ÖĞRENDİM Kİ…

*Öğrendim ki her şartta dürüst kalabilenler, daha uzun yol yürüyor…

*İtimada lâyık olmak yıllar alıyor. Yıkmak bir dakika…

*Öğrendim ki tefekkür ruhun, ibâdet ise bedenin ilâhî emirlere riâyetidir.

*Muhatabın ne söylediğine değil, ne yaptığına bakmak lâzım.

*Öğrendim ki kitap en iyi dosttur.

*Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün. Fakat sonrası için bir şeyler bilmek gerek. 

*Öğrendim ki tefekkür itaatten üstündür.

*İnsanların başına ne geldiği değil, o durumda ne yaptıkları önemli. 

*Öğrendim ki insanoğlu, okudukça câhilliğinin farkına varıyor.

*Olmak istenilen insan olabilmek için ömür yetmiyor. 

*  *  *  *  *  *  *   *  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *

BİR ŞİİR

İnsanlar çula düştü

Paraya pula düştü 

Sana gönül vermek de

Bu garip kula düştü.

AYHAN İNAL 

(Yozgat-Akdağ Mâdeni, 16 Ağustos 1971 İstanbul-Moda,13 Şubat 2021)

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

GÜNÜN BERCESTESİ:

Allah zorbalara tövbe etmeleri için fırsat ve imkân vermeden onları cezalandırmamıştır. Hiçbir ümmeti zorluk ve belâdan geçirmeden onları kolaylık ve selâmete de eriştirmemiştir. İnsanoğlunun karşılaştığı sıkıntılarda ve zorluklarda da ibretler vardır. Her akıl sâhibi akıllı olmadığı gibi, her kulağı olan da söylenileni anlıyor değildir ve her gözü olan da görüyor değildir.

(Hz. Ali (kav)

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

HAFTANIN TÜRKÜSÜ:

Cemalin benzer aya

Eridim helâk oldum

Günleri saya saya    

Oof oof böyle kâr

Bu yılda kaldık bekâr

Giderim yolum dardır 

Vay bu ne meyveli baldır   

Ben kazanam yâr yesin

Yeter ki canım sağdır.                                                                                 

Of of böyle kâr

Bu yılda kaldık bekâr

(Gümüşhâne veya Bayburt yöresinden derlenmiştir.) 

Kaynak kişi: Hayriye Temizkalp  

Derleyen: Muzafffer Sarısözen.

<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>

Her yeni başlangıcın içinde bir miktar ümit vardır. 

*******************************************************************************

LOZAN, KAYIPLARLA HIRPALANMIŞ, DEĞERİNİN ÖNEMLİ  VE BÜYÜK BÖLÜMÜNÜ KAYBETMİŞ  BİR ZAFERDİR. 

*******************************************************************************

ATTİLA İLHAN 

‘Tedrisatta ne yapmak lâzım’ Diye sordular. Cevap verdim:

‘Osmanlıca bütün liselerde mecbûrî ders olarak okutulmalı. Arapça ve Farsça da ihtiyârî ders olarak okutulmalı. Eğer bu yapılmazsa 30 yıl sonra Türkler geçmişlerinden hiçbir şey okuyamayacak hâle gelir. Türkiye, ya Türkiye olacak veya bitecek. 

Kaynak: Yarın Dergisi, Kasım 2004

İYİ HABER

KERKÜKLÜ SABAH MARDAN’A HOLLANDA KRALİYET NİŞANI VERİLDİ.

Hollanda'da yaşayan Irak Türkmeni Sabah Mardan, toplum yararına gerçekleştirdiği gönüllü çalışmalardan dolayı Hollanda Kraliyet Nişanı’na lâyık görüldü. Sabah Mardan’a nişanı; düzenlenen bir törenle Hollanda Kralı Williem Alexander adına Horst aan de Maas Belediye Başkanı Ryan Palmen tarafından takdim edildi. 

Gerçekleştirilen törende Horst aan de Maas Belediye Başkanı Ryan Palmen, “Kraliyet Nişanı'nızı Hollanda Kralımız Willem Alexander adına vermekten dolayı onur duyuyorum” sözleriyle Sabah Mardan’a takdim etti.

Hollanda Irak Türkmenleri Danışma Kurulu başkanı Sabah Mardan, uzun yıllardır toplum yararına gönüllü çalışmalarda bulunduğunu hatırlatarak, “Toplumun daha iyi noktalara gelmesi ve Hollanda’nın daha yaşanılır olması için çabalıyoruz. Amacımız göçmenlerin geldikleri bu ülkeye katkılarının unutulmasının önüne geçmekti. Hayatım Türkmen dâvâsına hizmet etmekle geçti, Kraliyet Nişanı’nı Irak Türkmenlerine verilmiş olarak görüyorum. Bu gerçekten onur verici bir durum” diye konuştu.

Aldığı nişanın, yaptığı gönüllü çalışmaların halk nezdinde kabulü anlamına geldiğine işâret eden Mardan, hizmetlerine bundan sonra da devam edeceğini kaydetti.

Sabah Mardan kimdir?

Hollanda’da çeşitli STK’larda görev alan ve Hollanda Irak Türkmenleri Danışma Kurulu Başkanı olan Sabah Mardan, 3 Nisan 1948’de Irak’ın Kerkük şehrinde dünyaya geldi, liseyi Kerkük’te, Üniversite ve yüksek lisansını ise Türkiye’nin başkenti Ankara’da bitirdi.

Mardan, 1995’te Hollanda’ya yerleşerek, kurucusu olduğu Hollanda Irak Türkmenleri Danışma Kurulu Vakfı’nda (İTAR) ilk olarak sekreterlik görevinde bulundu ardından ise hâlâ yürütmekte olduğu başkanlık görevine geldi.

Hollanda’nın Limburg Eyaleti’nde Sağlık Bakım Platformu (PAZ) yönetim kurulu üyeliği, Venlo Türk Sanat Vakfı yönetim kurulu başkanlığı ile Hollanda Türk Yaşlılar Federasyonu yönetim kurulu üyeliği de yapmaktadır.

Bir dönem Venray Müzik Okulu’nda müzik eğitmenliği yapan Mardan, kültür-sanatla olan ilişkisini kesmeyerek, Kuzey Ren-Vestfalya (NRW) Sahne Sanatları Enstitüsü’nde denetleme kurulu başkanlığını 2017 yılına kadar devam ettirdi. 

Ayrıca Mardan şu kurumların üyesi; Provencial Platform Diversitet, (yurttaşlık Komisyon Danışma üyesi) Venlo Müslüman Mezarlığı Denetleme Kurulu üyesi, Limbrug Eyaleti WMO Ambassador ve Avrupa Ülkücüleri İstişare Heyeti Yönetim Kurulu üyesi.

Mardan, Türkçe'nin yanı sıra 5 dil daha konuşuyor. Mardan evli ve bir çocuk babasıdır.

Irak Türkmen Gazeteciler Cemiyeti Dış İlişkiler Sorumlusu Dr. Kürşat Çavuşoğlu

Kaynak: Saim Ali Akyıldız [email protected]  

OKUNASI KİTAPLAR

*RUSYA’NIN RUHU / EFSÂNE İLE GERÇEK ARASINDA: Turhan Dilmaç. Ötüken Neşriyat, 2022

*ATSIZ’LA HÂTIRALAR: Fatih Kılıç. Bilgeoğuz Yayınları, 2021

*SİMERANYA ÖZLEMİ: Fazlı Köksal. Akıl Fikir Yayınları, 2022

*TÜRK DÜNYÂSI MEDENİYET TÂRİHİ: Rıza Nur. Boğaziçi Yayınları, 2022

*KAYNAKLARDA TÜRK VE TÜRKÇE: Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilâsun, Bilge Kültür Sanat Yayıncılık, 2022

KİM DEMİŞ, NE DEMİŞ?

Türkler çok garip bir millet. Üç yıldır Türk kültürünü inceliyorum. İki husus var ki akıl erdirmekte zorlanıyorum. Birincisi çok korkunç… Diğeri çok gariptir. Korkunç olanı: Batılılar bu ülkeyi, milleti ve kültürüyle birlikte yok ediyor. Ülke televizyonlarında gösterilen dizi f ilmlerin 3-5’i hâriç, Türklerin inançlarına, örf ve âdetleri ile geleneklerine aykırıdır. Garip olan ise, herkes bunu biliyor. Fakat yine de seyretmekten vazgeçmiyorlar. Anneler, babalar çocuklarıyla birlikte seyrediyorlar. Hayret… 

Japon ilim adamı KAİYO YASVO.

İLK MEVLİD

İlk mevlid kandili kutlamasını Beğtekinlilerin* hâkimi Gök-Börü* başlattı. O, döneminin sayılı mücâhitlerindendir. Peygamberimizin doğumunu, Müslümanlar arasında tam bir kaynaşma sağlamak maksadıyla halk kitlelerinin katıldığı umûmî bir şenlik olarak kutlama usulünü ilk defa ülkesinde tatbik etmiştir. Bu kutlama daha sonra âdet hâline gelmiştir. 

Beğtekinliler Devleti: 1144-1232 yılları arasında merkezi Erbil olmak üzere Şehrizor, Hakkâri, Tikrît, Sincar, Harran, Urfa ve civarında hüküm süren bir Türk beyliğidir. Hânedan adını kurucusu Zeynüddin Ali Küçük’ün babası Begtegin’den alır. Devlet, merkezlerinden dolayı Erbil Atabegliği olarak da anılır. 

Gök-Börü:Muzaffereddin Gökböri’ olarak da bilinir. Tam unvanı: ‘el-Melik el-Muazzam Muzaffereddin’ olarak da anılır. Bu isim günümüz Türkçesiyle kısaca; ‘Dinin Muzafferi’ olarak ifâde edilir. Eyyubilerin Türk Generali. Sultan Selahaddin Eyyubi'nin önde gelen emir ve generallerinden idi. Bir Türk beyliği olan Erbil Beyliği'nin son hükümdarıdır.

TÜRK DESTANLARI

Dünyâ edebiyatlarında olduğu gibi Türk edebiyatının da ilk örnekleri destanlardır. Türk edebiyat geleneği içinde destan terimi birden fazla nazım şekli ve türü için kullanılmıştır, hâlen de kullanılmaya devam edilmektedir.

Eski Türk edebiyatı nazım şekillerinden mesnevilerin bir bölümü ve manzum hikâyeler, anonim edebiyatta ve âşık edebiyatında koşma veya mâni dörtlükleri ile yazılan veya söylenen ferdî, sosyal, târihî, acıklı veya gülünç olayları; hiciv tekniğiyle ile ve çeşitli üslûplarla aktaran nazım türüne ve kâinatın, insanlığın, milletlerin yaradılışını, gelişimini, hayatta kalma mücâdelelerini ve çeşitli olay ve nesnelerle ilgili sebepleri açıklayan ve batı edebiyatında ‘epope’ terimiyle anılan eserlerin tamamı da Türk edebiyatı geleneği içinde ‘destan’ adı ile anılmaktadır. 

Bütün dünyâ edebiyatlarının başlangıç eserleri olan destanlar, milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış bir kahramanın veya târih olayının millet muhayyilesinde ortak sembol ve ifâdelerle zenginleştirilmiş, nesir ve manzum olarak anlatılan, yazıya dökülen uzun hikâyelerdir.

Destanlar bütün bir milletin ortak mücâdelesini ortak değerler, kaideler, mânâlar bütünlüğü içinde yorumlandığı ve yaşatıldığı toplumun geçmişini ve geleceğini temsil ettiği için edebiyatın millî eserleri olarak kabul edilirler. 

Destanlar her zaman târihî gerçekleri doğru biçimde nakletmezler. Destanlarda târihî olay ve kahramanlar milletin ortak şuuraltının, vicdanının istek, beklenti, doğruları ve değerleri ile idealleştirilir. Eski hâtıralarla birleştirilerek târihî gerçekmiş gibi anlatılırlar. Her milletin millî kimlik ve nitelikleri, ortak dünyâ görüşü, hâtıra ve beklentileri yanında kusurları ve yanlışları da destanlarına yansır. 

Cihangirlik tutkusu, kuvvet, binicilik ve savaşçılık yanında verdiği sözde durma, âcizlere ve mağluplara hoşgörü ile yaklaşma, yardımcı olma Türk destanlarında dile getirilen ortak değer ve kabullerdir. 

Türk destanları, kâinatın, insanın, kadının ve erkeğin yaradılışı, Türk milletinin doğuşu, çeşitli Türk devletlerinin kuruluş gelişme, çöküşleri, zafer ve mağlubiyetleri gibi konularla berâber pek çok sebep açıklayıcı efsâneyi de içinde barındırır. 

İlk örneklerinin manzum olduğu kabul edilen Türk destanlarından Kırgız Türkleri arasında yaşayan Manas destanı dışında bütünüyle günümüze gelebilen örnek bulmak hayli zordur. 

Diğer Türk destanları çeşitli kaynaklarda özet, epizot, hâtıra, kısaltılmış seçme metinler hâlinde bulunmaktadır. 

Târihimize ana hatlarıyla bakıldığında; Türk hayatı fetihlerle başlamış ve yeni toprakları yurt edinerek gelişmiştir. Türkler, ilk anayurt olan ve batılıların Türk ismini unutturmak için Orta Asya dedikleri, bizim ise ‘Türkistan’ demek mecburiyetinde olduğumuz topraklarını tamamen terk etmemişlerdir. Türk milleti, ilk anayurt olan Türkistan’dan itibâren dünyâ coğrafyası üzerinde geniş alana yayılmış ve bugün; Türkiye, Azerbaycan, Doğu Türkistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Tacikistan ve Türkmenistan adlarıyla sekiz Türk cumhuriyetinde, ayrıca pek çok özerk toplulukta ve çeşitli devletlerin idâresinde azınlık hâlinde yaşamaktadır. 

Türk kültürü de târih ve coğrafyadaki çok boyutluluğa paralel olarak çeşitlenmiş, farklı seviye ve birikimlerle zenginleşerek ve farklılaşarak ancak ilk kaynaktan gelen ortaklıklarını devam ettirerek günümüze ulaşmıştır. Bu sebeple Türk destanları da târihî ve coğrafî çok boyutluluğun getirdiği dil ve kültür dâirelerine paralel olarak çeşitlenmiştir. 

Destan, milletlerin hayâtında derin izler bırakan olayların veya bu olayların içinde bulunan kahramanların efsânevi hikâyeleri olan bir edebî türdür. Sözlü manzum halk verimlerinin tam bir örneğidir. Bunlar belli belirsiz târih olaylarına ve efsâne motiflerine dayanılarak millî cemiyetin dilek ve arzularına uygun hayal gücüyle meydana gelmişlerdir. Hepsi sözlü ve çoğu manzum olan bu verimlerin bir kısmı sonradan yazıya da geçmiştir.

Destan (Dasitan) kelimesi farsçadır. (Şehnâme'nin başkahramanlarından Rüstem'in babası Zal’ın bir başka ismi de Dâsıtan'dır) Eski Yunanlılar, ozanların sazla terennüm ettikleri bu türlü şiirlere Epos (söz) derlerdi. Bundan ötürü, Batı dillerinde destana Epope adı verilmektedir. Türk halk edebiyatında destan benzeri şiirlere koçaklama da denilir.

Destan, milletlerin hayatında büyük yankılar bırakmış târih olaylarının çağdan çağa değişmiş, ülküleşmiş ve sayısız hayal unsurları katılarak tanınmaz hâle gelmiş, uzun manzum hikâyesidir.

Destanlar kendilerini meydana getiren kavimlerin inandıkları ve coşkunlukla yâdettikleri dinle, imânla hâlhamur olmuş bir çeşit kudsîleşmiş târihleridir. Buna inanışlarında târihî olayın vesikalara dayanıp dayanmayışı önemli değildir. Millî vicdana seslenmeleri ve halkın bunları benimseyerek övünülecek ata yadigârları sayması destanı güçlendiren ve yaşatan özdür.

Destan, târihin henüz yazıya geçmediği, ilim ve aklın toplum düzenine iyice hâkim olmadığı veya milletlerin büyük işlere, büyük ıstıraplara, büyük kurtuluşlara kapıldıkları çağların verimidir. Gerçi destanları besleyen menkıbeler, her devirde meydana gelmiştir, fakat bunların milletçe benimsenmeleri, daha çok eski veya çok galeyanlı yeni zamanlarda olmuştur. Çünkü o çağlarda insanlar, tabiat ve toplum hâdiselerini ilim ve akıl süzgecinden geçirmezlerdi. Ölüm, aşk ve yiğitlik onlarda duyguları coşturur; korku, sevgi, kin, umut, özlem hep geniş hayal iklimleri açardı. Savaş, göç, işgal, deprem, kuraklık, fırtına... insanlara kaderin oyunu ve tanrıların cilvesi sayılırdı. Şimşek, rüzgâr, yankı, şafak, uyku... gibi nice şeyler birer tanrı gibi tasarlanırdı. Tabiatın her şeyine karşı korku veya hayranlık duyulurdu. İşte bu korku ve hayranlık, önce mitosları sonra masal ve destanları meydana getirmiştir.

Tabiattaki kuvvetleri hep birer canlı varlık yahut ölümsüz tanrı farz etmek, bütün eski çağ toplumlarında nıitosları doğurdu. Bunların sistemleşmesinden mitoloji (mitolocya) meydana geldi. Mitoloji, ‘efsâne’ olarak da anılan mitlerin topluluğu anlamına geldiği gibi mitleri inceleyen bilgi dalına da bu ad verilmektedir.

Destan kişileri ve kahramanları, esâtir havası içinde (Paganizm inancı gereği) tanrılar ve insanlarla ilgi kurar; destanımsı bir hayat yaşarlar. Kişinin, mücâdeleye ve boyun eğmeye mecbur olduğu haşmetli tabiat unsurlarına veya olağanüstü iç ve dış kuvvetlere olan hayranlıklarını veya öfkelerini ayrıca onları kavrayış ve düşünüş tarzlarını temsil ederler.