Tecrübeli eğitimci                        
Dr. SÂKİN ÖNER; Yeni eğitim sistemi hazırlayıcılarını uyarıyor:  ‘Yeraltı ve yerüstü zenginlikleri günün birinde tükenebilir.  Fakat iyi eğitimli insan gücü, topluma yeniden hayat verir. Eğitim sistemi,  siyâsî hedeflere değil, kaliteli insan yetiştirme maksadına yönelik olmalı.’  

Oğuz Çetinoğlu: Eğitim sistemi ile ilgili son tasarı hazırlanırken, eğitim şûrasının ve eğitim uzmanlarının görüşü alındı mı, alındı ise bu görüşler TBMM bünyesinde kurulan alt komisyon için yönlendirici oldu mu?     
Dr. Sâkin Öner: Geçen yıl yapılan 18. Millî Eğitim Şûrası’nda İlköğretimin kademeli olması kararı alındı. Ayrıca mecburî eğitimin on üç yıla çıkarılması yönünde tavsiye edildi. Tasarı hazırlanırken, mecburî eğitimin on üç yıl olması düşünülmüştü. Fakat her nedense okul öncesindeki bir yıldan vazgeçildi. Halbuki daha önce belirttiğim gibi,  okulöncesi eğitim daha kısa sürede mecburî eğitim kapsamına alınabilir. Bu tasarı hazırlanırken ve hazırlandıktan sonra, Eğitim Fakültelerindeki akademisyenlere ve her kademedeki eğitimcilere, eğitim uzmanlarına danışıldığı, görüş alındığı kanaatinde değilim. Öğrendiğim kadarıyla bu tasarı, Millî Eğitim Bakanlığı’nın istek ve görüşlerini de tam olarak yansıtmıyor. Bu tasarı, iktidar partisindeki bir grup milletvekilinin hazırladığı bir tasarıdır. Bunu yapılan tartışmalardan anlıyoruz.  Bu konunun kesinlikle aceleye getirilmemesi lazımdır. Yöntemi yanlış görüyorum. Eğitim sistemindeki düzenlemeyi daha geniş bir zamana yayıp, başta eğitimcilerin, sivil toplum kuruluşlarının da görüşleri alınarak, tamamen toplumun bütün ihtiyaçlarına cevap veren, sık sık değiştirilmeyen uzun ömürlü bir sistem halinde hayata geçirmek gerekir.
Çetinoğlu: Anayasa çalışması gibi mi?
Öner: Eğitim sistemindeki düzenleme, en az yeni Anayasa kadar önemlidir. Açık söyleyeyim, Anayasa çalışmasından da önemli görüyorum. Çünkü Anayasa zaman içerisinde daha sık değiştirilebilir, ama eğitim sistemi ile fazla oynanmaması lazımdır.   Bence bir yıl, gerekirse iki yıl toplumca tartışalım. Toplumun bütün kesimlerinin görüşü belirlensin. Tam bir sosyal mutabakat sağlandıktan sonra, kalıcı bir düzenleme yapılsın.
Konuyu tamamen Millî Eğitim Bakanlığı’na emânet etmek lazımdır. Akademisyenlerle birlikte uygulamadaki eğitimcilerin ve sivil toplum kuruluşlarının da görüşü alınarak, bu çalışma yürütülmelidir. Eğitimin her kademesi ile ilgili komisyonlar kurularak, önce sistemin aksayan yönleri bütünüyle ele alınmalı, buların nasıl giderileceği yeterince tartışılmalıdır. Sonra toplumun da görüşleri alınsın, herkes bu konuda konuşabilsin. Bundan rahatsız olmamak lazım. Çünkü eğitim, sadece belli bir kesimi ilgilendirmiyor.  Eğitim, çocuğu olsun olmasın, bütün toplumu ilgilendiren bir konudur. İnsan kaynağı, bir ülkenin en büyük zenginliğidir. Yeraltı ve yerüstü zenginlikleri bir gün tükenebilir, yok olabilir. Fakat kaliteli ve iyi eğitimli insan gücü, topluma yeniden hayat verebilir.
Çetinoğlu: Eğitim sistemindeki yeni düzenleme ile ulaşılmak istenilen hedefin; ‘dindar gençlik’ olduğu iddia ediliyor. Gençliğin yalnızca ‘dindar’ olması yeterli mi?
Öner: “Dindar gençlik” yetiştirmek tek başına eğitimin amacı olamaz, ancak amaçlarından biri olabilir.
Çetinoğlu: Dindar gençlik kavramı ile neyin ifade edilmek istendiğini düşünüyorsunuz?
Öner:  Dinini bilen ve yaşayan  bir geçliğin kastedildiğini düşünüyorum.
Çetinoğlu: O zaman dindar gençlik ile dinini bilen gençlik arasında  fark yok.
Öner: Evet, fark yok. Arada belki nüans ölçüsünde küçük bir fark olabilir. Dinini bilen gençlerin bir kısmı dinin gereklerini, yâni ibâdetlerini yapabilir, bir kısmı da yapmayabilir  veya uygulamada eksikleri olabilir. Dindar gençlik denince, dinin gereklerini tam olarak yerine getiren bir gençlik anlıyorum. Bu biraz daha yaptırımı olan, zorlayıcı bir kavram. Siz gence dinini iyi öğretirseniz, o zaten dindar olur.
Çetinoğlu: Gençliğin yalnızca ‘dindar’ olarak yetiştirilmesi, Türkiye’nin gelişmesine, kalkınmasına, dünyada ve bölgesinde daha güçlü, daha itibarlı bir devlet olmasına katkı sağlar mı?
Öner: Mutlaka katkı sağlar, ama dindar olmak, tek başına yeterli değildir. Her şeyden önce kendi kültürünü, millî ve manevî değerlerini tanımalı, vatanını ve milletini sevmeli, tarihini ve dilini çok iyi bilmelidir. Ayrıca çağını iyi tâkip etmeli, iyi okumalı, evrensel değerlere de uyum sağlamalıdır. Ben bir defa dindarlığın yanına milliyetçiliğin ve çağdaşlığın da eklenmesi gerektiğine inanıyorum. Çağdaşlık kavramını, çağdaş ilim ve teknolojiyi bilmek ve etkin kullanmak, beynelmilel dillerden bir veya birkaçını bilmek, insan hak ve özgürlüklerini benimsemek anlamında kullanıyorum. Yani gençliğimizin, gelişmiş milletlerin gençleriyle rekabet edebilecek kalitede ve milletini dünya milletleri arasında seçkin ve saygın bir yere sâhip kılma şuuru ile yetiştirilmesi gereğine inanıyorum. Dindarlık, sosyal hayatı disipline eden bir unsurdur. Ruhî bir ihtiyaçtır. Fakat dediğim gibi, dinini bilmek tek başına yeterli değildir. Ayni zamanda entelektüel olmak ve millî kültür şuuruna sâhip olmak gerekir.  
Çetinoğlu: Eğitim sisteminin darbe ile işbaşına gelmiş kişiler veya yalnızca siyasîler tarafından düzenlenmesi, çalışmaların TÜSİAD gibi ekonomi ağırlıklı sivil toplum kuruluşları tarafından yönlendirilme çabaları doğru mu?
Öner: Bu soruyu iki bölüm halinde ele almak gerekir. Birinci bölümde, darbe ile iş başına gelmiş kişilerin ve siyasilerin eğitim sistemini düzenlemesini ve bunu yönlendirmesini kesinlikle doğru bulmuyorum. Dayatmacı ve tepeden inmeci eğitim sistemi olmaz. Eğitim sistemi, toplumun bütün kesimlerinin görüşü alınarak yapılır.  
İkinci bölümde TÜSİAD’ın yaklaşımını değerlendireceğim. TÜSİAD’ın ön yargılı ve dayatmacı yaklaşımını tasvip etmiyorum. Uzlaşmak için biraz esnek olmak ve karşısında olduğunuz görüşleri de anlamaya çalışmak zorundasınız. TÜSİAD, İki milyon insanımıza iş veren büyük iş adamlarının kurduğu ekonomi ağırlıklı bir kuruluştur. Fakat eğitim de ekonomiden bağımsız olamaz. Bence bu konuda tahammüllü ve her görüşe açık olmak lazımdır. Ayakkabıcılar Derneği bile eğitim üzerine konuşabilmeli. Dediğimiz gibi, eğitim toplumun her kesimini ilgilendiriyor. Ama görüşler, baskı ve tehdit şeklinde olmamalı, problemi çözmeye ve katkı sağlamaya yönelik olmalıdır.  
Çetinoğlu: Anayasa taslağı hazırlanırken her kesimden görüş alınması için olağanüstü gayret sarf edilirken eğitim sistemi söz konusu olduğunda kapalı devre çalışılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öner: Kesinlikle doğru bulmuyorum. Mahzurlu buluyorum.
Çetinoğlu: ‘Evde eğitim’ kavramını değerlendirir misiniz?
Öner: Evde eğitim kavramıyla ne kastedildiği açık değil ve kafa karıştırıcı. Bununla ne kastediliyor? Ailenin vereceği eğitim mi, özel öğretmenlerle evde yapılacak eğitim mi, kurslarla yapılacak eğitim mi, interaktif yöntemle uzaktan eğitim mi, yoksa öğrencinin kendi kendine yapacağı eğitim mi? Bunlar belli değil. Eğer evde çocuğun özel öğretmenlerin nezâretinde ders alması kastediliyor ise; her aile bu imkâna sahip değildir. Eğer anne-babanın vereceği eğitim kastediliyorsa, onların çoğunun eğitim düzeyi bu hizmeti vermeye müsait değildir. Bazı konularda uzaktan eğitim olabilir. İnternet ortamında veya televizyon radyo gibi medya organları vasıtasıyla bir nevi açık öğretim gibi…Ona da bazı velilerin imkânları el vermez. Anne baba, doğumundan itibâren zâten çocuğuna verebileceği eğitimi veriyor, onu hayata hazırlıyor. Bunu okul dışındaki saatlerde de yapıyor. Bunun dışında evde eğitime kesinlikle sıcak bakmadığımı ifâde etmek isterim. Çünkü okulun, öğretmenin verdiği ve arkadaşlarıyla alınan eğitimin yerini, evde nasıl verildiği belli olmayan bir eğitim tutamaz. Bu düşünceyi ortaya atanlar, evde eğitimden ne kastettiklerini ve neyi amaçladıklarını açıkça söylemelidirler.  
Çetinoğlu: Evde eğitimin Amerika’ da zaman zaman iyi sonuçlar verdiği iddia ediliyor.  Türk toplumu ve Amerikan toplumu çok farklı yapılarda.  Ayrıca Toplumumuzun aile yapısı, okul ortamından uzaklaşmış çocukların eğitim ve öğretimi için yeterli donanıma sahip mi?
Öner: Kesinlikle değil. İstanbul’u örnek alalım, % 50 ye yakını gecekondu şartlarında yaşıyorlar. Ya bir odalı veya iki odalı bir evde yaşıyorlar. Kaç öğrencinin özel çalışma odası var? Bugün % 70 öğrencinin evinde bilgisayarı varsa, % 30 unun yoktur. Türk toplumunu Amerikan toplumu ile imkânlar açısından mukayese etmek doğru olmaz.     
Çetinoğlu: Türkiye’de eğitim sisteminin toplumun taleplerini karşılayıp karşılamadığı konusunda ciddî ve kapsamlı bir araştırma yapılmış mıdır? Yapılmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öner: Yapıldığı kanaatinde değilim. Bunun yapılmadığını sık sık sistem değişikliği yapılmasından anlıyoruz. Eğitimdeki düzenlemeler hep; ‘Yola çıkalım, kervan gide gide yolda düzelir.’ mantığıyla yapılıyor. ‘Aksaklıkları görürsek düzeltiriz.’ Bu mantıkla hareket edilince üç yıl sonra ‘bu olmadı’ deyip kaldırıyoruz. O dönemde okuyan öğrenciler,  bir kobay gibi kullanılmış oluyorlar ve yeterli eğitimi almadan hayata atılıyorlar. Modern fen programı uygulayan liseler, süper liseler, yabancı dilde basamaklı kur sistemi, ders geçme ve kredili sistem… Hepsinden kısa süreler sonra vazgeçildi. Halbuki bu sistemlerin önce pilot okullarda denemeleri yapılsaydı, belki aksaklıkları düzeltilip sürekliliği sağlanabilirdi.
Bence, çağdaş toplumun birinci gündem maddesinin, eğitim olması gerekir. Fakat maalesef Türkiye’de böyle değil. Bugün gelişmiş ülkelerde eğitim, sağlık ve güvenlik, devletin öncelikli hizmet alanlarıdır. Devlet, en çok bunlara yatırım yapar. Diğerlerini topluma bırakır, çoğu özelleşmiştir.
Kırk yıllık eğitim hayatımın otuz beş yılını eğitim yöneticisi olarak geçirdim. Benim en son konum, maalesef eğitim-öğretim işleri oldu. Yönetici olarak ilk işim okulun ihtiyaçlarının finansmanını sağlamak, sonra sırasıyla okulun fiziki meselelerini çözümlemek, onarımlarını yaptırmak, personel ihtiyacını karşılamak, araç-gereç eksiklerini tamamlamak, sosyal ve kültürel etkinliklere kaynak bulmak ve son olarak eğitim-öğretim işlerinin düzenli yürümesini sağlamak oldu. Millî Eğitim Müdürlüklerinin yaptığı toplantılarda da öncelikle yatırım, tesisler ve inşaat işleri, büyük ve küçük onarımlar, tâyinler, görevlendirmeler, personel özlük işleri görüşüldükten sonra, en son eğitim ve öğretime sıra gelir. Biz eğitimciler, eğitimi öncelikli gündem maddemiz hâline getirmedikten sonra eğitimi düzeltemeyiz.
Çetinoğlu: Tasarıyı TBMM’ne sevk edecek Millî Eğitim Komisyonu’na ve tasarıyı kanunlaştıracak olan TBMM üyelerine tavsiyelerinizi lütfeder misiniz?
Öner: Her şeyden önce bu çalışmalara bir ara verilmelidir. Bir eğitimci olarak ben bile bu tasarıyı detaylarıyla bilmiyorum. Bu tasarının muhtevasının topluma iyice anlatılması lazım. Mutlaka bunlar internet ortamında yazılıdır, ama herkesin buna ulaşma imkânı yoktur. Bunun tartışmaya açılması lazım. Herkesin, her kesimin ve daha ziyade uzmanlarının görüşlerinin alınması lazım. Öncelikle eğitim fakültelerinin, eğitimci akademisyenlerin, psikologların, pedagogların, basın ve medyadaki eğitim yazarlarının, özellikle eğitim alanındaki uygulamacıların, her kademedeki okul yöneticilerinin, başta eğitim alanında faaliyet gösterenler olmak üzere bütün sivil toplum kuruluşlarının da bu konudaki düşüncelerinin alınması gerekir. Ayrıca, meslekî ve teknik eğitim ve öğretim konularında, işçi, işveren, esnaf ve sanatkâr kuruluşlarının da görüşlerinin alınması da şarttır. Bu şekilde ortak bir payda bulunarak yola devam edilebilir. Ben bu sürecin fazla aceleye getirilmemesini tavsiye ediyorum. Bu konunun siyaset üstü düşünülmesi ve ele alınması gerekir.
Çetinoğlu: Sistem, teknik olmaktan ziyade siyasî bir kalıp içerisine yerleştirilmiş gibi gözüküyor.
Öner: Doğrudur, oradan çıkarmak lazım.
Çetinoğlu: Ülkemizde bir de yabancı dil öğretimi ve yabancı dille eğitim meselesi var. Türkiye’ de yabancı dil öğretiminden ziyade yabancı dille eğitim ön plana getiriliyor. Bunun mahzurlarından kısaca söz eder misiniz?
Öner: Türk insanının çağdaş dünyayla rekabet edebilmesi ve bu küreselleşen dünyada iş yapabilmesi için mutlaka en az bir yabancı dili iyi bilmesi gerekir. Burada bir tartışma yok. Bu konuda yapılabilecek her türlü çalışmanın doğru olduğu kanaatindeyim. Ama fen derslerini ve diğer dersleri yabancı dille öğretmenin kabul edilecek bir mantığı yok. Çünkü ilim, o toplumun millî diliyle yapılır. Eğer siz dersleri kendi dilinizle işleyemediğiniz zaman, hem dilinizin gelişmesine engel olursunuz, hem de ‘benim dilimle ilim yapılmaz’ diyerek dilinize hakaret etmiş olursunuz. Herkes kendi diliyle daha hızlı anlar, kavrar ve düşünür. Bunun için, yabancı dil öğretimini sonuna kadar destekliyorum, fakat yabancı dille eğitime özellikle ilk ve orta öğretimde hayır diyorum.
Çetinoğlu: Sorduğum soruları, vermek istediğiniz mesaj için yeterli görmüyorsanız, soruyu bizzat oluşturup, mesajınızı cevabınız içerisine yerleştirebilirsiniz.
Öner: İktidarların eğitimi siyasetlerine âlet etmeleri doğru değildir. Sadece dindar bir gençlik yetiştirmek, fikri sorgulamadan biat edecek ve istenilen hedefe kolaylıkla yönlendirilebilecek bir zümreyi oluşturmaktan başka bir amaca hizmet etmez. Bu da, hür düşünceyi ve gelişmeyi engeller. Gençliği çok yönlü ve geniş ufuklu, ülkenin ihtiyaçlarına uygun olarak yetiştirmek gerekir. Amacı, hedefi ve idealleri olan gençlik yetiştirmek mecburiyetindeyiz.  
Eğitimimiz tamamen millî olmalıdır. Türkiye’deki mevcut eğitimin millî olabilmesi için, sadece siyasetin bu alandan elini çekmesi kâfi değildir. Amerikalı ve diğer yabancı danışmanların tasallutundan da eğitim kurtarılmalıdır.
Bizim eğitimde öncelikle yapmamız gereken, meslekî ve teknik eğitim ve öğretimi güçlendirmek ve genel eğitim içindeki payını artırmaktır. Bu konuda eğitim ve öğretimi ayrı ayrı ele almak ve kişileri eğilimleri ve yetenekleri doğrultusunda bu alanlara yönlendirmek gerekir. Akademik öğretimde de kaliteyi arttırmak şarttır. Bu kalite sadece teknoloji ile yükselmez, öğretmenin de çağın ihtiyaçlarına göre yetiştirilmesi ve öğretmenlerin de kendilerini geliştirebilmeleri için maddî ve manevî her türlü imkânın sağlanması gerekir.

Dr. SÂKİN ÖNER
      Sakin Öner 05.10.1947 tarihinde Denizli ilinin o zaman Çal ilçesine bağlı bulunan ve günümüzde Baklan adı ile ilçe olan Dedeköy bucağında doğdu. Babası Emniyet Komiseri olan babasının görevleri sebebiyle ilkokulu; Manisa’nın Kırkağaç ilçesinde, Manisa vilayetinde, Afyon ilinin Sandıklı ilçesinde, ortaokulu; Sandıklı, Balıkesir’in Bandırma ilçesinde, Van’da okudu, Liseyi 1965 yılında Yozgat’ta bitirdi.  


      Üniversiteye İstanbul Hukuk Fakültesi’nde başladı. Gazetecilik tutkusu ve geçimini sağlama düşüncesiyle Bab-ı Âli’de Sabah Gazetesi’nde muhabir olarak çalışmaya başladı. 1966 yılında Bugün Gazetesi’ne teknik sekreter olarak transfer oldu. 1967’de Hukuk Fakültesi’nden ayrılarak yeniden girdiği Üniversite Giriş Sınavı sonucunda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kayıt yaptırdı. Üniversite hayatı boyunca; dergicilik, kitapçılık ve yayıncılık yaptı. 1972 yılı Şubat ayında mezun oldu. Denizli iline öğretmen olarak tâyin edildi. İstanbul’da Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde, Sinop Lisesi, İstanbul Kız Lisesi, Şehremini Lisesi, Pertevniyal Lisesi ve Behçet kemal Çağlar Lisesi’nde idareci ve öğretmen olarak çalıştı. İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü’nde Müdür Yardımcılığı, Vefa Lisesi’nde müdürlük yaptı. “Tanzimat Döneminde Dil ve Edebiyatta Milliyetçilik” konulu doktora tezini vererek “Türk Dili ve Edebiyatı Doktoru”, 2005 yılında Millî Eğitim Bakanlığınca ilk defa uygulamaya konulan öğretmenlik kariyer basamakları uygulamasında, en yüksek puanı alarak kendi alanında ‘Birinci sırada Başöğretmen’ unvanını kazandı. 2010 yılında tâyin edildiği İstanbul Erkek Lisesi Müdürlüğü’nden, 07 Mart 2012 tarihinde yaş haddi sebebiyle emekli oldu.

       Sakin Öner, ailesinden, Van ve Yozgat’taki arkadaşlarından aldığı etkilerle milliyetçi ve maneviyatçı duyguları ağır basan, fikrî ve siyasî hareketlerle ilgilendi, şiir ve nesir alanında  çalışmalar yaptı. Gazete ve dergilerde üst düzey yönetici olarak görev yaptı, yayınevi kurdu, dergi çıkardı, bu yayın organlarında Türk Milliyetçiliği fikriyatına hizmet eden makaleler yazdı.   

        Göktuğ Yayınevi tarafından 1971 yılında yayımlanan Osmanlıcadan Türkçeye çevirdiği Ömer Seyfettin’in ‘Amelî Siyâset’ isimli eseri, Sâkin Öner imzasıyla yayınlanan ilk kitaptır. Aynı yazarın ‘Türklük Ülküsü’ isimli kitabını da Osmanlıcadan Türkçeye çevirip yayınladı. Yayınlanmış diğer eserlerinden bâzıları şunlardır:

       Abdülhak Hamit Tarhan Biyografisi (1974),  Ülkücü Şehitlere Şiirler(1975), Ülkücü Hareket’in Şiirleri ve Marşları(1976), Ârif Nihat Asya Biyografisi (1978) Müslim Ergül ve Osman Nuri Ekiz’le birlikte Eğitim Enstitüleri Türkçe Bölümü 2. sınıf Yeni Türk Edebiyatı (Servet-i Fünûn’dan Cumhuriyet’e kadar) isimli ders kitabı. (1979), Yusuf Akçura’nın Türk Yılı isimli dergide yer alan ‘Türkçülük’ başlıklı 128 sahifelik uzun makalesini Osmanlıca’an yeni yazıya çevirdi. Kitap, Türk Kültürü Yayınları arasında çıktı. Nihal Atsız Biyografisi (1979), Köy Enstitülerinden Eğitim Enstitülerine (1979), Kompozisyon Sanatı (l981), İmla-Noktalama ve Cümle Bilgisi: (1981), Örnek Açıklamalarla Atasözleri ve Özdeyişler (1981), Prof. İskender Pala ve Rakin Ertem’le birlikte Ortaokul 1., 2. ve 3. sınıflar için Türkçe ve Dil Bilgisi Kitapları (1992), Vefa Lisesi 125. Yıl Anı Kitabı (1997), Editör olarak Lise 9., 10. ve 11. sınıfların Edebiyat, Kompozisyon ve Türk Dili kitapları (1998), Özlü Sözler (1998),  İlk Dersimiz Sevgi (Şiirler 2002), Vefa Lisesi 135. Yıl Anı Kitabı (2007).