Fareler, çöpler, göçmenler, banliyö
mahalleleri... Nişantaşı, gecekondu mahallesi misali. Apayrı dünyalarda yaşıyor Paris'liler.
Bir önceki yazımda Paris'in ne kadar muhteşem bir şehir olduğundan bahsetmiştim. Evet, İNSANLIK MEDENİYETİNİN ŞAHESERİ PARİS.
Paris'liler o kadar aşıklar ki şehirlerine; Savaşta şehrimiz bombalanmasın, sanat eseri binalarımız medeniyetimizin
göstergesi muhteşem şehrimiz ayakta kalsın diye Haziran 1940'ta şehrin anahtarını Hitler'e teslim etmiş bir millet. Şavaşarak mı yoksa koruyarak mı milli varlığı korumak konusunda cesaret gerektiren bir karar. Bu bir korkaklık mı.. Pek çok kişiye vatan hainliği gibi gelebilir ama yıl 2023 ve hala dünyanın en çok turist çeken şehri Paris. Bir millet bedeni ile değil medeniyeti ile yaşar. O sebeple işgalciler ilk önce şehirlerin en görkemli yapılarını yıkar, talan eder. Fethettikleri milletlerin milli varlıklarını şehirden tek tek silme gayretidir bu. Osmanlı'nın fethettiği yerlerde yeni cami yapmak yerine var olan kiliseleri camiye çevirmesi de bu yüzden.
Veee görkemli Eiffel kulesi.. Koca bir demir yığınının bu kadar estetik bir yapıya dönüşümü, akıl alır gibi değil. Binlerce yıllık Paris'in içinde modern bir yapı. Aykırı, dimdik göğe yükselen, başkaldıran bir şey. Heykellerle bezenmiş muhteşem binalarla dolu Paris için bir çirkinlik abidesi ama Paris'in yegane simgesi. Bütün sokaklar nehire çıkıyor ve şehrin her yerinden ihtişamlı Eiffel görünüyor. O koca demir yığınına bakmak için milyonlarca turist Paris'e akın ediyor, Türkiye kadar turist çekiyor.
Milli gururumuz Türk Hava Yolları'nın tarifeli uçuşu ile modern, yepyeni İstanbul Hava Limanı'ndan artık ihtişamını yitirmiş Paris Charles De Gaulle Havalimanı'na uçtum. Şehir merkezine ulaşım çok kolay, müthiş bir metro ağı var, öyle abartılı şekilde pahalı bir şehir değil Paris. Yeme, içme Nişantaşı'ndan çok daha ucuz... Nehir boyunca yürüyüş yapanlar, oturup şarabını yudumlayanlar, sokak çalgıcıları. İnsanlarda doğal bir otokontrol sistemi oluşmuş. Özgürler ama kontrollüler, saygılılar. Azıtmıyorlar, dağıtmıyorlar. Bireyseller fakat uyum içinde bir toplumlar. Yani bilinç gelişmiş.
Fareler, çöpler, göçmenler, banliyö mahalleleri.. Her büyük metropol'de oldugu gibi Paris'te de o şaşalı yaşamın kıyısında derin bir yoksulluk başlıyor. Yine de kimse terketmeyi düşünmüyor, aksine memleketinde umudunu kaybetmişlerin umut yolculuğunda hayalleri süslüyor Paris. Özgürlük arıyor insanlar, medeniyet arıyor. Devletin eli yoksulun üstünde. Evini veriyor, işe yerleştiriyor, çalışmıyorsa gıdası, sosyal yaşamı için bir aylık bağlıyor.. Yoksulu yoksun bırakmıyor. Yoksun olmadığı için de çalmıyor, dilenmiyor kimse. Çünkü insana değerli olduğunu hissettiriyor devlet. Kendini değerli gören kişi değerini düşürecek bir şeye tenezzül eder mi... İnsan ayırmadan, yandaşı kayırmadan, millet, cinsiyet, ırk gözetmeksizin, kanunlara uyduğu sürece özgürlük ve eşitlik ve de adalet sağlıyor devlet.
İşte bu medeniyet.
İnsan denilen şey medeniyetle anlam buluyor.
Yalancı mıyım?