Birinci Dünya Savaşı döneminin en güçlü siyaset adamı hiç şüphesiz ki, İngiliz devlet adamı Winston Churchill’dir. Churchill bu gücünü en çokta Osmanlı Devleti’nin parçalanması için kullanmış ve kendi yandaşlarına da kullandırmıştır. Ana en önemlisi Kurtuluş Savaşı zaferini ve İtilaf devletlerinin yenilgisini hazmedemeyip Türk Milleti ve Mustafa Kemal için sitemkar sözler söylemiştir. Ama bu sözler için kendisinin ve yandaşlarının mağlubiyetinin itirafından başka bir şey değildir diyorum. 

18 Mart 1915'de Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı'nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza geçti.

Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal Anafartalar Zaferini kazandı. Bu zaferi Kireçtepe, II. Anafartalar zaferleri takip etti. Mustafa Kemal'in askerlerine "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!" emri cephenin kaderini değiştirmiştir. Bu zaferi haber alan Winston Churhill büyük bir üzüntü içerisinde şöyle demiştir:

“Şu anda mağlubiyeti bütün damarlarımda hissetmekteyim. Çok üzgünüm!.. Oldukça mutluydum, umutluydum. Daha düne kadar "Çanakkale bizimdir" diyordum. Çünkü bu savaşı kazanmak için askeri, parayı, cephaneyi, her şeyi hesaplamıştım. Hepsinde çok üstündük. Mutlaka yenecektik. Yalnız bir şeyi hesaba katmamışız: Mustafa Kemal'i... Bağrımda İngiliz gururu olmasa Türkleri alnından öpmek, onları ayakta alkışlamak isterdim.”

"Nusret Gemisi’nin “gizlice döktüğü 20 demir kap (mayın), harbin devamı ve dünyanın geleceği bakımından, diğer bütün gayretlerden daha mükemmel ve daha kesin sonuçlu hedeflere varmak içindi. Ve gene bu engeldir ki, Türkiye'yi bir bozgundan kurtardı ve harbi uzattı. Bu yüzden, mağluplar kadar muzaffer Avrupa da sarsıldı. Kemiklerini Fransa, Belçika, Polonya, Galiçya, Balkanlar, Filistin, Suriye ve Kuzey İtalya topraklarının örttüğü 6-7 milyon insan, düşmanlarının kurşun ve gülleleriyle değil, 18 Mart sabahı Çanakkale'nin kuvvetli akıntısı altında, ağırlıklarına bağlı bulundukları tel halatları üzerinde gerili duran 20 demir kap yüzünden yok olup gitti.”

***

“26 Ağustos 1922 tarihindeki Türklerin elde ettiği zaferi, yani bu meşum olayı, güzel bir Paris akşamında haber aldım ve dehşete düştüm. Benim Genelkurmaya bildirdiğim kişisel görüşlerim dikkate alınmamıştı. İngiliz askeri düşüncesindeki Türkler lehine olan tüm eğilimlere rağmen, kaynaklarımız hızla azalırken, bu kadar basiretsiz ve başımıza her türlü belayı getirecek bir eyleme (Yunan askerlerinin Anadolu topraklarını işgal etmesine) müsaade etmelerini affetmek hiç mümkün değildi. Subaylarımız ikişer, üçer Küçük Asya'nın her tarafında, ateşkes çerçevesinde ordularla, cephane ve silah teslimini gözetiyorlardı. Teslim olmuş Türklerden büyük miktarda tüfek, makinalı tüfek, top, mermi kolaylıkla toplanıyordu. Türkiye yenilgiyi kabul etmiş ve bunu da hak ettiğini düşünüyordu. "Cezalandırılacaksak, bunu dostumuz İngiltere yapsın..." Fakat bu noktadan sonra, Türk milleti anladı ki, ne Britanya ne de General Allenby'e değil, yüzlerce yıldır nefret edip küçümsedikleri, her zaman dövdükleri Yunanistan'a itaat etmek zorundalar, tamamen kontrolden çıktılar. İngiliz subaylarının önce emirleri dinlenmedi, sonra hakaret edildi ve sonunda hayatlarını kurtarmak veya esaretten kurtulmak için kaçmak zorunda bırakıldılar. Toplanan bu büyük miktarda silah ve cephane bir hafta içinde tekrar İngilizlerden Türklerin kontrolüne geçti. Mustafa Kemal! "Kaderin adamı", İstanbul'daki Türk hükümetine isyan etmiş bir asi olarak, savaşçı bir prensin tüm niteliklerine sahip olduğu gibi, artık iktidara da sahiptir. Yunanlıların Türkleri fethetmesi hiçbir Türk'ün kabul edebileceği bir kader yazgısı olamazdı. Hayallerle uyutulsa, cinayetlerle lekelense, kötü yönetimle çürüse, uzun yıkıcı savaşlarla, yenilgilerle sarsılsa ve İmparatorluğu parçalansa da Türk hala yaşıyordu.”

Churchill, Mustafa Kemal Atatürk için tarihe bu notu düşmüştü: “Ne yapalım beyler, dünya her 100 yılda bir dahi yetiştirir, Şu şansımıza bakınız ki bu yüzyılda o dâhiyi Türkler yetiştirmiştir.''

Atatürk sağ olsaydı, dünyanın görüntüsü bugünkünden çok başka olurdu. Keşke sağ olsaydı da, biz o büyük adamın izinden gidebilseydik. Türkler, "Çanakkale’yi” zorlayan çağının en ileri tekniğine sahip güçler karşısına adeta bir kale gibi dikilmişlerdir. Türkleri savaşarak, asker ve silah kullanarak asla yenemezsiniz. Türklerin sadece din adamlarını ele geçirip, onları kullanın. Din adamları zaten devleti yıkarlar! Türklerin yeniden Avrupa'ya girmeleri, müttefikler için en kötü aşağılanmadır. Müttefiklerin zaferi hiçbir yerde Türkiye'deki kadar tam olmamıştı. Şimdi galibin gücü hiçbir yerde Türkiye'deki kadar gösterişli bir şekilde aşağılanmamıştır. (Lozan sonrası hatıratından)

Savaşta Türkiye’yi kurtaran, savaştan sonra da Türk Milleti’ni yeniden dirilten Atatürk’ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de en büyük kayıptır. Her sınıf halkın O’nun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahramanı ve modern Türkiye’nin Ata’sına değer bir görünümden başka bir şey değildir.”

Sonuç olarak: Türkiye Cumhuriyeti’nin 99. kuruluş yıldönümünde Mustafa Kemal Atatürk’ü ve vatan için canını veren, kanını akıtanlara şükranlarımı iletiyorum.