasavvıfı olan, doğup büyüdüğü ve hayatı boyunca yaşadığı Türkistan’da soydaşlarını, Farsça ve Arapça bilmesine rağmen arı-duru Türkçesiyle İslâm’a dâvet eden, Pîr-i Türkistan Hâce Ahmed Yesevî Hazretleri’nin türbesindedir. Türbe, Ahmed Yesevî’nin ebedî âleme intikalinden iki asır sonra Emir Timur tarafından inşa ettirilmiş muhteşem bir âbidedir.

Âbidenin kendisi gibi inşa hikâyesi de muhteşemdir. Yesevî Hazretleri, büyük Türk Hanı Emir Timur’un rüyâsında girerek Buhârâ’yı fethedeceğini kendisine müjdelemiştir. Bu işâret üzerine Buhâra üzerine sefere çıkan Emir Timur (1336-1405), zafere ulaştıktan sonra mânevî bir şükran hissi ile Ahmed Yesevî’nin kabrini ziyâret için Yesi’ye gelir. Yanında bulunanlardan Mevlânâ Abdullah Sadri’ye kabrin üzerine muhteşem bir türbe yapılmasını emreder. Türbe ile alâkalı bâzı ölçüleri de belirtir. O dönem Türkistan’ın en büyük mîmârı Hoca Hüseyin Şirazî tarafından külliyenin yapımına başlanmış ve devrin mîmârî şaheserlerinden olan türbenin yapımı iki yılda tamamlanmıştır. Türbe, Emir Timur’un tâlimatıyla mescid, dergâh, mutfak ve diğer hizmet binaları eklenerek büyük bir külliyeye dönüşmüştür.

Türbenin en önemli parçalarından olan bronz Taykazan ise, 1399 yılında Karnak şehrinde Emir Timur Han tarafından Abdülaziz b. Servereddin Tebrizî’ye yaptırtılmıştır. Kazanın üzerindeki kitâbede, kazanın Emir Timur tarafından şeyhlerin sultanı .Ahmed Yesevî’nin ruhunu şad etmek için insanların su içmeleri maksadıyla yaptırıldığı anlatılmaktadır. Kazanın üzerinde Kur’ân-ı Kerîm’den âyetler ve ayrıca hadislerle nilüfer çiçeği formumda on adet kulp yer almaktadır. Yedi ayrı metalin alaşımından dökülmüş olan kazan, yaklaşık iki ton ağırlığında, 2,4 metrelik ağız çapında ve üç bin litre su alma kapasitesine sahiptir.

Birleşmiş Milletler Eğitim, İlim ve Kültür Teşkilâtı (UNESCO) Dünyâ Miras listesinde yer alan Hoca Ahmed Yesevî Türbesi’nde teşhir edilen Taykazan, türbenin ve Türk maden sanatının en önemli eserlerinden birisidir. 

Sovyetler Birliği döneminde, 1935 yılında Saint-Petersburg’taki ünlü Ermitaj Müzesi ne götürülen Taykazan, Kazak aydınların uzun ve yorucu bıktırıcı mücâdeleleri neticesinde Nursultan Nazarbayev tarafından 18 Eylül 1989’da geri getirilerek Ahmed Yesevi Türbesine konulmuştur.

Tay kazan ‘Rahmet Kazanı’ olarak da anılır. Dünyâda benzeri bulunmayan, maddî ve mânevî değeri çok yüksek olan bir eserdir. 

Kazanın kulpları arasındaki on çerçeve içerisinde ‘Hayırlı Olsun’ mânâsına gelen farsça ‘Mübârek bad’ cümlesi vardır. Bu on adet çerçevedeki ‘Mübârek bad’ yazısının bir tânesi ters yazılmıştır ki, bu  bir hatâ değildir. İslâm mîmârî ve sanat ustaları tarafından sıkça kullanılan bir usuldür. Yâni sanat eserini yapan usta yapmış olduğu eserlerinde kusursuzluk; ‘Allah ile yarışmak, kusursuz eser yaratmak’ mânâsına geleceği için, aczini ifâde ve Allah’ın büyüklüğünü kabul ve ikrar maksadıyla eserinin bir yerini, şuurlu olarak hatâlı veya eksik yapar.  Burada da ‘Mübârek bad’ cümlesinin ters yazılmasını, kazanı yapan ustanın ‘aczini ifâde etmesi’ olarak kabul etmek gerekir.

Türklerde türbelere ve kabirlere kazan koyma geleneği vardır. Târih boyunca kazan; birliğin, büyüklüğün, hayır ve bereketin sembolü olmuştur. Bu sebeple büyük zatların kabir ve türbeleri yakınına kazan konularak oraya gelen ziyâretçilere önemli mesajlar verilmiştir.

AHMET YESEVÎ ÜNİVERSİTESİ: Taşkent Caddesi Şehit H. Temel Kuğuoğlu Sokağı Nu: 30 Bahçelievler Ankara. Telefon: 0.312-216 06 00, Belgegeçer: 0.312-223 34 29 e-posta: [email protected]  // www.yesevi.edu.tr 

YESEVÎ YAYINCILIK: Küçük Ayasofya Mahallesi, Küçük Ayasofya Caddesi, Hüseyin Ağa Medresesi Nu: 13. Sultanahmet, Fatih, İstanbul. Telefon: 0.212-63850 12, Belgegeçer: 0.212-63835 47 e-posta: [email protected]    

AZINLIKLAR

Türkiye’mizde ‘azınlıklar’ 3 grupta ifâde edilir: 1-Yahudiler, 2-Ermeniler, 3-Rumlar. Birinci grubun ‘Musevîler’ olarak isimlendirilmesi yanlıştır. Yahudilik bir ırkın, Musevilik ise bir dinin adıdır. Bütün Yahudiler Musevidir. Fakat her Musevi, Yahudi değildir. Kırımçaklar ve Karaimler gibi Türk Musevileri, Fransız, Rus ve Alman Musevileri vardır. 

Çalışmalarını ağırlıklı olarak azınlıklar üzerine teksif eden Târihçi Önder Kaya da 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 200 sayfalık eserini aynı temel düşünce üzerine oturtmuş. Meseleyi Tanzimat’tan Lozan’a kadar uzanan zaman dilimi içerisinde açıklayıp doyurucu bilgiler veriyor. 

YEDİTEPE BASIM YAYIN DAĞITIM LİMİTED. ŞİRKETİ: Çatalçeşme Sokağı Nu: 27 Defne Han Daire:12 Cağaloğlu, İstanbul

Telefon: 0.212-528 47 53 Belgegeçer: 0212-512 33 78

www.yeditepeyayinevi.com    e-posta [email protected]

KISA KISA… KISA KISA…

1-PAPAĞAN VE TÜCCAR: Marjan Vafaelan – Müge Akbulut / Vakıfbank Kültür Yayınları.

2-ANNEMİN KABURGASI: Burçin tetik / İletişim Yayınları.

3-KESKİN NIŞANCI: Cem Selcen / Doğan Kitap.

4-EYÜP: Vecdi Bürün / Boğaziçi Yayınları.

5-GARB – ŞARK AYIRIMINDA İSLÂM ALGISI: Prof. Dr. Abdurrrahman Küçük / Berikan Yayınevi.