Türk Ordusunu imha ederek Sevr Antlaşmasını Türk Milletine zorla kabul ettirmek için, Bursa ve Uşak bölgelerinden taarruz eden Yunan Ordusuna karşı, Kahraman Ordumuz 100 yıl önce, İnönü de bir defa daha tarihte İKİNCİ İNÖNÜ ZAFERİ olarak yerini alan muhteşem bir zafer kazanmıştı. 

Zalim düşmana karşı kazanılan bu muhteşem zaferden sonra Türk Milletinin kurtuluşa olan inancı artmış ve bütün ülke bayram yapmıştı. Bu anlamlı ve şanlı zaferimizin 100ncü yılını yürekten kutluyorum. 

Değerli okurlarım, on yıldır savaşlarda varını yoğunu tüketen fedakar ve kahraman milletimiz artık Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde ülkemizin bağımsızlığı için bir yumruk gibi kenetlenmişti. Ve bilindiği gibi, İstanbul’un desteklediği isyanlar arasında, Ankara’da açılan TBMM ile Milli Mücadelenin Türk Halkına maledilmesinde epey mesafe alınmış ve Anadolu ayağa kalkmaya başlamıştı. 

Sıra Ordumuzun güçlendirilmesine gelmişti. Evet gelmişti ama Yunan Ordusu Milne Hattını aşıp Temmuz ayı başında Bursa-Uşak hattına kadar Marmara güneyini, ay sonuna kadar da bütün Trakya’yı işgal eden Yunanlılar, büyük hayalleri Enosis’in Anadolu ile ilgili önemli bir bölümünü ele geçirmişlerdi. 

100 yıl öncesinde işgal ve isyanlara direnen Anadolu halkı; malumları 10 Ağustos 1920’de Osmanlı’nın hiç itiraz etmeden imzaladığı Sevr Antlaşmasının kabul edilemeyecek kadar ağır şartları ile karşı karşıya kalıvermişti. 

Batıda Boğazlar, İngilizlerle Fransız ve İtalyanların, Marmara Denizi güneyi Trakya Yunanlıların işgali altındaydı. 

Güneyde Urfa ve Maraş, Fransız işgalinden kurtarılmış, Maraş kuzeyindeki Ermeni isyanlarının da bastırılması sonrası Fransa ile kısa süreli de olsa bir ateşkes bile imzalanmıştı. 

Doğu Cephesinde de Türk Ordusu Kars ve Iğdır’ı Ermeni işgalinden kurtarmış, TBMM adına Kazım Karabekir Paşa Ermenistan’la 3 Aralık 1920’de Gümrü Anlaşmasını imzalamıştı. Böylece bir süredir ilerleyen Türk-Sovyet dostluk ve yardımlaşma kanalı önündeki Ermeni engeli kalkmış, Türkiye’nin geri bölgesi emniyete alınmıştı. 

Ve zamanla Milli Mücadelenin en zorlu meselesi haline gelen, emir komuta dinlemez tutumları ile artık küstahlaşan Çerkez Ethem ve Demirci Efe kuvvetleri etkisiz hale getirilmiş, ve iki yıldır Anadolu’yu kasıp kavuran İstanbul’un da desteklediği isyanlar ve ayaklanmalar 1920 yılında kalmıştı. 

Değerli okurlarım, Türk Ordusunun, Çerkez Ethem’in Kuvve-i Seyyaresi üzerine yürüdüğü günlerde Yunan Ordusu da malumları başlattığı Birinci İnönü Savaşını kaybetmiş, 11 Ocak 1921’de geri çekilmeye başlamışlardı. Her ne kadar Yunan Küçük Asya Ordusu Komutanı Papulas, bu taarruzu bir kesif harekatı olarak nitelese de Ankara; biri ihanet çetesine, diğeri de Yunan Ordusuna karşı iki ayrı zafer kazanmıştı. Anadolu’nun bayram ettiği bu zaferle artık memlekette kanun ve nizam hakim kılınmış, Ankara’nın içte ve dışta önemi ve değeri de artmıştı. 

Bilahare 20 Ocak 1921’de de, 1921 Anayasası olarak anılan, Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu belirten Cumhuriyetimizin ilk Anayasası TBMM tarafından kabul edilmişti. 

Bütün bu gelişmelerin yanında Sovyet Rusya ile de iyi ilişkileri sürdüren Ankara Hükûmeti hakkında İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curson bile Paris’te bir toplantıda, Mustafa Kemal’in Türkiye’nin gerçek hakimi olduğunu belirtmiş, aynı günlerde basında da Hasta Adamın iyileşme belirtileri gösterdiği yer almaya başlamıştı. Yani artık Ankara’nın varlığı herkes tarafından kabul edilmişti. 

Ve Birinci Dünya Harbi biteli iki yılı, Sevr Antlaşması imzalanalı da beş ayı geçmiş ama Anadolu’da savaş hala sonlandırılamamıştı. Müttefikler 21 Şubat 1921’e Türk ve Yunan hükümetlerini Londra’ya konferansa davet kararı almışlardı. Ankara’nın da katılacağı konferansta Sevr Antlaşması gözden geçirilecekti. İngiliz Başbakanının başkanlığında başlayan, ilk gün Yunanistan’la birlikte Müttefiklerin kendi aralarında görüştüğü konferansın ikinci gününde toplantıya Osmanlı Hükümeti adına Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa, TBMM Hükümeti adına da Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey katılmıştı. 

Kendisine söz verilen Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa, “Söz asıl millet vekillerine aittir. Bundan dolayı Anadolu heyetine söz verilmesini teklif ve rica ederim.” diyerek Türk Milletinin ayrı ayrı iki grup değil, bir bütün olduğunu ve O’nu da Ankara’nın temsil ettiğini açık bir şekilde belirtmişti. Ve konferans sürecince iki Türk heyetini de temsil eden Ankara; İngiltere, Fransa ve İtalya ile masaya oturuyordu. 

Konferansta Bekir Sami Bey; Türkiye için Avrupa’da 1913 sınırlarının kabulünü, İzmir’in boşaltılmasını, Boğazların tahliye edilerek Türk denetimine bırakılmasını belirtmişti. 

Ankara ile birlikte konferansa katılmayı reddeden Yunanistan da, daha önceki talepleri ile İzmir ve Trakya’nın şişirilmiş nüfus istatistiklerini abartarak tekrarlama ve ayrıca Ermeniler de konferansta bilinen talepleri dile getirmişlerdi. 

Aslında konferans barış için toplanmış gibi görünse de İngiltere artık tamamen, Türk-Yunan çatışması haline gelen harbi Yunanistan’a nasıl kazandırılabileceği çabası içinde idi. 

Yunanlıların bazı tavizler vererek Türklerle bir barış yapmaktansa silahla sorunu çözmek düşüncelerine Fransız ve İtalyan delegeleri katılmadıklarını belirtseler de İngiliz Başbakanı Lloyd George Türkleri yola getirmenin ancak Yunan Ordusunun zaferi ile sağlanabileceğine inanıyordu. 

Ve bu hava içinde Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey, Fransız ve İtalyanlarla ekonomik ağırlıklı ve İngilizlerle de esir mübadelesi konusunda anlaşmalar imzalamıştı. Ancak Fransa ve İtalya ile yapılan anlaşmalar Misak-ı Milliye aykırı bulunduğundan, İngiltere ile yapılan esir mübadele anlaşması da ayrıcalıklar (Örneğin; İngiltere’nin elindeki Türk esirlerden, İngilizlere ve Ermenilere kötü muamele eden esirlerin hariç tutulması gibi) içerdiğinden Ankara’da kabul edilmemişti. 

Konferans bir sonuç alınamadan 12 Mart 1921 günü dağıldığında Anadolu’ya yeni bir Yunan taarruzunun hazırlık haberleri de sızmaya başlamıştı. 

Bu sıkıntılar arasında Londra Konferansının dağılmasının hemen ardında Türkiye ile Sovyet Rusya arasında 16 Mart 1921’de Moskova Antlaşması imzalanmıştı. Bu antlaşma ile; bugünkü sınır iki devlet arasındaki sınır olarak kabul edilmiş, Misak-ı Milliyi kabul eden Rusya Sevr Antlaşmasını da kapitülasyonları da reddetmişti. Ayrıca iki ülke; Boğazlar sorununun İstanbul’un güvenliğine zarar vermemek koşulu ile Karadeniz’de kıyısı olan devletlerce çözümünde ve iki devletin karşılıklı yardımlaşmaları konularında da anlaşmışlardı. Ve ayrıca bu Antlaşma ile TBMM Hükümetinin Sovyet Rusya gibi büyük bir devlet tarafından tanınması yanında şüphesiz barış ve huzur sağlanan Doğu Cephesinden Batı Cephesinin takviye imkanları da doğmuştu. 

Değerli okurlarım, Londra Konferansı devam ederken Yunanlıların yeni bir taarruz hazırlık haberleri de sızmaya başlamıştı. Londra Konferansı sırasında Sevr’i Ankara’ya zorla kabul ettirmenin yanında Anadolu’da daha fazla toprak işgal edip oralarda kalma hesapları içinde İngiltere’den izin koparan Yunanistan daha konferans devam ederken yapılacak taarruzun hazırlık emrini de yayınlamıştı. 

Buna göre Yunan Ordusu; üç piyade tümeni ile bir süvari tugayından ibaret olan 3ncü Kolordu ile Bursa-Eskişehir istikametinde taarruzla İnönü Mevzilerindeki Türk Ordusunu imha ederek Eskişehir’i ele geçirecek, Uşak ve Buldan’da bulunan üç tümenden ibaret 1nci Kolordu ile de Uşak-Afyon istikametinde taarruzla Dumlupınar mevzilerini ve Afyon’u ele geçirip kuzeye kuşatıcı bir taarruzla Türk Ordusunun imhasını tamamlayacaktı. Malumları Küçük Asya Komutanı General Papulas, 3ncü Kolordu Komutanı General Vlahopoulos, 1nci Kolordu Komutanı da General Kondilis idi.  

Birinci İnönü Savaşı’ndan sonra Türk Genelkurmay Başkanlığı da bölge sorumluluklarını yeniden belirlemişti. Buna göre bölge; kuzeyden itibaren İzmit bölgesi Albay Halit Bey komutasındaki Kocaeli Grubunun, Bilecik-Eskişehir bölgesi İsmet Paşa komutasındaki Garp Cephesinin, Uşak bölgesi de Refet Paşa komutasındaki Güney cephesinin sorumluluğuna tahsis edilmiş, Ordumuz da Harita-1’de görüldüğü gibi tertiplenmişti. 

- Garp cephesinde; bir süvari ve bir piyade tümeni ile İnegöl bölgesindeki düşmanla temasta, üç piyade tümeni ile de İnönü mevzilerinde tertiplenmişti. 

- Güney Cephesinde; bir süvari tümeni ile düşmanla temasta, zayıf mevcutlu üç piyade tümeni ile Dumlupınar mevzilerinde, biri süvari diğeri de zayıf mevcutlu bir piyade tümeni ile Kütahya bölgesinde tertiplenmişti. 

- Kocaeli Grubu da iki Tümene yakın kuvveti ile özellikle Geyve Boğazını kapatmak için tertiplenmişti. 

Ayrıca Türk Genelkurmayı Sivas’tan 5nci Kafkas Tümenini Garp Cephesine, Pozantı’dan 41nci Tümeni de Güney Cephesine takviye için sevk etmekteydi. 

Değerli okurlarım, taarruz edecek Yunan Ordusunun toplam mevcudu 41.500, Türk Ordusunun ise 30 bin kadardı. Yunan Ordusunun top ve makinalı tüfek yanında cephane, ikmal, donatım başta olmak üzere büyük bir üstünlüğü vardı. Örneğin Türk askerinin pek çoğu; kütüklüğü olmadığından mermiyi ceplerinde taşıyor, kını olmadığı için de kasaturayı kuşağına sokuyordu. Yırtık çarığından fırlayan çıplak ayakları ile kara basan, yarı sivil yanı asker kıyafetli erlere sık sık rastlanıyordu. 

Yunan Ordusu ikmal işlerinde motorlu araç ve kamyon kullanırken Türk Ordusunda, birini İsmet Paşa’nın diğerini de Refet Paşa’nın kullandığı sadece iki otomobil vardı. 

Yunan Küçük Asya Ordu Komutanı Papulas, bu taarruz için ayrıca Yunanistan’dan ısrarla takviye istemişe de, Yunan Harbiye Nezareti İzmir ve Bandırma’ya sevk edilmek üzere hazırlanan 40 bin kişilik kuvveti sevk edememişti. 

Yunan Ordusunun Anadolu’daki bu üçüncü taarruzu; 23 Mart 1921’de, kuzeyde, Bursa’dan İnönü istikametinde, güneyde de Uşak’tan Afyon istikametinde başlamıştı. 

İlk gün Türk Ordusu kuzeyde ve güneyde örtme kuvvetleri ile Yunan Ordusunu oyalarken, Yunan asıl taarruzunun İnönü mevzilerine planlandığını kestiren Türk Genelkurmayı Kütahya’daki 4ncü Piyade ve 1nci Süvari tümenlerini kuzeye kaydırıp İsmet Paşa’nın emrine vermişti. Ve ayrıca 5nci Kafkas Tümeni öncülerinin de ulaştığı İnönü bölgesi, Kocaeli Grubunun ayırdığı iki alay kadar kuvvetle de takviye edilmişti. 

Ve iki buçuk aydır gerek İnönü gerekse Dumlupınar mevzilerinin siperleri elden geçirilip silahlar yerleştirilmiş, ateş sahaları temizlenmiş ve eğitimler de yapılmıştı. 

Garp Cephesinde örtme kuvvetlerimiz; Yunan Bursa Grubuna karşı oyalama muharebesi vererek geri çekilmişti. 27 Mart sabahı başlayan Yunan Bursa Grubunun taarruzu İnönü Mevzileri önünde durdurulmuş ve başlayan Türk karşı taarruzları da fazla ilerleyememişti. Türk Ordusu geceyi İnönü Mevzilerinde hazırlıkla geçirmişti. 

Düşmanın Uşak Grubunun taarruzu karşısında ise ikinci gün Dumlupınar mevzilerini kaybeden birliklerimiz Afyon’un 15 km. batısında hazırlanan mevzilere çekilmişler ve Yunan Ordusu Uşak Grubu da, 27 Mart’ta Afyon’a girmeyi başarmıştı. Böylece Güney’de cephemiz ikiye bölünmüştü. Refet Paşa ağır kayıp veren 8nci Tümen ve 2 Süvari Tümeni ile Afyon kuzeyinde, Albay Fahrettin Bey’in emrindeki diğer birlikler de Afyon’un doğusunda kalmıştı. Tabii Yunan Ordusu Uşak Grubu da her ikisinin arasına kama gibi girmişti. (Harita-2) 

28 Mart harekatın altıncı günüydü. Ve Yunan Bursa Grubu, dört gün daha, İnönü mevzilerine, bilhassa kanatlara şiddetle taarruz etmekteydi. Bir ara, İnönü Mevzilerinin kuzey bölümünün kilit noktası Metris Tepeyi ele geçirmesine rağmen Türk Ordusunun savunmasını geçemiyordu. Ve Uşak Grubu da Afyon’da hareketsiz bir durumdaydı. 

Değerli okurlarım Ankara, savaşı kazanabilmek için Ankara’dan Meclis Muhafız Taburunu dahi İnönü’ye gönderirken, Yunanistan’ın Uşak Grubunun Eskişehir’e taarruzunu, Afyon kuzeyinde önlemek için bulunan 8nci Piyade Tümeni ile de Garp Cephesini takviye etmişti. 

28, 29, 30 ve 31 Mart günleri İnönü mevzilerinde Metris Tepe, Üçşehitler Tepesi, Kanlısırt birkaç defa el değiştirdi. Yunan Ordusunun dört gün süren şiddetli taarruzları İnönü Mevzilerini yaramamıştı. Ve taarruz gücünü de kaybeden Bursa Grubu 1 Nisan’da çekilmeye başlamış, Uşak Grubu da 7 Nisan’da Afyon’u boşaltıp çekilmişti. 

Değerli okurlarım 1 Nisan 1921 günü Metris Tepe’den harekatı takip eden İsmet Paşa; Ordumuzun bu muhteşem zaferini, “Bozüyük yanıyor. Düşman binlerce ölüleri ile doldurduğu muharebe meydanını silahlarımıza terk etmiştir.” Telgrafı ile Ankara’ya müjdeliyordu. 

Ve şimdi kin ve nefret saçan düşman ikinci defa yenilgiyi kabullenmiş, geçtiği yerleri yakıp yıkıp talan ederek çekiliyordu. Bozüyük’ten sonra Bilecik’ten Bursa’ya Yunan Ordusu alev makinası gibi köyleri, kasabaları yakıp yıkıyor talan ediyordu. 

Türk Milleti büyük bir sevinç içinde bu muhteşem zaferi kutlarken Mustafa Kemal Paşa da, İsmet Paşa’yı yüksek ruh ve vicdanından fışkıran, tarihte eşine az rastlanan aşağıdaki emsalsiz takdir ve tebrik mesajı ile kutluyordu. 

“Bütün tarihi alemde sizin İnönü Meydan muharebelerinde deruhte ettiğiniz vazife kadar ağır bir vazife deruhte etmiş kumandanlar enderdir. Milletimizin istiklal ve hayatı, dahiyane idareniz altında şerefle vazifelerini gören kumanda ve silah arkadaşlarınızın kalp ve hamiyetine büyük emniyetle istinat ediyordu. 

Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makus talihini de yendiniz. 

İstila altındaki bedbaht topraklarımızla beraber bütün vatan, bugün en ücra köşelerine kadar zaferinizi kutluyor.” 

Değerli okurlarım, bu muhteşem zaferi Türk Ordusu, Bursa ve Uşak’tan birbirinden uzak dış hat manevrası uygulayan Yunan Ordusuna karşı, iç hat manevrasını başarılı bir şekilde uygulayarak kazanmıştı. İki ayrı koldan taarruz eden Yunan Ordusunu, güneyde tesbit etmiş, gücünün çoğunu kuzeyde kullanarak kazanmıştı. Ve Yunan Ordusunun Uşak Grubunun Afyon’da hareketsiz kalması, Yunan Komuta heyetinin zafiyetinin en açık ifadesi idi. 

Değerli okurlarım, bu muhteşem zaferden sonra Türk Ordusunun kolay bir lokma olmadığını bütün dünya bir kere daha anlasa da Yunanlıların yeniden şanslarını deneme heveslerine İngilizlerin sıcak baktığı ortadaydı. Zira bugün emperyalizmin çok kullandığı vekalet savaşlarını İngilizler o günlerde de kullanıyordu. Yunanlılar, hırsla ve hızla yeniden hazırlıklara başlamış ve Zafer’den sonra şu gelişmeler de olmuştu. 

28 Nisan’da Malta’da İngilizler tarafından tutulan Türk esirlerin bazıları serbest bırakılmıştı. 

1 Haziran’da İtalyanlar Anadolu’dan çekilmeye başlamıştı. 

9 Haziran’da Fransa adına görüşmeler yapmak için Franklin Boullion Ankara’ya gelmiş, 21 Haziran’da da Fransızlar Zonguldak’ı tahliye etmeye başlamışlardı. 

Değerli okurlarım, baharın göz kırptığı bu günler, İkinci İnönü Zaferi’nden sonra Türk Milletinin bayram sevinci yaşadığı günlerin 100ncü yıldönümünü yaşıyoruz. 

Kutlu ve mutlu olsun. Yüce Milletimi yürekten kutluyorum. 

1921 yılında yokluk ve yoksulluk içinde, bize Cumhuriyetimizin kapılarını açan Kahraman Ordumuzu, başta Ebedi Başkomutanımız Mustafa Kemal Paşa ve O’nun kahraman silah arkadaşlarını, minnet ve şükran duyguları içinde, ayakta, saygı ile selamlıyor ve Ulu Tanrı’dan rahmet diliyorum. 

Ruhları şad, mekanları cennet olsun.