İLAHİYATÇI PROF. DR. ABDULHÂKİM YÜCE İLE KULLUKTA DERİNLEŞME MESELESİNİ KONUŞTUK.

Oğuz Çetinoğlu: Hocam! Kullukta derinleşme ’ nedir?

Prof. Dr. Abdülhâkim Yüce: İnsan, İlâhî irâde ile kul olarak yaratılmıştır; ama kendi irâdesiyle kulluğunu ve o kulluktan hoşnut olduğunu ortaya koymalıdır. Yâni gayr-i ilâhî kulluğunu, irâdî kullukla derinleştirmelidir. Çünkü insan, ancak irâdesiyle ortaya koyduğu ameller sâyesinde kullukta derinleşir ve Allah'ın rızâsını kazanır. Kullukta derinleşme azmi içinde olmayanlar zamanla hiç farkına varamayacakları şekilde sığlaşırlar. Dolayısıyla insan, sürekli derinleşme peşinde bulunmalıdır. İbâdette derinleşme kullukta da derinleşmenin en emniyetli yoludur. Onun için de ibâdet derinlik açısından farklı mertebelere ayrılmış ve aynı kökten gelseler de ibâdet, ubudiyet* ve ubûdet* gibi farklı isimlerle anılmıştır.

Durum böyle olunca da kişi, ibâdet ve tâatinde* her gün yeni mertebeler kazanma gayretinde olmalı ve her yeni gün, ‘Rabbim, bugün Seni dünden daha derin duyuyorum; keşke dün de bana bunu duyursaydın’ diyebilmeli ve duymadaki derinliğini her zaman bir perde daha yükseltmeli, ertesi gün daha derin, sonraki gün biraz daha derin olmaya çalışmalıdır. Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem)* günde yetmiş veya yüz defa istiğfar* etmesindeki sır da, terakkideki seyrinin bu şekilde olmasındadır. O (sav), devamlı yükseldiğinden dolayı, her an arkada bıraktığı dûn* mertebelere bakmış ve her basamakta bir önceki için ‘estağfirullah’ demiştir. 

Çetinoğlu: Kullukta derinleşmenin itikâfla* bağlantılı olduğu biliniyor. İtikâfın temel unsurları nelerdir ve bunların ne kadarı, kısmen de olsa, itikâfla gerçekleşebilir?

Prof. Yüce: İtikâfa giren kişi (âkif*), sâdece Allah'ın rızasını kazanmak kasdıyla, kadîmden* gelen ve Efendimiz'in (sav) de terk etmediği bir sünneti ikame etmek üzere bir nevi Allah'a (celle celâluhu)* misâfir olarak O'nun evine kapanır; nazar, gıybet*, yalan, su-i zan*, malâyâni* ile uğraşma, el ve dille başkasına zarar verme başta olmak üzere, birçok günahtan uzaklaşır; bütün lâtifelerini ilâhî vâridata* açık tutmak için dünya ile irtibatını, muvakkaten de olsa, en aza indirir ve başta zikirle* tefekkür* olmak üzere, geniş mânâsıyla sadece ibâdetle meşgul olmaya gayret eder.    

Çetinoğlu: Faydaları nelerdir?

Prof. Yüce: İtikâf* boyunca bütün vakit namazlarını, bir işe yetişmek, bir görevi üstlenmek gibi kaygılar taşımadığı için aceleye getirmeden, gayet sâkin, bütün âdâbına riâyet ederek, huzurlu ve huşû* içinde cemaatle ikame ettiği gibi, namaz sonrası tesbihatı* da hiç aksatmaz. Cemaatle yaptığı tesbihata hem salavât* ve Esmâ-i Hüsnâ*'yı ekler, hem de Efendimiz'den (sav) nakledilen sabah ve akşam duâlarını da terk etmez. Farz namazlar ve onlara tâbi olan sünnetlerin yanı sıra yine gayet sâkin, bütün âdâbına riâyet ederek, huzurlu ve huşû* içinde günün belli vakitlerine serpiştirilmiş işrak*, duhâ*, evvabîn*, tesbih, hâcet*, istihâre*, tevbe* ve teheccüt* namazlarını da ikame eder. Gündüzleri oruçlu geçirir; oruçlu olmadığı saatlerde de evdeki gibi yemek ve içmekle uğraşmaz. Her gün programladığı kadar Kur'ân okur, duâ eder, salavât* getirir, tevbe* ve istiğfarda* bulunur ve evrâd* kitaplarından, yine programladığı kadar, evrâd u ezkâr* okur. Bu arada gecenin karanlıklarında, hayatın mânâsı, dünyaya geliş gayesi, Cenab-ı Hakk'ın esmâ*, sıfat ve şuunatı*, İslâm âleminin ve insanlığın içinde bulunduğu vahim durum vb. konular üzerinde tefekkürde bulunur. O güne kadar yaptıkları hatâları ve kaçırdıkları iyilikleri düşünerek kendisini muhasebe ve sorguya çeker. Bu arada câmi içinde yalnız başına ve karanlıkta kendini mezarda hissedip râbıta-i mevt* yapması onu ayrı mânevî derinliklere ulaştırabilir.

Beş vakit namaz kılınan câminin mânevî atmosferinde insan-ı kâmil* olma yolunun pratikleri ve meyveleri olan inzivâ*, üns billah*, uzlet*, çile, halvet* ve murakabeye; kıllet-i menam*, kıllet-i taam*, kıllet-i kelâma* ve uzlet ani'l-enam* da eklenince kişinin melekî yanları gelişmeye başlayabilir. Aslında itikâf* bu sayılanların, yani bütün unsurlarıyla tasavvuftaki* seyr u sülûkün*, herkes tarafından ve bir mürşidin* gözetimine ihtiyaç duymayacak şekilde, uygulanabilecek temel kaynaklarındandır. Nitekim Efendimiz (sav): ‘İtikâfa* giren, günahlardan uzak kalır ve kendisine bütün iyilikleri işleyen gibi iyilikler yazılır.’ buyurmaktadır.

Çetinoğlu: İtikâf bir mânâda yalnızlıktır. Fakat nasıl bir yalnızlık?

Prof. Yüce: İtikâf irâdî* bir yalnızlıktır. Yalnızlık, insan fıtratında* olan bir duygudur. Zîrâ her insan hem mükemmel, hem özel yaratılmıştır. Zaman zaman yalnız kalıp tefekküre* dalmak, Rabbiyle âdeta baş başa kalıp O'na içini şerh* etmek, engin ibâdet vâdilerinde dolaşmak, kalbinin kapılarını O'ndan gelecek vâridata* açmak… dünya zindanında kıstırılmış her ruhun fıtrî* olarak ve özlemle beklediği yalnızlık anlarıdır. Bu ruhlar, mânen günde beş defa namaz ve tesbihatta* dakikalarca, hem mânen, hem maddeten her gece ibâdetinde saatlerce, senede bir defa da olsa itikâfta* günlerce, bâzıları da inzivâda* aylarca bu yalnızlığı irâdî* olarak yaşarlar. Ayrıca biz hissetmesek de bazı nâdide* şahsiyetler bulundukları makamda ve yaşadıkları hâller itibâriyle, halk içinde yaşamakla berâber hep Hakk'la berâberdirler ve bir mânâda hep yalnızdırlar. Kalbin Allah'a konsantre olması, sâdece O'nunla uğraşması, bütün gaye ve himmeti* O'nun rızâsına teksif etme*, O'nu daha iyi hissetme, O'nunla ünsiyet kurma*, sâdece O'na güvenip O'na itimad etme… gibi hususlar ancak bu yalnızlık anlarında kâmilen* elde edilebilir. İşte itikâf* bunun için âdeta biçilmiş kaftandır denilebilir. 

Çetinoğlu: Peygamberimiz ne zaman itikâfa* girerlerdi?

Prof. Yüce: Efendimiz (sav) genellikle Ramazanın son on gününde itikâfa* girdiği için, bu sünneti de ihya etmek üzere bu günlerde itikâfa* giren kişi, Ramazan ayının son on gününün mânevî vâridat* ve bereketinden istifâde edebileceği gibi, bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesini de ihyâ* etme ihtimâli gayet yüksektir. 

tikâfa* çekilen kimse, burada geçirdiği bütün vakitlerini namazda geçiriyor gibidir. Çünkü fiilen namaz kılmadığı vakitlerde de, câmi içinde namazı bekler bir hâldedir. Bu şekildeki bir bekleyiş de Efendimiz'in (sav) ifâdesiyle namaz hükmündedir. O şöyle buyuruyor: ‘Kılacağı namaz sizden birini yerinde tuttuğu, ailesine dönmesine engel olduğu sürece, o kişi namazda sayılır.’ “Sizden biriniz, abdestini bozmadan namaz kıldığı yerde oturduğu müddetçe, melekler kendisine: 'Allah'ım! Bunu bağışla, buna rahmetinle muamele et’, diye dua ederler.”

Ve bütün bunları yaparken Allah'ın (cc) evinde ve O'nun misâfiri olma edebi ve titizliği içinde hareket eder. Hayâlinden geçenler dâhil, her düşünce ve davranışına dikkat eder ve her mümin için temel ideallerden olan ihsân* ufkunu yakalamaya çalışır.

Çetinoğlu: Kullukta derinleşmenin temel unsurları nelerdir?

Prof. Yüce: Bilindiği gibi dinî meselelerin nazarî* yanında bir icmal* hâkimdir; matlûp* olan, onların amelî* plânda tafsile* ulaştırılmalarıdır. Sâdece fikir hâlinde bulunan ve tatbik sahasına çıkarılmamış olan bir bilgi, pratiğe dökülmedikçe ve fiilî olarak ortaya konulmadıkça asıl tesirini icra edemez ve semeredâr* olamaz. Gerçi nazarînin* bir kısmı çok kıymetlidir. Meselâ, iman pek değerli bir nazarîdir*; fakat onun da bir inkişaf* alanı vardır. O alan sâlih ameldir*; onun derinliği ise ihsân* şuuruna ulaşmaktır. İman çok ehemmiyetli olsa da, onun vaat ettikleri ancak amelle bilinir; iman, amel sâyesinde inkişaf* ettirilmeyince, duyulması lâzım gelenler duyulamaz, sezilmesi gerekenler sezilemez ve imanın hakîki tadına varılamaz. Bu itibarla, önce iman amelle tafsile ulaştırılmalı, sonra sâlih amelde* sebat edilmeli ve derinleşme peşine düşülmeli; akabinde ise, canlılığın hep korunması ve hiç heyecan yorgunluğu yaşanmaması için o amele sürekli yenilenmeler, renkler ve farklı desenler katılmalıdır. Namaz, Kur'ân okuma, evrâd u ezkâr*, tefekkür*, muhasebe, râbıta-i mevt* vb. birçok ibâdetin beraber yapıldığı âdetâ paket bir ibâdet programı olduğundan itikâfta* amel bir nevi zirveye çıkar. İtikâfta elde edilen bu seviye belli bir ölçüde de olsa diğer zamanlarda muhafaza edilirse kullukta derinleşme adım adım gerçekleşebilir. 

Çetinoğlu: Devamlılık unsuru da söz konusu mu?

Prof. Yüce: Elbette! Kullukta devamlılık çok önemlidir. Samîmâne ve şuurluca ortaya konan ibâdet ile arınma ve kurbet* kazanma birbirini tâkip eder; bu şekilde kullukta devamlılık sağlanmış olur. İbâdetin şuurluca yapılmasıyla onun devamlı olması ve kalıcı tesirler bırakması arasında 'sâlih dâire*' söz konusudur. Çünkü her şer aynı zamanda başka bir şerre çağrı ve her kötülük sonraki bâzı kötülüklerin başlangıcı olduğu gibi; her hayır da, diğer bir hayrın dâvetçisi ve her güzel amel başka iyiliklerin vesilesidir. Devamlılık,  kalb ve ruh hayatında derinleşmeyi temin eder; derinleşme de, şuurda ve vicdanda ayrı bir enginliğe kapı aralar; insanı farklı bir mârifet ufkuna ulaştırır. Şâyet Efendimiz'in (sav) itikâf* sünneti süre açısından da aynen yerine getirilirse, on gün boyunca yoğun bir şekilde devam edecek olan bu paket ibâdet kişiye ibâdette devamlılık adına ciddî bir fırsat sunmuş olacak ki, itikâftan* sonra da bunu kısmen de olsa devam ettirmek mümkün olacağından kullukta derinleşmeye ciddî katkı sağlar.   

Çetinoğlu: Allah rızası kavramı hakkında neler söylemek istersiniz?

Prof. Yüce: Zâhiren önemsiz ve küçük gibi görünse de her müspet davranışı bir ganimet* bilip ona sarılarak Allah'ın rızasını arama azmi ve gayreti de kullukta derinleşmenin yollarındandır. Zîrâ Allah rızasının ve ona terettüp eden* af, mağfiret* ve kurbetin* hangi amelde olduğu bilinmemektedir. Bu hususa dikkat çekmek üzere Efendimiz (sav), kendisine tavsiyede bulunmasını isteyen bir sahâbiye* şöyle buyurur: ‘Allah'a karşı muttaki* ol ve iyilik adına hiçbir şeyi küçük görme.’ Diğer bir hadîslerinde: ‘Bir hurmanın yarısıyla da olsa, bunu da bulamazsanız bir güzel sözle kendinizi ateşten koruyun’ buyurur. Elbette bunun zıddı da söz konusudur, yâni sıradan bir kötülük veya yanlış davranışımız bizleri Allah'ın rızâsından uzaklaştırarak gazâbına* dûçar* kılabilir, neticede ebedî hüsrana uğrayabiliriz. Nitekim Efendimiz (sav), susamış bir köpeğe su veren kötü yola düşmüş bir kadının affedildiğini, buna mukabil bir kediyi eve hapseden bir mü'mine kadının da Allah'ın gazâbına uğrayarak Cehennem'e gittiğini misâl olarak belirtmişlerdir. İtikâf * ibâdeti ve ihtiva ettiği diğer ibâdetlerin tamamı ihlâslı*, samîmi ve şuurlu bir şekilde Allah rızasını kazanmaya müteveccih bir karakter arz ederler. Zîrâ bunlar, riyâ* başta olmak üzere, ibâdete halel getirecek unsurların hemen birçoğundan uzak ibâdetlerdir. Şâyet irâdenin hakkı verilip ucuptan* da korunabilirse, âkif* itikâfıyla* sâdece Allah rızasına müteveccih olma imkânı yakalayabilir. Çetinoğlu: İbâdette derinleşme için başka tavsiyeleriniz var mı?

Prof. Yüce: Var! Muhasebe, Murakabe ve Tefekkür*…

Çetinoğlu: Herbiri için açıklama mümkün mü? 

Prof. Yüce: Hesap görme, hesaplaşma, kendi kendini sorgulama diyebileceğimiz muhasebe; mü'minin, iyi-kötü, yanlış-doğru, günah-sevap yaptığı her şeyi gözden geçirip, hayırları, güzellikleri şükürle karşılaması; inhirafları*, günahları istiğfarla* gidermeye çalışması; yanlışlıkları ve kötülükleri de tevbe* ve nedâmetle* düzeltmeye gayret göstermesi adına çok önemli bir cehd* ve insanın kendini isbat etmesi mevzuunda da ciddî bir teşebbüs sayılır. İnsanın, kendi kendini ledünnî* yanlarıyla, iç derinlikleriyle, mânâ ve ruh enginlikleriyle keşfedip tanıması, tanıyıp yorumlaması diye de ifâde edebileceğimiz muhasebe, gerçek insanî değerlerin ortaya çıkarılması, bu değerlere esas teşkil eden duyguların geliştirilmesi ve korunması yolunda bir ruh cehdi* ve düşünce sancısıdır. 

Tefekkür ise herhangi bir mevzuda, geniş, derin ve sistemli düşünme’ demektir.  Hâdiselerden ibret alma ve çeşit çeşit netice çıkarmanın çerağı*, tecrübelerin altın anahtarı, hakîkat ağaçlarının fideliği, kalb nûrunun da gözbebeğidir. Onun içindir ki, her güzel şeyde olduğu gibi tefekkürde de zirveleri tutan Ufuk İnsan: ‘Tefekküre denk ibâdet yoktur; öyle ise gelin Cenâb-ı Hakk'ın nimet ve kudret eserlerini tefekkür edin! Ama zinhâr* Zât-ı Bârî*'yi tefekküre kalkışmayın; zîrâ o, insan düşüncesini aşan bir mevzudur.’ mealindeki sözüyle, düşünebileceğimiz sahânın sınırlarını belirler ve bize, güç, imkân ve iktidarlarımızın hudutlarını ihtar eder.

Murakabe; gözetme, mülâhazaya* alma, intizarda bulunma, kontrol etme ve kontrol edildiği şuuruyla yaşama mânâlarına gelir. Hâl ehlince*, Allah'tan gayrı her şeyden alâkayı keserek kalben Cenâb-ı Hakk'a yönelmek, ilm-i İlâhî*'nin her şeyi kuşatmış olduğu inanç ve mülâhazasıyla* nefsini menhiyâta* karşı gemleyip hayatını Allah'ın emirleri ışığı altında düzenleyip yaşamaktan ibâret görülmüştür. İtikâf*, âkifin* kabiliyetleri ölçüsünde muhasebe, murakabe ve tefekkürün âdeta zirve yapabileceği bir ibâdet ve fırsattır. Elbette bu konularda önceden bazı bilgiler edinmek meseleyi daha da verimli hâle getirecektir. Âkif*, ‘Tefekkür nasıl yapılır, murakabede nelere dikkat edilir, muhasebenin verimli hâle gelmesi nasıl gerçekleşir?’ sorularının cevabına asgarî düzeyde de olsa âşina* olmalıdır. 

Prof. Dr. ABDULHÂKİM YÜCE 

1962 doğumlu olan Abdulhâkim Yüce, 1986'da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni bitirdi. İki yıl boyunca, alanında araştırma yapmak gayesiyle görev almayıp, özel dersler aldı ve ilmî araştırmalar yaptı. 1988 yılında Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde doktora çalışmalarına ve Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde vaizlik görevine başladı. Başkanlığın görevlendirmesiyle, Almanya'nın Köln ve Fransa'nın Paris şehirlerinde belli sürelerle görev yaptı.

1992'de, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin Tasavvuf Anabilim Dalı'na, asistan olarak tâyin edildi.  Aynı yıl, ‘Razî'nin Mefatîhu'l Gayb Adlı Tefsiri'nin İşârî Yönü’ başlıklı tezini bitirerek, alanında doktor oldu.

1993 yılında Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalına Yar. Doç. Dr. olarak göreve başladı. 1997'de Doçent, 2003'te Profesör oldu.

İngilizce ve Arapça bilen Yüce, hâlen bu görevine devam etmektedir.

Yayınlanmış Kitapları:

*Razi'nin Tefsirinde Tasavvuf: Nil Yayınları, 1996. *Kalb Hayatı (Muhâsibî'den çeviri): Işık Yayınları, 1997.  *Gece İbâdeti: Işık Yayınları, 1999. *Şehitlik ve Şehitlerin Hayatı: Kaynak Kitaplığı, 2001. *Tasavvuf ve Bid'at: Nil Yayınları, 2001.*Konuşma Sanatı ve Hitâbet: Işık Yayınları. *İtikâf: Işık Yayınları. *Bizim Yuvamız: Işık Yayınları. *Tesbihât: Işık Yayınları. *Efendimizin Bir Günü: Işık Yayınları.  

AÇIKLAMALAR:

 âkif: İbâdet eden, itikâfa çekilen. 

amelî: İşle, fiille alakalı.       

âşina: Tanıdık, bildik, yabancı olmayan 

cc: (bakınız: celle celâluhu) 

cehd: Çalışma, azimli ve ısrarlı gayret.

celle celâluhu: Cenâb-ı Allah’ın adının anıldığında kullanılan bir saygı ifâdesidir. ‘Azameti yüce ve ulu oldu’ demektir. (kısaltılmışı: cc) 

çerağ: Mum, lamba, ilkel aydınlatma aracı.

duhâ namazı: Güneşin doğmasından takriben 45-50 dakika geçmesinden sonra, tepe noktasına gelinceye kadar olan süre içerisinde kılınan nâfile namaz.   

dûn: Alçak, aşağı, aşağılık.

esmâ: İsimler.   

Esmâ-i Hüsnâ: En güzel isimler.    

evrâd kitapları: Alışkanlık hâlinde nâfile olarak devamlı yapılan ibâdet, tesbîh ve duâ kitapları.   

evrâd u ezkâr: Belli vakitlerde düzenli olarak okunan âyet, salevât, zikir ve duâlar.

evvabîn namazı: Tevbe edenlerin ve Allah’a sığınanların kıldığı 6 rekâtlık namaz. Kuşlak vaktinde kılınan namaz da bu isimle anılabilir.

fıtrat: Cenâb-ı Allah’ın doğarken insanlara bahşettiği temel özellikler.   

fıtrî: Yaratılıştan, doğuştan olan   

gıybet: Bir insan hakkında, onun bulunmadığı bir yerde hakkında söylenen hoş olmayan sözler. Bu tür sözleri söylemek, büyük günahlardandır.

hâcet namazı: Dünyevî ve uhrevî ihtiyaçların elde edilebilmesi için bedenen ve fikren çalıştıktan sonra ayrıca Allah’tan yardım dilemek maksadıyla kılınan namaz.

hâcet: İhtiyaç.  

hâl ehli: Hâli tavrı güzel olan, inançlı ve ihlaslı kişi.      

halvet: Günahtan korunmak ve daha iyi ibâdet edebilmek maksadıyla ıssız yerlerde bulunmayı tercih etmek. 

himmet: Kendisini veya başkasını kemâle erdirmek için kalbin bütün rûhânî güçleriyle Allah’a yönelmesi.

huşû: Mütevâzı, sâkin, saygılı ihlaslı ve itaatkâr olmak.  

icmal: Toplama, teferruata inmeden topla olarak ifâde etme.   

ihlâslı: İman, ibâdet, itâat, ahlâk, dûa gibi dinî görevleri içinden gelerek samîmiyetle yapan insan.    

ihsân: İyilik etmek, iyilik yapmak.  

ihyâ etmek: Canlandırma, değerlendirme, tâzeleme.  

ilm-i İlâhî: Allah’ın ilmi. 

inhiraf: Sapmak, doğru yoldan ayrılmak.    

inkişaf: Gelişme  

insan-ı kâmil: Olgunluğa, kemâle ermiş insan. 

inzivâ: Günaha girmemek ve daha çok ibâdet etmek gayesiyle ıssız ve kimsesiz yerlere çekilmek.       

irâdî: Kendi isteğiyle.   

istiğfar: Hatâ ve günahlarının Allah tarafından af edilmesini istemek.

istiğfarda bulunmak: Hatâ ve günâhlarının bağışlanması için Allah’a duâ etmek.

istihâre namazı: Bir kimsenin yapmayı istediği bir işin, kendisi için hayırlı olup olmayacağını Allah’ın kendisine bildirmesi maksadıyla yatmadan önce kılınan iki rekât namaz.

işrak namazı: Güneş doğduktan kırk-elli dakikalık zaman geçtikten sonra kılınan namaz. ‘Kuşluk namazı’ da denilir.

itikâf: İbâdet niyetiyle ve kaidelere uyarak inzivâya çekilmek.

kadîm: Eski ve evveli olmayan. Allah’ın zâtî sıfatlarından biridir. O’nun evvelinin, başlangıcının olmadığını, yaratılmadığını ve ezelî olduğunu ifâde eder.  

kâmilen: Büsbütün, tamâmıyla.    

kıllet-i kelâm: Az konuşmak.  

kıllet-i menam: Az uyumak. 

kıllet-i taam: Az yemek. 

kurbet: Yakınlık, akrabalık. Allah’a yakınlaştıran her türlü iyilik ve tâat. 

lâhutî:  İlâhî, Rabbânî.

ledünnî: İlâhî sırlara ait. 

mağfiret: Bakınız: istiğfar.

matlûp: Talep edilen,  istenilen.     

menhiyât: Yasaklanan, haram kılınan şeyler.  

muttaki: İbâdetlerini büyük bir hassasiyetle yerine getiren Müslüman.   

mülâhaza: Dikkatle ve teferruatıyla düşünme. 

mürşid: Yol gösteren, kılavuz. 

nâdide: Ender bulunan.  

nazarî: Denemeye ve uygulamaya dayalı olmadan fikre dayalı hüküm.

nedâmet:  Pişmanlık. 

râbıta-i mevt: Ölümle irtibat kurmak. İnsanın kendi ölümünü düşünmesi.

riyâ: Allah rızâsı için yapılması gereken hareketleri beğenilmek için yapmak.

sahâbi: Hz. Peygamber devrine yetişmiş, Müslüman olarak O’nu görmüş, sohbetinde bulunmuş ve Müslüman olarak ölmüş olan kimse.  görmüş, 

salavât: İyi, güzel ve faydalı işler, Kur’ân ve sünnete uygun hareketler, fiiller.

sâlih amel: İmanın gereği olarak iyi niyetle ve samîmiyetle Kur’ân ve Sünnete uygun olan her türlü söz, fiîl ve davranışlar.

sâlih dâire: Cenâb-ı Allah’ın rızâsı ile alakalı alan.  

sallallahu aleyhi ve sellem: (kısaltılmışı: sav) Peygamber Efendimizin ismi alınınca söylenen söz. ‘Allah O’na iyilikler versin, selam etsin’ demektir.   

semeredâr: Verimli, semereli, kârlı.  

seyr u sülûk: Hakk’a ermek için bir rehberin öncülüğünde ve denetiminde çıkılan mânevî ve rûhî yolculuk.    

su-i zan: Araştırma yapmadan, bilmeden kişinin yaptığı işin kötü olduğunu zannetmektir.

sülûk: Belli bir yol tutma, Bir şeye intisab etmek.

şerh etmek: Açıklamak, izah etmek.

şuunat: İşler, olaylar, vak’alar.

tâat: Boyun eğme, Allah’a kulak etmek.  

tafsil: Uzun uzun anlatmak.

tefekkür: Derin düşünme.   

teheccüt namazı: Yatsı namazı, terâvih ve vitir namazı dışında, gece yarısından sonra kılınan namaz.

teksif etmek: Bir konu üzerinde dikkatle durmak. 

terettüp eden: Üzerine düşen, yapması gereken.  

tevbe:Tövbe’ olarak da kullanılır. Günah olan ve her türlü kötü fiilleri yapmaktan vazgeçmek. 

tevbe namazı: Allah’a sığınarak bağışlanmasını, affedilmesini dilemek demektir.

Ubûdet: Bakınız: Ubudiyet.

Ubudiyet:  Vefâlı olmak, İslâm’ın çizdiği sınırları muhafaza etmek, elde olana râzı olmak, olmayan için sabretmek. ucup: Kendini beğenme, kibir, şımarma demektir.

uzlet ani'l-enam: Tefekkür için yalnız kalmak. 

uzlet: Günaha girmemek ve daha çok ibâdet edebilmek için toplumdan ayrılıp ıssız yerlere gitmek.

üns billah: Allah ile ünsiyet kurmak.

ünsiyet kurmak: Yakınlaşmak, dostluk kurmak.   

Zât-ı Bârî: Cenâb-ı Allah  

zikir: Allah’ı hatırlamak ve anmak, Allah’ın yüceliğini dile getirmek.  

zinhâr: Sakın ha…, Aslâ. 

OĞUZ ÇETİNOĞLU