Tehditler, kavga, gürültü nihayetinde kirlenen, kan bulaşan seçimler de bitti. Bitmedi; arkasından çıkan rezaletler tarih sayfasında diğerlerin yanında yerini aldı. Her seçimde olduğu gibi bu seçimde de çöp kutularından kullanılmış oy pusulaları çıktı. Yakılan, buruşturulup atılan, sahte oylar, sahte tutanaklar, itirazlar seçmeni seçtiğine bin pişman etti. Bir tiyatro teks-metninin sahnelerini seyreder gibiydik. Başrolde hep aynı oyuncular, bir inip bir çıkıyordu sahneye. Oysa bir tiyatroya gitmesi için insanın önce karnının doyması lazımdı. Bu tiyatroyu bedava sananlar ise aldanmıştı. Ömür boyu taşıyacakları bir kambur sırtlarına yapışıp kaldı. Benzer hırslara sahip olamayanlar, bazen hayıflanarak bazen de içi acıyarak şaşkınlıkla izledi: İnsanın geldiği akıl almaz noktayı.. Bir seçilenin henüz koltuğa oturmadan, kameralar önünde sergilediği kişiliğe şahit olanlar, verdiği oya ilk günden pişman oldu. Ne beyaz saçın, ne de unvanın kişiyi saygın yapmadığını anladı. Oysa eskiden asalet sıradandı, çünkü herkeste vardı erdemli olma özelliği. Zor okunan kitapları bile kolayca okurdu gençler. Ağır gelmezdi onlara, korkusuzdular aynı zamanda. Sınıflarında Atatürk portreleri ve yürekten söyledikleri İstiklal Marşları vardı. Yığınla sorumlulukları arasında bir tanesi; büyüklerini sevmek, küçüklerini korumaktı. Küçük ama saygılı, yaşlı ama saygındı insanları. Henüz hiçbir şey bu kadar kirlenmemiş, dağılmamış, dağıtılmamıştı. Kirli sularda yüzüp temiz kalmak mümkün mü? Mümkün ki asaletin sıradan olduğu günlerden kalanların mirasçıları; şeref ve haysiyetini, vatan ve toprağın kutsallığına olan inancını kaybetmedi. Bu yüzden dört elle sarılıyor bayrağına. Üzerindeki ay yıldıza. Çünkü hepsi biliyor... Kaybettikleri, bir daha asla geri gelmeyecek!