MİHALOĞULLARI

Mihaloğulları Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde ve Rumeli’nin fethinde üstün hizmetleri olan akıncı ailesidir. Ailenin reisi, Köse Mihal’dir. O, sonradan cihan devleti hâline erişen Osmanlı Beyliği’nin kurucusu Osman Bey’in silah arkadaşıdır.

Köse Mihal, Osman Bey zamanında Bizans’a bağlı Harmankaya Tekfuru idi. Osman Bey’in âdil ve güçlü bir bey olduğunu görüp anlayınca, 1313 yılında Osmanlılar’a tâbi olarak İslâmiyet’i kabul etti. Müslüman olduktan sonra ‘Abdullah Mihal’ adını aldı. Târih kitaplarında adı ‘Gazi Mihal’ olarak anılır. Osman Bey’in bütün savaşlarına katıldı. Sakarya Havzası’nın ve Bursa’nın fethinde bulundu. Türbesi, Bilecik’in Söğüt ilçesine bağlı Gazimihal Nâhiyesi’nin Harman Köyü’ndedir.

Köse Mihal’in soyundan gelenler daha sonra Rumeli’nin fethiyle birlikte Avrupa kıtasına geçerek ‘akıncı beyi’ olarak vazife gördüler.

Fâtih Yurttaş, 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 112 sayfalık eserinde, Mihaloğlları ailesinin 1300 yılından 1600 yılına kadar olan şeceresi ve yıllar itibâriyle komutan ve uç beyi yaptığı hizmetler anlatılıyor.  Eserdeki soyağacı tablosunda Mihaloğulları ailesinden 42 sahsın adı yer alıyor. 

Eserde Mihaloğulları’nın hikâyesi ile birlikte Osmanlı’nın haşmetini ortaya koyan yorumlar da yer alıyor: 

İleride, bir çağdan bir çağa geçirecek, ‘Kostantiniye’ gibi Doğu Roma'nm (Bizans'ın) başşehrini alarak bir imparatorluğu sona erdirecek, dünyânın çehresini değiştirecek bir devletin, öyle basit bir yapısının olamayacağı, ‘din büyükleri’nin yol göstericiliğinin, ‘İlâhî’ gücün desteğinin sağlanacağı muhakkaktır.

Eğer Osmanlı yerine, bir başka Selçuklu Beyliği, böyle muazzam bir cihan devleti kurmuş olsaydı, o beylik için de, rüyâ motifleri, efsaneler, ‘İlâhî gücün yardımı’ yazıla-gelecek, efsânelerle bir kuruluş örgüsü ortaya çıkarılacaktı.

Müellifin, birinci bölümün başlangıcında yer alan cümleleri, eserin ağırlığı hakkında ipuçları veriyor.

……

Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda, büyük önem atfedilen kolonizatör Türk dervişlerinin önemi büyüktür. Bir cihan devletinin kuruluşunu sâadece padişahların dirâyet ve şecaati veya Allah’ın bu saltanatın kurucularına karşı gösterdiği lütuf ve inâyet ile izah edilmek istenilmesi, içinden çıkılmaz bir mesele olarak görülmüştür. Osmanlı Devleti'ne adını veren Osman Gazi, yazı yazmayı bile bilmezdi. O şartlarda bunu tabii karşılamak gerekirken, koskoca bir devletin ortaya çıkışı ilâhî bir kaynağa bağlanmak istenmiş, farklı yorumlara gidilmiştir.

Eserin Birinci Bölümü’nde, Osmanlı adından başlamak üzere babası Ertuğrul Gazi ve O’nun ötesi hakkında bilgiler de veriliyor. Bu maksatla çeşitli faraziyeler üzerinde durulduktan sonra Mehmet Fuat Köprülü’ye atfen şu fevkalâde alaka çekici değerlendirme yer alıyor: 

Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Gazi, Moğol istilası sebebiyle Harizm’den kaçıp Selçuklu Sultanı Birinci Alâeddin Keykubat döneminde Söğüt’te iskân edilen küçük bir aşiretin reisidir. Osman Bey ve onun küçük aşireti çobanlıkla geçinen müşrik Türklerdi. Müslüman muhitine geldikten sonra soydaşları olan Selçuk Türkleri gibi İslâmiyet’i kabul ettiler. Bu yeni ruh kendilerinde proselytisme (dini yayma) hislerini birdenbire uyandırdı. Civarlarında bulunan ve kendileriyle dostça münasebetlerde bulundukları Hıristiyan Rumları da Müslümanlığı kabule mecbur eylediler. İslâm olmadan evvel Osman'ın mâiyetinde ancak dört yüz muharip vardı... 1290-1300'e kadar on sene zarfında, bu sayı on misli büyüdü; hudutları Bizanslılarla temas ederek genişledi ve böylece, reislerinin adını alan yeni bir ırk, Osmanlı ırkı meydana geldi. Bu ırk başlangıcından beri hâlis bir Türk ırkı değil, doğduğu yerde mevcut unsurların birbiriyle kaynaşmasından teşekkül eden karışık yeni bir ırktır. Müşrik Türkler ve Hıristiyan Rumlar, İslâm dinine girmek suretiyle, bu yeni ırkı beraberce teşkil ettiler. (s: 15-16)

Yerli ve yabancı 74 adet kaynak taranarak hazırlanan ‘Mihaloğulları’ isimli eserde, pek çok okuyucunun ilk defa okuyacağı açıklamalarla karşılaşması, Fatih Yurttaş’ın hazırladığı eseri, hacminden büyük değere sâhip kılıyor.

İkinci Bölüm’de ‘Köse Mihal’, Üçüncü Bölüm’de ‘Uç Beyleri’ Dördüncü Bölüm’de ‘Akın ve Akıncılar’, Beşinci Bölüm’de ‘Gazi ve Gaziler’, Altıncı Bölüm’de ‘Uç Kültürü’, hakkında bilgiler var.

Altıncı Bölüm, ‘Mihaloğulları Ailesi’ başlığı ile eserin omurgasını oluşturuyor. Yedinci Bölüm; ‘Çağdaş Araştırmalar ve Tartışmalarda Köse Mihal Kimdir’ başlığını taşıyor. Sekizinci Bölüm artık ‘Gazi Mihal’ olarak anılmayı hak eden kahramanımızın ‘Siyâsî ve Askerî Faaliyetleri’ne tahsis edilmiş. ‘Mihail’in Müslüman Olması Rüyası’ başlığı altındaki Dokuzuncu Bölüm’den sonra aile fertlerinin sonraki yıllarda gerçekleştirdiği yüksek seviyeli siyâsî ve askerî hizmetler anlatılıyor.

Sonuç’ başlıklı On ikinci Bölüm Mihaloğulları isimli eserin müellifi Fâtih Yurttaş’ın değerlendirmesiyle sona ediyor:

Sonuç olarak, elimize ulaşan Erken Dönem Osmanlı kroniklerine göre, Mihaloğulları ailesi Osmanlı Devleti’ne başarıyla hizmet etmiş, hânedâna sadâkatle bağlı kalmıştır. Osman Bey ile Köse Mihal arasında başlayan, karşılıklı güvene bağlı dostluk, Osmanlı Hânedânı ve Mihaloğlu ailesi arasında devam etmiştir. Yıldırım Beyazıd ile Mihaloğlu Gazi Ali Bey, İkinci Murad Han ile Mihaloğlu Mehmed Bey ve Fatih Sultan Mehmed, Mihaloğlu Ali Bey ilişkileri hep sâdakat üzerine kurulmuştur. Mihaloğulları ailesi mensupları devletin idârî birimlerinde önemli görevler almışlardır. Osmanlı idâresinin, Balkanlarda kalıcı olmasında büyük emekleri geçmiştir. (s: 104)  

Mihaloğulları isimli eser; doçentlik tezi titizliği, ciddiyeti ve gayretiyle, binlerce sayfalık eserler taranarak hazırlanan, Osmanlı Devleti ile alakalı incelemeler yapacak ilim adamı adaylarına, amatör veya profesyonel târihçilere, târih okuyucularına hitap eden bir kitaptır. 

……………………..

tekfur: Osmanlı Devleti’in kuruluş döneminde Bizans İmparatorluğuna bağlı eyâlet topraklarının bağımsız veya yarı bağımsız yöneticilerine verilen isimdir.

kolonizatör: Bir devletin yönetiminden çıkıp başka bir devletin tabiiyetine geçen insanlar topluluğu.

Şecaat: Cesâret, yiğitlik. Ahlâk sâhibi, âdil, dürüst ve cömert olma hâli.

müşrik: Alla’a ortak koşan; birden çok Tanrı bulunduğuna inanan; Allah’ın varlığını tanımakla birlikte, başka bir varlık veya varlıkları O’na ortak tutan, Allah’tan başkasında da ilâhî güç ve nitelikler bulunduğuna inanan.  

BİLGEOĞUZ YAYINLARI:                                                                                                                                                                                 

Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Tel: 0.212-527 33 65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 Whatsapp hattı: 0.553-129 86 86 E-posta: [email protected]   WEB: www.bilgeoguz.com 

FATİH YURTTAŞ

8 Ağustos 1975 târihinde İstanbul’da doğdu. İlk ve orta tahsilini İstanbul’da tamamladı.

Sırasıyla Anadolu Üniversitesi’nde Turizm ve Otel İşletmeciği bölümünde ön lisans, Ayn Üniversite’de Kültürel Miras ve Turizm bölümünde ön lisans, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Târih Bölümü’nde lisans, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde lisans bölümlerinden mezun oldu.      Bahçeşehir Üniversitesi’nde Osmanlı Târihi üzerine yüksek lisans diploması aldı.

Erken dönem Osmanlı Târihi ve Akıncılar hakkındaki çalışmaları devam ediyor.

Halen Nişantaşı Üniversitesi’nde Tarih Bölümünde Öğretim Görevlisi olarak ders veriyor. Bengütürk tv de ‘Tarihe Not Düşenler’ programını hazırlayıp, sunuyor.

Yayınlanmış kitap bölümleri, gazete ve dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunmaktadır. 

KUŞBAKIŞI

KADIN KALBİ

Asıl adı Ömer Lütfi olan Safvet Nezihi (1871-1939) Edebiyat-ı Cedide ve Cumhuriyet dönemi romancısıdır.

Kadın Kalbi, yazarın beşinci romanıdır. 1905 ve 1927 yıllarında Arap harfleriyle yayınlandı. Türk harfleriyle ilk defa 2009 yılında yayınlanan eserin ikinci baskısı Mümtaz Sarıçiçek tarafından hazırlanarak 12 X 19,5 santim ölçülerinde 552 sayfa olarak Ekim 2020’de okuyucuya sunuldu.

Diğer romanları; Zavallı Necdet (1900), Teehhül Âleminde (1900), Kumar Beliyyesi (1902), Hemzad (1903), Müsebbib (1911)

Safvet Nezihi romanlarında konu olarak Halit Ziya Uşaklıgil ve Mehmet Rauf’un romanlarındaki gibi Batılı hayat tarzına önden varlıklı çevreler işlenmiştir. Romanlarındaki tiplerin ‘kıskanç koca’, ‘kıskanç âşık’, ‘alafranga meraklısı züppe’, ‘entrikacı kadın’ ve benzerleri olduğu söylenebilir.

Eseri yayına hazırlayan Mümtaz Sarıçiçek romanın aslına müdâhale etmemiş, kullanımdan düşmüş kelime ve terkiplerin günümüzdeki karşılıklarını dipnotlar hâlinde vermiştir. Şüphesiz bu sistem, o dönemin Türkçesi ve yazarın üslûbu hakkında bilgi edinmek isteyen okuyucu için fevkalâde isâbetlidir. Türkçemizin, karşılığı varken yabancı ve Türk dilbilgisi kaidelerine aykırı kelimelerle beynine kurşun sıkıldığı, kalbine hançer saplandığı bilinmektedir. Bu kelimelerle ‘günümüz Türkçesine çevrildiği’ belirtilen romanlar, edebî zevkten mahrumdur ve okuyucunun okuma zevkini yok etmekten başka bir işe yaramıyor.

Zevkle okunabilen roman, üç bölümdür. Birinci bölüm yaşanan zamanı, ikinci bölüm geçmişi anlatır. Üçüncü bölümde tekrar yaşanan zamana dönülür. Romanın baş kahramanları, Sarıyer’de komşu yalılarda oturan iki âilenin çocukları olan Bâha ile Câvidan’dır. Câvidan’ın annesi ve babası, ilk iki çocuğu öldüğü için Câvidan’ın üzerinde titremişler, her isteğini yerine getirmişlerdir. Bu sebeple biraz şımarık, haddinden fazla kıskanç ve huysuzdur. Bâha, O’nun kaprislerine dayanamaz ve Sarıyer’den ayrılır. Zekiye adında bir kızla, Câvidan da Mâil adında bir delikanlı ile evlenir. Günün birinde iki sevgili karşılaşırlar. Câvidân hâlâ ve çılgınca Bâha’ya âşık olduğunu anlar. Sinirs krizleri geçirirken, Zekiye ile konuşmaya karar verir. Konuşmak için gittiğinde Zekiye’nin iyi bir eş, mükemmel bir anne olduğunu öğrenince konuşmaktan vazgeçip evine döner. Bâha’ya mektup yazarak Zekiye’nin iyiliğinden bahsedip O’na ihânet etmemesini tembih eder. Bir müddet sonra da verem hastalığına yakalanıp ölür.

Safvet Nezihi’nin akıcı bir üslûbu var. Tasvirler, tahliller o dönemin edebiyat zevki hakkında mükemmel bir örnek teşkil ediyor. Zengin Türkçemizin unutulmuş bâzı kelimeleri sıkça kullanılıyor ise de cümlenin gelişinden mânâlarını anlamak zor değil. Kullanımdan düşen kelimelerin ise günümüz Türkçesindeki karşılıkları zaden dipnotlar hâlinde veriliyor. Günümüzde yazılan romanların pek çoğu ile hatta en popüler olanlarıyla mukayese edildiğinde tercihini eskilerden yana kullanacakların sayısı mutlaka çok fazla olacaktır.   

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.                                                                                                                                                   

İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50                                                 

Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr 

TÜRKÇENİN SIRLARI

Resimli Türk Edebiyatı Târihi isimli 2 ciltlik eseri hazırlayan edip, şâir ve edebiyat târihçisi Nihat Sâmi Banarlı’nın en çok satan ve okunan eseridir. İlk baskısı 2013 yılında yapılan eserin 55. Baskısı 2020 yılında yapıldı. Toplam baskısı 110.000’i aşan, herkesi mutlaka okuması gereken çok kıymetli eser, 13,5 X 19,5 santim ölçülerinde ve 314 sayfadır.

Eser, beynine kurşun sıkılan, ciğerine hançer saplanan Türkçemizi ilmî ve târihî yönlerinden incelemekte, Türkçenin problemlerini kespit etmekte ve çözümler teklif etmektedir. Merhum Banarlı’nın, sol kültür zemininde dilimizi tahrip eden dilbazların üzerine, kalemini kılıç gibi kullanarak hücumları, eserin ilmî hüviyet kazanmasına mâni olmamıştır. Her ne kadar yıkıcı sol cenahı doğru yola sevk etmeye yetmediyse de milyonlarca Türkçe aşığının, Türkçe mücâhitlerinin yetişmesine önderlik etmiştir.

Bu eseri okumadan Türkçenin sırlarına, inceliklerine, kudretine, zarâfetine, asâletine, ifâde gücüne vakıf olmak hayli zordur. Denilebilir ki bu eserin muhtevasından sorulacak sorulara 100 üzerinden 80’i hak edecek cevaplar veremeyenlerin, umuma hitap eden herhangi bir yayın organında yazı yazmasına izin verilmemelidir. Kitap yazanlar da aynı imtihana tâbi tutulmalıdır. Aksi takdirde Türkçemiz eriyip kaybolacaktır. Bilinmelidir ki Dilimiz Türkçeyi kaybettiğimizde, candan aziz vatan toprakları dâhil, kaybedilecek hiçbir değerimiz kalmamış demektir.   

Bu satırları okuyanlar ‘bu ne şiddet, bu ne celâl…’ diyebilirler. Haklıdırlar. Türkçeyi taammüden katledenlerden başka türlü bahsedilemez ki…

Düşünelim: Genç delikanlı nişanlısıyla mesire yerinde gezintiye çıktığında, farkında olmadan kalabalıklardan uzaklaştılar ve karşılarına ırz düşmanı, haydut tipli bir zibidi çıktı, ciğerpâresine yaklaşmaya çalışıyor. Delikanlı, ‘Lütfen kardeşim, nişanlımı rahatsız etmeyiniz!’ demekle yetinebilir mi?  

Herkese anladığı dille hitap etmek gerek. Söz konusu Türkçe ise, gerisi teferruattır.

***

Nihad Sâmi Banarlı, dil konusundaki görüşlerini ortaya koyarken azimli ve cesâretlidir. Tâvize, uzlaşmaya yanaşmaz. Mükâfatlar, ödeneklerle beslenen dil bozguncularının, Banarlı’yı en büyük düşman, en çok ateş edilmesi gereken hedef olarak görmelerinin sebebi de bu olsa gerek. Yazar, Türkçenin Sırları’nı büyük bir zevkle açıklarken, geleceğe -mümkün olabildiği kadar- iyimser bir gözle bakmakta; doğruluğuna yüzde yüz inandığı şeylerin bir gün nasıl olsa gerçekleşeceğini ümit etmektedir. Bu ümîdi ‘dilde dünyânın en zevkli ve en sanatkâr milleti’ olarak vasıflandırdığı, Türk milletine olan güveninden doğuyor. Bu milletin, bir gün, dilini yürekler acısı bir zevksizliğe ve perişanlığa doğru sürüklemekte olan sahte aydın ve bilginlere haddini bildireceğinden şüphesi yoktur.

-O’nun amansız savaşı; Çocuklara uydurma kelimeleri hattâ kelime uydurmayı tavsiye edenlerledir.                          

–Ev ödevlerini, analarından, babalarından öğrendikleri dille yazan çocukların notlarını kıranlarladır.                            

-Türk milli Kültürüne hizmet edenlere ‘putları deviriyoruz’ diyerek saldıran şapşallarladır.

KUBBEALTI NEŞRİYAT:                                                                                                                            

Peykhâne Sokağı Nu: 3 Çemberlitaş, İstanbul. Telefon: 0.212-516 23 56 Belgegeçer: 0.212-638 02 73                     

e-posta: [email protected]  //  www.kubbealti.org.tr 

BATILILAŞMA İHÂNETİ

D. Mehmet Doğan’ın, ilk baskısı 1975 yılında, 38. Baskısı 2020 yılında yapılan 180 sayfalık eser, 13,5 X 21,5 santim ölçülerindedir. 

Mehmet Doğan eserine, Mustafa Reşid Paşa’dan günümüze batılılaşma hareketinin kısa bir özetini vererek başlıyor. Paris ve Londra elçiliklerine, ülkesini temsil maksadıyla gönderilen şahısların İstanbul’a Batı taklitçisi olarak döndükleri, 1838 Osmanlı-İngiliz Ticâret Antlaşması, Tanzimat Fermanı, Kırım Harbi, Reşid Paşa’nın yetiştirmesi Âli Paşa, Islahat Fermanı, Eğitimde yabancılaşma, Midhat Paşa, Hâinler ve kahramanlar… bu bölümde ele alınan başlıca konulardır.

Birinci bölümde; Din ve vicdan hürriyeti, İktisâdî demokrasi, Batılılaşma hakkında belgelerden iktibaslarla açıklamalar var.  ‘Aydın Yabancılaşması’ başlıklı yazı ile ikinci bölüm başlıyor. Batılı ülkelere hizmet eden ‘Komprador Bürokratlar’ bu bölümün omurgasını oluşturuyor. (s:100-101)

Ve sonra 27 Mayıs 1960’ta başlayan ‘İhtilâl ve Koalisyonlar Dönemi’, dönemin yabancılaşmayı dil devrimi ile hzlandırma çalışmaları… Birincisinden 40 yıl sonra 1972 yılında Dil Kurultayı yapıldı. D. Mehmet Doğan bu kurultayı, ‘dilden Türkçe olmayan (veya olmadığı zannedilen) kelimelerin atılıp yerine yeni türetilmiş, uydurulmuş kelimeleri koyma çalışması’ olarak yorumlandığını belirtiyor. Ve bu uydurulmuş kelimelerin milletin yapısında sebebiyet vereceği, ‘fâcia’ olarak tavsif edilecek yıkımı anlatıyor.  Türkçe ile alakalı hassasiyeti ile tanınan Mehmet Doğan, dil devriminin;

-Millet fertlerinin anlaşmasını güçleştirdiğini, nesiller arasındaki bağları kopardığını,                            

-Bürokrasi-aydın takını toplumdan kopardığını,                                                                                                         

-Dil devriminin halkçı bir hareket sayılamayacağını…

delilleri ile ve cesâretle ortaya koyuyor.    

YAZAR YAYINLARI:                                                                                                                                 

Müdafa Caddesi Nu: 10 Müdafa Apartmanı Kat: 7, Daire: 13 Kızılay, Ankara. Telefon: 0.212-417 34 72                                                 

Belgegeçer: 0.212-232 05 71 e-posta. [email protected]  // www.yazaryayinlari.com   

KISA KISA… KISA KISA…

1-NUREDDİN MAHMUD B. ZENGİ VE HAÇLILARLA MÜCÂDELESİ: Fatma İnce / Serander Yayınları.

2-ORTADOĞU ŞEKİLLENİRKEN: Resul Yavuz / İdeal Kültür Yayınları.

3-HAYVANLAR SENFONİSİ: Dan Brown-İpek Demir Gedik / Altın Kitaplar.

4-KAYBOLAN: Tarık Tufan / Doğan Kitap.

5-İSTANBUL, 1940’LARDAN BUGÜNE…: Emre Kongar / Remzi Kitabevi.