Geçen hafta 6 Ekim’de İstanbul’un kurtuluşunun 98nci yılını, Taksim’de yapılan töreni müteakip Sarayburnu’nda gaziler ve şehit yakınları ve emekli subay ve astsubaylar ve İstanbullularla birlikte coşku ile kutlamıştık. Malumları güzel İstanbul’umuzun fethi günü yıllardır törenlerle kutlanırken bu kadim başkentimizin kurtuluşu da artık fetih günü gibi törenlerle kutlanmaya başlandı. Ne güzel, ne kadar anlamlı değil mi? Artık gelecek yıllarda daha geniş katılımlarla ve daha çok platformlarda kutlanması en halis dileğimizdir. 

Değerli okurlarım, bildiğiniz gibi İstanbul, fetihten bu yana yüzlerce yıl, bırakın işgali düşman görmemişti. Birinci Dünya Harbi yenilgisi üzerine Müttefikler, daha önce aralarında anlaştıkları gibi Osmanlı mülkünü taksime başlayıp, Boğazları ve 13 Kasım 1918’de de İstanbul’u işgal etmişlerdi. Ve bu işgal, Cumhuriyet’in tapusunu aldığımız Lozan’dan sonra 6 Ekim 1923’e kadar dört yıl onbuçuk ay sürmüştü. Ve yine bildiğiniz gibi Anadolu ve Trakya İstanbul’dan daha önce, Anadolu 18 Eylül 1922’de, Trakya da 15 Kasım 1922’de düşmandan temizlenmiş, Anadolu’da ve Trakya’da bir tek Yunan askeri kalmamıştı. 

11 Ekim 1922 Mudanya Ateşkes Antlaşmasına göre Yunan Ordusu 15 gün içinde Trakya’yı terk edecek ve Trakya Türk Ordusuna teslim edilecekti. Bu maksatla Refet Paşa komutasında bir Türk Jandarma birliği 19 Ekim 1922’de İstanbul’a gelmiş ve Kabataş’a çıkan Refet Paşa, İstanbul halkı tarafından emsalsiz gösterilerle karşılanmıştı. Her ne kadar Trakya’yı teslim almak için gelmişse de Refet Paşa ve komuta ettiği Jandarma birliği yıllardır işgal altındaki İstanbul’a ilk giren askerlerimiz olma şerefine nail olmuşlardı. Refet Paşa’nın Kabataş’a gelişini, İstanbul halkı emsalsiz gösterilerle karşılamıştı. Bindiği gemi; Boğaz’ın iki yakasından gelen, Türk bayrakları ve sancaklarla bezenmiş binlerce sandal arasında iskeleye yanaşabilmişti. Baştan başa defne dalları ve bayraklarla donatılmış Galata Köprüsü’nü, evleri, camileri ve tanklarla süslenmiş caddeleri ve meydanları doldurmuş onbinler; yapılan eşsiz karşılama ve sevinç gösterileriyle Refet Paşa ve Kahraman Ordu’yu selamlıyor ve Büyük Zafer’i kutluyorlardı. Halkı selamlayacak önce Fatih’in Türbesini ziyaret edip, Ayasofya’da Cuma namazı ve minbere çıkarak halka hitap eden Refet Paşa; Falih Rıfkı’nın Çankaya’da belirttiği gibi, Ankara TBMM Hükümetinin tam yetkili olduğu fikrini İstanbul’a yerleştirmek ve işgal kuvvetlerinin otoritesini eritmek için bütün enerji ve hünerini göstermişti. 

Değerli okurlarım, Yunan Küçük Asya Ordusunun, bir yıl önce 23 Ağustos 1921’de Sakarya savunma hattımıza başlattığı taarruz, Anadolu’da gerçekleştirdiği beş taarruzun sonuncusu idi. 22 gün 22 gece süren ve tarihin kaydettiği en önemli meydan muharebelerinden biri olan bu savaşta Ordumuzun kazandığı büyük başarı Ankara’yı hemen öne çıkarmıştı. Nitekim 13 Ekim 1921’de Kars Antlaşması ile Misak-ı Milli’nin doğu sınırı, 20 Ekim’de de Ankara Antlaşması ile de güney sınırı belirlenmiş ve böylece Anadolu’nun güney bölgesi ile geri bölgemizin emniyeti sağlanmıştı. 

Yunanistan’ın başta İngilizler olmak üzere aldığı büyük yardım ve desteklere rağmen Sakarya’daki kesin başarısızlığı, Yunanistan’ın ve Yunan Ordusunun yetersizliğinin en açık ifadesi idi. 

Sakarya başarısızlığının ardından, Atina’da Kral Konstantin çok soğuk karşılanmış, Venizelos ve muhalifler arasında rejim aleyhine Cumhuriyetçilik fikirleri ve yeni oluşumlar ortaya atılmıştı. Hatta Anadolu’daki hareketin fazla geniş çapta tutulmaması, İzmir ve civarında bir İYONYA Devleti ile yetinilmesi bile görüşülmeye başlanmıştı. 

Değerli okurlarım Sakarya’da Yunan Ordusu önemli kayıplar vermiş ve morali de ciddi şekilde bozulmuştu. Bu kayıplar yanında, muvazzaf subayların Anadolu’dan alınıp Yunanistan’da görevlendirilmeleri ile Küçük Asya Ordusunda küçük birliklerin, yedek subayların idaresine terk edilme sorunu çıkmıştı. Ve bir türlü önlenemiyor, cephedeki subayların maaşları da ödenemiyordu. Yunan halkı galeyan halinde, siyaset öne çıkmış ve işin kötüsü siyaset Ordu’ya da sirayet etmişti. 

Sakarya’dan sonra Yunan Ordusunun Eskişehir-Afyon hattındaki halini; Von D. Mikusch; Gazi Mustafa Kemal – Avrupa ile Asya Arasındaki Adam adlı eserinde “Yunan Ordusu, durgun su gibi kokuşma belirtileri gösteriyordu. Gem vurulamayan içgüdüler yüzeye çıkmış, ruhları sarsılmıştı. Bu ruhlar şimdi Megali İdea ile coşmuyordu artık.” şeklinde özetliyordu.   

Sakarya’dan sonra Yunan Başbakanı Gounaris, Müttefik Devletlerle yaptığı yardım ve destek görüşmelerinde hiçbir olumlu sonuç alamamış, hatta İngiltere daha önce yapılan anlaşma gereği yapılacak mali yardımı da durdurmuştu. 

Bu ara Müttefikler; 26 Mart 1922’de, Sevr Antlaşmasının biraz sulandırılmış halini – İzmir’i Türkiye’ye, Trakya’yı Yunanistan’a bırakan ve Doğu’da bir Ermeni Devleti teşkili öngören bir taslak olarak göndermiş ancak anlaşma sağlanamamıştı. 

Müttefiklerden destek alamayan Yunan Başbakanı Gounaris, ardından da Küçük Asya Ordu Komutanı General Papulas istifa etmiş, Papulas’ın yerine 4 Haziran 1922’de General Hacıanesti atanmıştı. Hacıanesti’nin gelişinden sonra Yunanlıların Anadolu’daki faaliyetlerinde bazı artışlar olmuşsa da disiplin dışı olay ve huzursuzlukların artmakta olduğunu General Trikopis daha sonraları anlatacaktı. 

Değerli okurlarım, Sakarya’dan sonra Türk Ordusunun Yunan Ordusu ile eşit hale gelebilmesi için; asker sayısının en az üçte bir, tüfek sayısının üç katı, makinalı tüfek ve top sayısının iki katı artırılması ve bu mevcutlara göre cephane, araç, gereç ve teçhizat temini ve ordunun beslenmesi gerekiyordu. Ve tabii bu ihtiyaçların temininden başka da çare yoktu. Başta Gazi Mustafa Kemal Paşa, TBM ve kahraman, fedakar Türk Milleti adeta olması olura çevirmişlerdi. Ağustos 1922’de Ordu’nun, Sakarya Ordusu ile bir benzerliği kalmamıştı. Mevcudundan silahına ve mermisine, teçhizatından giyim kuşamına, hatta adım atışına kadar her şeyi değişmiş, Türk ordusu önemli bir güç haline gelmişti. 

Nitekim, mevcudu Yunan Ordusuna yakın, topu ve tüfeği ile araç ve gereç bakımından kısmen zafiyet içinde olan Kahraman Ordumuz; 4 günde Yunan Ordusunu paramparça etmiş, 15nci gün İzmir’de denize dökerek inanılmaz bir başarı kazanmıştı. Kazanılan zaferin tarihte eşi benzeri yoktu ve İkinci Dünya Harbinden sonra bu muhteşem zafer Motorsuz Yıldırım Harbi olarak anılacaktı. 

Değerli okurlarım, tarihte eşi menendi olmayan Muhteşem Kurtuluş Savaşımızı, güzel İstanbul’umuzun kurtuluşunun 98nci yılı münasebeti ile bir kere daha andık. Bu vesile ile yüzyıllarca Osmanlı İmparatorluğunun başkenti olan, bir taşı dünyaya bedel güzel İstanbul’umuzun 98nci Kurtuluş Günü tekrar kutlu olsun.