Kadınlar hakkında yazmak gerekirse, o güzel kadınlarımız için, sayfalar az gelir. Kitaplar kifayetsiz kalır. Kısaca demek gerekirse, mübarek kadınlar diyerek başlıyabiliriz yazımıza. Kaldı ki, onları sadece senede bir gün anmakla yetinmeyip, her gün her an anmak ve hatırda tutmak gerekir. Çünkü kadınlar evlerimizin direği, odalarımızın ışığıdır. Onlarsız bir hayat düşünülemez. Nitekim, yuvayı dişi kuş yapar sözü boşuna söylenmemiştir. Kaldı ki, onlar şefkat, sevgi ve merhamet kahramanlarıdır. Onlara, bu hususta biz erkekler yetişemeyiz. Nitekim, bir annenin, çocuğunu tehlikeden kurtarmak için, hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesine, çok zaman şahit olmuşuzdur. Kadınların, hakiki bir ihlas ve içtenlik ile yaratılıştan gelen görevleri icabı kendilerini evladına kurban etmeleri gösteriyor ki, hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Nitekim, 1877 – 1878 Osmanlı – Rus harbinde Erzurum’da Nene Hatunlar; Rusların Aziziye Tabyaları’ndan püskürtülmesinde büyük rol oynamışlardır. Milli Mücadele’de kağnılarla Milli Ordu için silah ve cephane taşıyan -elleri öpülesi- kadınlarımız; taşıdıkları cephaneler aman ıslanmasın diyerek, çocuklarının soğuktan ölmesi pahasına, onların üstlerini örten yorganları alıp cephanelerin üstüne örtmeleri; kadınlarımızın nasıl bir fedakarlığın örnek ve önderleri olduğunu gözler önüne sermektedir. İşte kadınlarımız; bu kahramanlığın inkişaf ve gelişmesi ile hem dünya hayatlarını, hem de ebedi hayatlarını kurtarabilir. Evet, o kuvvetli ve kıymetli seciye ve ahlakı inkişaf ettirilip geliştirilmeli. Bu hasletlerinin su-i istimal edilmesine, yani kötüye kullanılmasına, asla fırsat verilmemeli. Mesela, bir şefkatli anne; çocuğunun dünya hayatında tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için, her fedakarlığı göze alır, onu öyle terbiye eder. “Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun ebedi hayatının tehlikeye girdiğini düşünmez! Çocuğunu dünya hapsinden kurtarmaya çalışır; fakat çocuğun Cehennem hapsine düşmesini hesaba katmaz! Oysa, hem dünyasını ona temin etmeli, hem de ölümden sonraki hayatını garantiye alacak şekilde onu eğitmeli. Yani hem aklın gıdası olan ve ona dünyasını kazandıracak fen ilimlerini öğrenmesini sağlamalı. Hem de vicdanın gıdası olan ve ona ahiretini sağlıyacak din ve maneviyat bilimlerini edinmesini gerçekleştirmeli. Fıtri ve yaratılışında olan şefkatin tam zıddı olarak, o masum çocuğunu ahirette kendisine şefaatçi yapması gerekirken, kendisinden davacı eder! O çocuk, “Niçin benim inancımı takviye etmedin, bu helaket ve felaketime sebebiyet verdin?” diye şikayet edecek. Üstelik, dünyada, İslam terbiyesini tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı layıkıyla karşılık veremez. Belki de annesine karşı çok kusur eder. Hem kendini, hem de annesini üzüntüye boğar. Eğer, hakiki şefkat su-i istimal edilmeyerek, yani kötüye kullanılmayarak zavallı çocuğunu sonsuz hapis olan Cehennem’den ve sonsuz yokluk olan dalalet, sapıklık ve sapkınlık içinde ölmekten kurtarmaya; o şefkat sırrı ile çalışsa, o çocuğun ettiği bütün hasenat ve iyiliklerin bir misli, annesinin amel defterine geçer. Anasının vefatından sonra ise, her vakit iyilikleri ile ruhuna nurlar yetiştirdiği, ruhunu aydınlıklar içinde bıraktığı gibi, ahirette de değil davacı olmak, bütün ruh u canı ile ancak şefaatçi olup, ebedi hayatta ona mübarek, hayırlı bir evlat olur. Evet, insanın en birinci üstadı, rehberi ve en etkili öğretmeni; onun annesidir. Bu münasebetle, mesela büyük bir İslam Alimi şöyle der: “Ben kendi şahsımda kat’i (kesin) ve daima hissettiğim bu manayı beyan ediyorum: *** “Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem (ve yemin) ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve manevi derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddi vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma (yaratılışıma) ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek – i esasiye (asıl çekirdek olarak) müşahede ediyor (görüyor) um. “Ezcümle (özetleyecek olursam): Meslek ve meşrebimin dört esasından en mühimi olan şefkat etmek…acımak ve merhamet etmeyi, o validemin şefkatli fiil ve halinden ve o manevi derslerinden aldığımı yakinen (kesin kes) görüyorum. Evet, bu hakiki ihlas (ve içtenlik) ile hakiki bir fedakarlık taşıyan validelik şefkati su-i istimal edilip (kötüye kullanılıp), masum çocuğunun elmas hazinesi hükmünde olan ahiretini düşünmeyerek, muvakkat (geçici) fani şişeler hükmünde olan dünyaya; o çocuğun masum yüzünü çevirmek ve bu şekilde ona şefkat göstermek, o şefkati su-i istimal etmektir.” Yani, annenin çocuğuna; hem dünyasını hem de ahiretini kazandıracak şekilde bir eğitim vermesi veya verdirmesi lazımdır. Evet, kadınların şefkat cihetiyle bu kahramanlıklarını; hiçbir ücret ve hiçbir karşılık istemiyerek, hiçbir şahsi çıkar gözetmiyerek, hiçbir gösteriş manası olmıyarak ruhlarını feda ettiklerine en güzel misal şudur: O şefkatin küçücük bir örneğini taşıyan bir tavuğun; yavrusunu kurtarmak için, arslana saldırması ve ruhunu feda etmesidir. Halbuki, erkeklerin kahramanlıkları karşılıksız olamıyor! Belki yüz cihetle mukabele ve karşılık görmek istiyorlar! Hiç olmazsa, şan ve şeref bekliyorlar! Fakat yazık ki, biçare mübarek, saygı-değer kadınlar; zalim erkeklerin şer, kötülük ve baskılarına çok zaman maruz kalıyorlar. Oysa Hz. Muhammed: “Sizin en hayırlınız; hanımına en iyi şekilde davranandır.” Diye buyuruyor. Bilelim ki, insanın, özellikle Müslüman’ın sığınağı ve bir çeşit Cennet’i ve küçük bir dünyası, aile hayatıdır. Ve bunu sağlıyan ise evdeki kadının - ışık misal - varlığıdır. Kadın hususunda, erkeğe düşen görevler de var: Bir defa aklı başında bir adam; eşine muhabbet ve sevgisini, beş on senelik geçici olan dış görünüşündeki yüz ve vücut güzelliğine hasretmemeli. Aslında, kadınların en güzel tarafı ve üstelik daimi olanı; onun şefkatine ve kadınlığa mahsus güzel ahlakıdır. İşte erkek; sevgisini buna dayandırmalı. Öyle ki, o kadın yaşlandıkça kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünkü onun eşi, yalnız dünya hayatındaki geçici bir yardımcı eş değil, aksine ebedi hayatında, daimi ve sevimli bir hayat yoldaşıdır. Kadın ihtiyarlandıkça daha ziyade hürmet ve merhamete layık olmalı. Karı - kocanın birbirine olan muhabbeti, daha çok kendini göstermeli. Fakat, şimdiki modern terbiye perdesi altındaki hayvancasına geçici bir birliktelikten sonra bir ayrılığa uğrayan o aile hayatı, esasiyle bozuluyor. Bahtiyardır o adam ki, eşiyle ebediyyen sürecek olan birlikteliğini kaybetmemek için, inançlı hanımını taklit eder. O da inançlı olur. Hem, bahtiyardır o kadın ki, kocasını dindar görür. Ebedi dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için, o da tam bir dindar olur. Dünya saadeti içinde ahiret saadetini kazanır. Bedbahttır o adam ki, sefahete girmiş eşine uyar. Vazgeçirmeye çalışmaz. Kendisi de ona katılır. Bedbahttır o kadın ki, kocasının kötü yoluna bakar, onu başka bir surette taklit eder. Yazık o karı ve kocaya ki, birbirini ateşe atmakta yekdiğerine yardım eder. Yani, güya modern yaşayışlarına birbirini teşvik eder. Bu zamanda aile hayatının ve dünya ve ahiret saadetinin ve kadınlarda yüksek ahlakın gelişmesinin sebebi, yalnız İslam dairesindeki İslamiyet adabı ile olabilir. *** Şimdi, aile hayatında en mühim nokta budur ki: Kadın, kocasında fenalık ve sadakatsizlik görse, o da kocasının inadına, kadının asıl görevi olan sadakat ve emniyeti bozsa, aynen askeriyedeki itaatin bozulması gibi, o aile hayatının fabrikası alt üst olur. Belki o kadın, elinden geldiği kadar kocasının kusurunu düzeltmeğe çalışmalıdır ki, ebedi arkadaşını kurtarsın. Yoksa, o da kendini açıklık ve saçıklıkla başkalara göstermeye ve sevdirmeye çalışsa, her bakımdan zarar eder. Çünkü hakiki sadakatı bırakan, dünyada da cezasını görür. Çünkü namahremlerin nazarından fıtratı korkar, sıkılır, çekinir. Namahrem yirmi erkeğin on sekizinin bakışından rahatsız olur. Erkek ise, namahrem yüz kadından ancak birisinden hoşlanmaz. Bakmasından sıkılır. Kadın o bakımdan azap çektiği gibi, sadakatsizlik ithamı altına girer. Zaafiyetiyle beraber, hukukunu koruyamaz. Elhasıl: Nasıl ki, kadınlar, kahramanlıkta, ihlasta, şefkat itibariyle erkeklere benzemezler. Erkekler de o kahramanlıkta onlara yetişemiyorlar. Bu bakımdan o masum hanımlar dahi, sefahette hiçbir şekilde erkeklere yetişemezler. Onun için fıtratlarıyla ve zayıf yaratılışlarıyla namahremlerden şiddetli korkarlar ve örtünmeye kendilerini mecbur hissederler. Çünkü erkek, sekiz dakika zevk ve lezzet için sefahete girse, ancak paraca zarar eder. Fakat kadın, sekiz dakika sefahetteki zevkin cezası olarak, dünyada dahi sekiz ay ağır bir yükü karnında taşır ve sekiz sene de o hamisiz çocuğun terbiyesinin meşakkatine girdiği için, sefahette erkeklere yetişemez, yüz derece fazla cezasını çeker. Az olmayan bu çeşit olaylar da gösteriyor ki, mübarek kadınlar yaratılışları icabı yüksek ahlakın kaynağıdırlar. Günah ve sefahette dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek onlar, İslam terbiye dairesinde mesut bir aile hayatını geçirmeye mahsus, bir çeşit mübarek varlıklardır. Bu mübarekleri bozan komiteler kahrolsunlar! Allah, bu hemşirelerimizi bu serserilerin şerlerinden korusun. Kadınlar geçim derdi için, serseri, ahlaksız, sözde Batı-görgülü bir kocanın tahakkümü altına girmektense, fıtratlarındaki iktisat ve kanaatla, köylü masum kadınların nafakalarını kendileri çıkarmak için çalışmaları çeşidinden, kendilerini idareye çalışmaları onlar için çok daha uygundur. Yok eğer size münasip olmayan bir erkek kısmet olmuşsa; kısmetinize razı olunuz, kanaat ediniz. İnşallah, rızanız ve kanaatınızla o da düzelir. Aksi halde, mahkemelere boşanmak için başvuracaksınız. Bu da, İslam haysiyeti ve milli şerefimize yakışmaz. Kesin olarak biliniz ki, meşru dairenin dışındaki zevk ve lezzetlerde, on derece onlardan ziyade elem ve zahmetler bulunur. Onun için, meşru dairedeki keyifle yetininiz. Sizin evinizdeki masum evlatlarınızla, masumane sohbet etmeniz; her eğlenceden çok daha zevklidir. Bir erkek, bir kadınla; ebedi bir hayat arkadaşı, dünyadaki saadete sebep olması ve birçok günahlardan kendini koruması için, evlenmeli. Yoksa kadını, devamlı baskı altında tutmak için değil. Ayrıca, sırf gençliğindeki güzellik için sevmemeli. Üstelik, ona; bir verip, on kere başına kakarak, onu minnet altında bırakmak için, asla evlenmemeli.