Kâbe'ye ve hacılara hizmetle birleşmek
Hüseyin DAYI
Bu hafta içinde hac ile alakalı bazı açıklamalar yapıldı. Bu açıklamalardan biri Türkiye’ye gelen Türkistanlı hacılar, diğeri ise Kâbe’deki revaklarla alakalıydı.
Bağcılar Belediyesi yaptığı basın açıklamasında, Kazakistanlı bir grup hacının, ülkelerine dönerken bir süreliğine İstanbul’da kaldıklarını bildirdi. Açıklamada, Belediye mensuplarının, o hacılara İstanbul’u gezmekte rehberlik ettiği anlatılırken, hacıların dönüş güzergâhında İstanbul’un olmasıyla eski bir geleneğin yeniden canlandığı yorumu da yapıldı.
Söz konusu edilen, güzel bir gelenek ve ona bağlı olarak yapılan doğru bir yorumdu tabi. Şimdi hacılara hizmet esaslı o geleneği biraz daha açacağız ancak aynı konuyla alakalı bir de Kâbe’deki revaklar meselesi var.
Suudi Arabistan yönetiminin, önceden beri gündemine alıp, bu yılki hac dönemi bitiminde netleştirdiği niyeti, Kâbe’nin avlusundaki revakların yıkılacağı doğrultusundaydı. Bahsedilen revaklar, Kanunî Sultan Süleyman Han’ın emri ve Mimar Sinan’ın planlamasıyla yapılmıştı, yıkılma kararının gerekçesi ise avlunun genişletilmesi ihtiyacıydı. Fakat o gerekçede dikkatten kaçan husus, revakların Kâbe’ye hizmet kültürünün tarihî bir yansıması olmasıydı.
Yıkım kararına itiraz edenler arasında, merkezi İstanbul’da bulunan İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB) de yer aldı. 50 ülkeden, her biri tüzel kişilik olan 200 üyeye sahip o kuruluşun itirazı, revakların hizmet maksadıyla yapılmasına ve “İslâm dünyasına mal olmuş kıymetli eserler” olmasına dayanıyor. Şüphesiz ki bu doğru bir yaklaşımdır.
Her ne kadar Suudi yönetimin gösterdiği gerekçe de hizmet maksatlı görünüyorsa da İDSB’nin itiraz cümlelerinde de o eserlerin, hac ibadetinin rahatlıkla yapılmasına uygun şekilde ama mutlaka yerinde muhafaza edilmesi talebi dikkat çekmektedir.
Esasen Suudilerin hizmet maksatlı yıkım kararı, aynı maksadın tarihî tekâmülünü silici doğrultuda olduğu için de mahzurludur. O ve benzeri eserler, Müslümanların tarih boyunca Kâbe’ye ve hacılara hizmet geleneğini, geçmişten geleceğe taşımak açısından önemlidir. O gelenek, elbette ki İslamî temelli olmakla sevabı çok büyük bir ibadet niteliğindedir.
TARİHİMİZDEKİ HİZMET ÖRNEKLERİ
Hacılara hizmetin ilk tezahürü, su ihtiyaçlarını karşılamak olmuştur. Hz. İsmail’e (a.s) dayanan o çaba, müşrik dönemdeki putların ziyareti sırasında da sürdürülmüştür. Hz. Muhammed (s.a.v) ile birlikte Kâbe, aslî manasına tekrar kavuşunca, hacıların su ihtiyacının karşılanması da hadis-i şeriflerle teşvik edilmiştir.
O minvalde olmak üzere, Kanunî’nin kızı Mihrimah Sultan, yaptırdığı su kemeri ile Arafat’taki Ayn-ı Zübeyde suyunu Mekke’ye ulaştırmıştır. O kemer, fonksiyonunu günümüzde kaybetse de tarihî eser olarak hâlen durmaktadır.
Hacılara hizmet, imkânlar çoğaldıkça daha ileri noktalara varmıştır ki, Osmanlı’nın o maksatla savaşa kalkışması bile olmuştur. Rusların elindeki Astarhan kalesini almak maksadıyla Sultan 2. Selim döneminde yapılan 1569 tarihli seferin sebeplerinden biri, hacılardan gelen yol güvenliğinin sağlanması talebidir.
Ayrıca 1880 yılında Hacca giden Doğu Türkistanlı Hacı Polat’ın Türkistanlı Hacılar için bir misafirhane olarak kurduğu vakfiye ile Sultan 2. Abdülhamid Han’ın yaptırdığı misafirhane ve hastane de zikredilmesi gereken önemli hizmetlerdir. Hacı Polat’ın vakfiyesi, Çin’de komünizm zulmü başlayıp hacca gitme yasağı uygulanınca sahipsiz kalmış, nihayet 1981 yılında bir bölümü yıkılarak yerine otopark yapılmıştır. Hacı Polat’ın günümüzdeki torunları hukuk mücadelesi vererek vakfı tekrar hizmete açmaya çalışmaktadırlar. Sultan 2. Abdülhamid’in misafirhane-hastane görevi yapan binası ise 2. Meşrutiyet’te askerî kale hâline getirilmiş, daha sonraki Suudi yönetimince ise yıkılmıştır.
Kâbe’ye ve hacılara hizmet yolundaki daha birçok tarihî örnek, nesilden nesile aktarılmış olduğu için, günümüzde de aynı hassasiyet devam etmektedir.
İSLAMÎ BİRLİKTELİK
Bağcılar Belediyesi’nin ve benzeri yaklaşımdakilerin, Türkistanlı hacılara gösterdiği misafirperverce tutum, bölgeden gelen hacılar aracılığıyla ülkelerindeki Türkiye sevgisini artıracaktır. Bu da birlik duygularımızın gelişmesinde müspet tesir yapacaktır. Kâbe’nin avlusundaki revakların kaldırılması kararının İDSB örneğinde görüldüğü gibi eleştirilmesi ise, Kâbe konusunda bütün Müslümanların söz sahibi olmasına yol açabilecektir.
Bu arada revaklar meselesini Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na soran milletvekillerinin ve Davutoğlu’nun şahsında Hükümet’in hassasiyetini de takdirle zikretmeliyiz. Davutoğlu da konuyla “gece-gündüz” ilgilendiklerini, o karardan memnuniyetsizliğimizi Suudi Arabistan Kralı’na geçen yıl bizzat kendisinin ilettiğini söylemiştir. Bakan’ın, o ısrarlı ilgi sayesinde Suudi Arabistan’dan bir heyetin Türkiye’ye geleceği; konunun teknik düzeyde ve birlikte ele alınacağını bildirmesi de sevindirici olmuştur.
Bütün bu gelişmelerin, İslam’ın dayanışma ve müşavere düsturunu da kuvvetlendirmekle Müslümanları her meselede birliğe sevk etmesini dileriz.
Yorumlar