Tarihçi-yazar ALTAN DELİORMAN ve eserleri

(BİRİNCİ BÖLÜM)
22 Ağustos 2012 günü, beklenmedik bir şekilde aramızdan ayrılıveren Altan Deliorman, nâdir içre nâdir  üslûb ehlinin önde gelenlerindendi. Deliorman bölgesinin, târihimize şan ve şeref veren pehlivanları düşünüldüğünde; Altan Deliorman için, başa güreşen “Kalem Pehlivanı” unvânı, rahatlıkla sarf edilebilir.
Altan Deliorman, hepsi birbirinden lâtif portre-biyografi yazılarından Ayhan Songar’a âit olanına “Hezâr-Fen” başlığını uygun görmüştü. Aslında, bu sıfat, Altan Deliorman’ın şahsı için de pek münâsip düşüyordu. Onun, babasından mevrûs gazetecilik mâdeni; yakından tanıyanların şâhid olduğu usta ressamlığı; yıllardır titizlikle îfâ ettiği ve ders kitaplarıyla yüksek şuûr kazanan maarifçiliği ve nihâyet târihden biyografiye, Türkçülük ideâlinden onun kaleminde usâreleşmiş kültür unsurlarımıza uzanan geniş bir yelpâzede parlayan şahsiyeti, “Hezâr-Fen” tâbirine yeni uçuş mesâfeleri kazandıracak kırattaydı.
Altan Deliorman’ın, çok küçük yaşlarda, babasının yanında ve de çevresinde uyanan yazma hevesi, okul destekli teşviklerle fevkalâde bir kâbiliyete dönüşmüştü. Daha lise sıralarında, etrâftan takdîr görmeye başlayan kalem mesâîsi, yıllar ilerledikçe hacmini ve ufkunu genişletmişti.
Hukuk Fakültesi’ndeki kısa tahsîl denemesinden sonra Târih Bölümü’ne geçen Altan Deliorman, arkadaş ve hocalarının akademik hayâtı teşvîk eden ısrarlı tavırlarına rağmen, zâten içinde bulunduğu baba mesleğinde karar kılmıştı.
Ne var ki, Altan Deliorman’ı tek başına “gazeteci” hüviyetine hapsetmek; oradan hareketle, birtakım karakter ve tahlîl şablonları çıkarmak çok yanlış ve eksik olur.  Her ne kadar, gazetecilik günlerinde yaptığı tesbitler, bilhassa biyografi yazılarında, Altan Deliorman’ın kalem gayretlerine bol malzeme temin etmişse de, burada esas merkez, o kalemi sürükleyen kâbiliyettir. Sonraki dönemlerde ve fiilen gazeteciliği bıraktığı yıllarda yazdıkları, hangi mesleğin içinde bulunursa bulunsun, her şart ve muhitte, aynı ciddî seviyeyi muhâfaza ettiğini göstermiştir. Dolayısıyla Altan Deliorman, meslekî kategorilere sığdırılacak bir ehl-i kalem değildir. Daha geniş dâireler, yeni pencereler açılarak, onun kalem tahlîline cesâret edilmelidir.
Altan Deliorman, biyografi veyâ portre çalışması diyebileceğimiz edebî türün klâsikleri arasına kaleminin hakkıyla girmişti. Bu tarzda yazıp da muhtelif yayın organlarında okuyucuyla buluşturduğu lezzetli satırları, değişik yıllarda kitap hâlinde neşreden Altan Deliorman, iki üslûb şâheseri çalışmasını da, doğrudan kitap ölçüsünde tasarlayıp, kaleme almıştı.
Altan Deliorman’da, fevkalâde bir hatırlama ve hatırladıklarını ifâde etme gücü vardı. Pek çok kişinin yaşadıktan, gördükten, duyduktan sonra unutup gittiği nice hâdise, gelişme, görüşme; onda, konulduğu zihin arşivinden ihtiyaç duyulduğu zaman ve yerde çıkarılıp söz veyâ kaleme sermâye yapılırdı. Altan Bey’in bu portre veyâ biyografi mutfağında nefis, lezîz sofralar hazırlamasında, keskin hâfızasının birinci derecede payı bulunmaktaydı.
Altan Deliorman, hâfıza gücüne paralel, aynı değerde resim zevki ve kâbiliyetine sâhip olduğundan,  şahısları yazıyla resmetmekte hiç sıkıntı çekmiyordu. Hemen bütün biyografi yazılarında harf, hece ve kelimeleri resim âleti gibi kullandığını gördüğümüz yazar, 1978’deki ilk portre kitabında H.Nihâl Atsız’ı anlatmıştı. “Tanıdığım Atsız” adını taşıyan bu eser, öteki biyografi çalışmalarına göre daha hacimliydi. Makâle ölçüsünde bırakmayarak müstakil kitaba taşıdığı Atsız satırlarını, kendi hayâtıyla birlikte kaleme alan Altan Deliorman, böylece, bu kitapta biyografi ile otobiyografiyi pek güzel buluşturmuştu.
Tanıdığım Atsız, yazarının lise sıralarından başlayıp yakın târihimizin birçok kritik ve hassas gelişmelerine, Atsız merkezli şuâlar yönelttiği, Türkçülük hareketi ve dâvâsını, canlı şâhitler huzûrunda resm-i geçide koyup yürüttüğü bir ihtisas kitabıydı. Cumhûriyet dönemindeki Türkçülük hareketinin önder isimlerinden Nihâl Atsız, bu fikir etrâfında araştırma yapacak olanlara, başucu kitabı olacak şekilde, Altan Deliorman’ın akıcı üslûbu ile aktarılmıştı. Değerini yıllar geçtikçe daha da arttıran bu kitap, aynı zamanda sonuna konulan orijinal Atsız resimleriyle de kıymet kazanmaktaydı.
Türk Dil Kurumu, Altan Deliorman’dan, Nihâl Atsız hakkında bir müracaat kitabı hazırlamasını istemişti. Bir nevi sipâriş üzere kaleme aldığı ve “Atsız” adını verdiği bu eser, “Tanıdığım Atsız”’ın tamamlayıcısı hüviyetindeydi ve ilk def’â yayınlanacak çok özel fotoğrafları içine alıyordu. Bilhassa Atsız’ın eserlerinin tahlîli, edebî ve fikrî ciddîyetle derinliğin mahâretle yansıdığı bölümlerdi. Ne hikmetse, Türk Dil Kurumu, büyük emek mahsûlü çalışmayı yayınlamadı. Altan Bey’i, hayli üzen bu gelişme, onun iyi gitmeyen sağlık grafiğini de etkiledi. Kurum dışında başka bir yayınevi ile anlaştı. Lâkin, beklenmedik âni vefâtı, bu kitabın yayınına dâir son safhayı görmesini engelledi.
Muhtelif yayın organlarının sayfalarında neşredilen biyografi-portre yazılarının önemli bir bölümünü 1997’de bir araya toplayan Altan Deliorman, bunları “Sessiz Bir Ses” ve “Kırık Kanatlı Jön-Türk” isimleriyle kitap hâline getirmişti. 
 Bu eserlerde portresi çizilen, biyografisi verilen kişiler, bâzen Altan Deliorman’ın yakınında bulunup sobetlerine katıldığı üstad veyâ popüler sîmâlar olurken, bâzen de aynı gâye uğruna birlikte mücâdele verdiği fikirdaş söz, kalem yâhut siyâset erbâbıydı. Şurası, artık Altan Deliorman’ı okuyan herkesin mâlûmu olmuştu ki, o,  adının önüne konacak sıfatı ne olursa olsun, kalemine havâle ettiği her ismi; aynı sıcak iklîmde, aynı üslûb zarâfetinde anlatmıştır.
Altan Deliorman, kendi tâbiriyle “Eski Albümden Tanıdık Çehreler”den bâzılarını esrâr perdesi içine almıştı. Bu kabil portre-biyografi yazılarında, bahsedilen şahsın adı, mahâretle gizli tutulmuş, muammânın hâlli, okuyanın dikkat ve ferâsetine bırakılmıştı.
Ahmet Kabaklı dâhil, Altan Deliorman’ın bu çeşit yazılarında anlatılan şahısları tanımakta hayli zorlanan bir kısım dostları, kendisinden açık hüviyetli yazılar talep etmişlerdi. Bu arzunun, ısrarla dile getirilmesi, Altan Deliorman’ın daha sonraki “Tanıdık Çehreler”ini hiçbir tereddüde yer bırakmadan, adlarıyla yazdırtmıştı. “Eski Albüm”deki “Silik Çehreler”den “Tanıdık Çehreler”e ulaşmanın ardında böyle bir okuyucu temennîsi bulunmaktaydı.
Sessiz Bir Ses ile Kırık Kanatlı Jön-Türk’de, Altan Deliorman’ın şiirli satırlarıyla yâd edilen Târık Buğra, Nihad Sâmi Banarlı, Yesârî Âsım Arsoy, İbrâhim Kafesoğlu, Tahsin Banguoğlu, Peyâmi Safâ, Ekrem Hakkı Ayverdi, İsmâil Hâmi Dânişmend, Enver Trablusî, Fethi Gemuhluoğlu, Nejdet Sançar, Fethi Tevetoğlu, Îsâ Yusuf Alptekin, Fevzi Tara, Nuri Demirağ gibi, adı verilen veyâ karîne ile çıkarılabilen isimler yanında; künyesi satır aralarına ustaca gizlenmiş şahıslar da bulunuyordu. Hattâ kitaplardan birine isim olan  “Kırık Kanatlı Jön-Türk” (Ethem Ruhi Balkan)  de bu ikinci gruba dâhildi.  
Altan Deliorman, Nihad Sâmi Banarlı ile Ekrem Hakkı Ayverdi’yi, makâle hacmindeki yazılarıyla anlatmasına, bu yazıları Sessiz Bir Ses’e almasına rağmen; 2004 yılında, Sâmiha Ayverdi’yi de bu “muhterem” ikilinin yanına koyup, teşekkül eden “muhteşem” üçlüyü “Işıklı Hayatlar”da, daha uzun soluklu ve daha geniş sayfalara taşımıştı.
Nihad Sâmi Banarlı’nın Yahyâ Kemâl’den intikâl eden “Türkçe vehmi”, Ekrem Hakkı Ayverdi’nin Türk mîmârlığına “tuğra haşmeti”yle oturan şahsiyeti ve Sâmiha Ayverdi’nin “kalem iklîmi”ndeki hanım sultanlığı, çok hoş bir tesâdüfle “Kubbealtı”nda müşterek mesâî ve hizmet şeklinde el ele verir. Ortaya, Yahyâ Kemâl’in fikir dünyâsı ile eserlerini de ihâtâ eden hayırhah müesseseler çıkar. “İstanbul Fetih Cemiyeti”, “İstanbul Enstitüsü”, “Yahyâ Kemâl Enstitüsü” gibi, hepsi de Türk millî kültürüne omuz vermiş bu irfân ocakları, daha pek çok gayret ehlini çatıları altına almıştır ama, herkesin gıpta ettiği “ciddiyet”e hakkını veren meşgûliyetin üç sacayağı vardır: Ekrem Hakkı Ayverdi, Nihad Sâmi Banarlı ve Sâmiha Ayverdi.
Işıklı Hayatlar’da; “Kubbealtı” tâbirine hem altı asır Dünyâ’yı idâre eden mekân, hem de Türk’ün “Kendi Gök Kubbesi” azametlerini kazandıran gerçekten ışıklı üç hayat, yine ışıklı bir lisân ve ışıltılı bir üslûpla anlatılmıştı. Altan Deliorman, Işıklı Hayatlar kitabı ile 2004 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından biyografi dalında yılın yazarı seçilmişti.
Sessiz Bir Ses ile Kırık Kanatlı Jön-Türk’e vesîle olan “Eski Albümden Tanıdık Çehreler”, peyderpey yazılmaya devâm etmiş ve Altan Deliorman, 2009 yılında, bu yeni “Çehreler”den oluşan “Türk Yurdunun Bilgeleri” adındaki eserini yayınlamıştı. Adına yaraşır şekilde, hepsi de semâmızın bilgelik yıldızı olan Erol Güngör, Ahmet Kabaklı, Necmeddin Hacıeminoğlu, Muharrem Ergin, Sabahaddin Zaim, Muammer Kemâl Özergin, Zeki Velidî Togan, Sâdi Irmak, Ayhan Songar, Cemâl Kutay, İzeddin Şâdân ve Ziyad Ebuzziyâ’yı sayfalarına alan bu kitap, Altan Deliorman’ın portre-biyografi tarzındaki usta işi kalem mesâîsini gösteriyordu. Okuyana önce zevk, sonra da tiryâkîlik hazları veren Türk Yurdunun Bilgeleri, aynı zamanda bizi kültür hamûlemizin fedâkâr taşıyıcılarıyla tanıştırıyordu.
Türk Yurdunun Bilgeleri’nde, Cemâl Kutay’ın anlatıldığı bölümün başlığı “Tarihçi”dir. Cemâl Kutay için uygun düşen bu sıfat, Altan Deliorman’ın isminin önüne de, hiç tereddüd etmeden konulmalıdır. O, bihakkın târihçiydi. Hem üniversite diplomasının gösterdiği istikâmette, hem de yıllardır ortaya koyduğu târihe dâir eserleriyle, Altan Deliorman, hakikî mânâda bir târih araştırmacısıydı.
23 yaşındayken, “Mustafa Kemal Balkanlarda” adını taşıyan eserini yayınlamıştı. Baştan sona ciddî bir târihî araştırma mahsûlü olan bu eser, daha önce bir gazetede tefrika edilmişti.
Mustafa Kemâl’in hayâtında, pek çok bakımdan mühim bir staj dönemi olan Sofya Ataşemiliterliği’ni, tamâmı belgelere dayalı olarak ve nefis bir hikâye üslûbu ile anlatan Altan Deliorman, bu pek bilinmeyen Balkanlı yılları, gönül titreyişlerine kadar uzanan teferruâtıyla kaleme almıştı. Mustafa Kemâl’den Atatürk’e ulaşan târihî gelişmeler ve en çok da Türkiye-Bulgaristan münâsebetleri hakkında, mutlaka okunması gereken bir kaynak kitap ortaya çıkmıştı. 2009 yılında, yeni belgelerin ilâvesiyle ikinci baskısı yapılan bu eser, emsâli araştırma kitaplarının aksine, yüksek bir edebî değer de taşıyordu.
Altan Deliorman târihî araştırma sâhasında bir başka çalışmasını, 1961’de “Atatürk’ün Hayatındaki Kadınlar” adıyla kitaplaştıran Altan Deliorman, Türkiye Cumhûriyeti’nin bânîsi hakkında kaleme alınan en hissî ve insânî sahifeleri bir araya getiriyordu.
İkinci, üçüncü baskıları 2000 ve 2010 yıllarında yapılan, yeni belgelerin ışığındaki ilâvelerle gözden geçirilen bu eser, çok değişik ve alışılmadık bir Atatürk portresi çizmişti. Roman hükmüne girecek diyalog, tasvir ve olay akışı içinde okuyucuya ulaşan Atatürk’ün Hayatındaki Kadınlar; seven, özleyen, kıskanan, vefâ ile bağlanan, kısacası insan Atatürk’ü ortaya koyuyordu.
Annesinden, kız kardeşlerinden başlayarak Atatürk’ün hayâtına girmiş kadınlar arasında, çok ciddî ve mutlu sona yakın duranları da olmuştu, kaderin sâikiyle görünüp kaybolanları da. Bulgar kızı Miti’den Lâtife Hanım’a uzanan yelpâzede, değişik duruş mesâfelerindeki kadınlar, hem de kadınca hisleri ön plâna çıkarılarak, Atatürk’ün etrâfında tayflar geçidine katılıyorlardı. Bunlar arasında Ülkü Adatepe, Âfet İnan ve Sabiha Gökçen, ayrı bir statüde, Atatürk’ün mânevî kızları sıfatıyla sıraya giriyorlardı. Mustafa Kemal Balkanlarda kitabıyla Atatürk’ün Hayatındaki Kadınlar’ın yayını arasında, iki sene gibi kısa bir zaman bulunmaktaydı. Bu iki kitap, bâzı bölümleriyle birbirini tamamlayan eserlerdi. Atatürk’ün Sofya’daki ataşemiliterliği sırasında karşılaştığı kadınlar, her iki esere de, ağırlıkları nisbetinde konu olmuşlardı.
(Devam edecek)