Geçtiğimiz haftaki yazımda bahsetmiştim, geçen hafta İzmir’de U12 İzmir kap organizasyonunun izlemiş ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmıştım. Bu hafta sonu da da İzmir’deydim. Bu kez gidiş nedenim,  Dünya Erkekler Buz Hokeyi Şampiyonası 3. Klasman maçlarıydı. Buz Hokeyi Milli Takımımız grubunda yer alan Bosna Hersek’i 11-0, Gürcistan’ı 13-1, Hong Kong’u 10-1, Lüksemburg’u 7-5 yendikten sonra, son karşılaşmada da Kuzey Kore önünde, normal süresi 3-3 biten maçta rakibimize altın golle 4-3 kaybettik ve ikinci olduk.

Ülkemizde son dönemde hayli yaygınlaşan buz hokeyinde yakalanan başarı ivmesi hayli dikkat çeker boyutta. Federasyon başkanı Profesör Doktor Bülent Akay başarılı akademisyenliğinin yanında, aynı zamanda, ‘iyi bir spor yöneticisi nasıl olunur’ sorusunun yanıtı ve canlı kanıtı olarak karşımızda duruyor. Yoğun iş temposunun arasında bulabildiği tüm zamanını, hiç uğraşmadığı, yalnızca çocuğu yaptığı için içine girdiği bu sporun yöneticilik kulvarında başarılı olabilmek adına harcıyor. Oluşturduğu yönetimle birlikte, verdiği çabaların meyvelerini de, gelen başarılarla toplamanın verdiği haklı gururun sahibi başkan Akay.
Tabi ki bu başarı yalnızca Akay’a ait değil. Yukarıda da vurgulamaya çalıştığım gibi yönetimde yer alan isimler de ahenk ve özveriyle bu sporun gelişmesi adına elele vermiş durumdalar. Sporcu grubu olarak da iyi bir kuşak yakalanmış durumda. Bunun karşılığı da otomatikman başarı olarak dönüyor tabi ki. Yapılan organizasyonda elde edilen ikincilik belki bir üst kategoriye çıkmamıza yetmedi ancak, şunu gördük ki, buz hokeyinde bir Türk arması oluşuyor. Bu da bizi mutlu ediyor.

Bu arada, birçok branşa nasip olmayacak bir biçimde izleyici kitlesi bulan buz hokeyinin gelişmesi ve başarıların geliyor oluşu, iyi sayılabilecek bir de seyirci-taraftar kitlesi oluşturmaya başlamış. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin de şampiyonaya verdiği destek takdire şayan. Katkısı olanları gönülden kutluyoruz.
Evet bu olayın ardından, geçtiğimiz hafta kısaca değindiğim ve detaylarını bu yazıya bıraktığım, Fenerbahçe otobüsüne gerçekleştirilen saldırıya dair düşüncelerimi paylaşmak istiyorum sizlerle…

3 Temmuz tarihi itibarıyla, ülkemizde farklı bir göz ve gözlükle bakmaya başladığımız futbolu, 4 Nisan 2015’ten sonra daha da değişik görmemiz gerekiyor. Aslında yalnızca futbolu değil, yakın geçmiş zaman itibarıyla, yaşama, dünyaya ve de özellikle ülkemizdeki gelişmelere daha farklı bir perspektiften görmek gerekiyor belki de…

Tüm zamanların en önemli oyunu, bacasız endüstrisi olan futbol, içinde barındırdığı tüm katmanlarıyla, o bilindik özelik ve güzelliğini yitirmeye başladı. Ziraat Türkiye Kupası reklamında işlendiği gibi oynayanı, yöneteni, izleyeni ve tüm ögeleriyle, ‘yalnızca bir oyun’ olma özelliğini yitirdi artık. İnsanlar renkler uğruna birbirine küfür etme, yaralama ve hatta öldürme boyutlarına ulaştı. Dünyada yaşanan bu örneklerin sayısını sanırım ne ben ne de benim diyen istatistikçi net bir biçimde bilemez. Yaşanan tüm bu olumsuz hadise ve  gelişmelerin ‘top’ noktası, Rize deplasmanından dönen Fenerbahçe kafilesine Trabzon’da gerçekleştirilen hain suikast saldırısıyla, toplu katliam teşebbüsü oldu.
Kim ya da kimlerin girişimi olduğu azmettirenlerinin olup olmadığı hiç ama hiç önemli değil. Bu eylem tam anlamıyla yaşanan toplumsal cinnetin tavan noktasıdır ve açıklaması kesinlikle yoktur.

Bu olayın ülkemizde olduğu kadar, dünyada da yansıması hayli çarpıcı oldu. Uluslar arası haber ajanslarının ‘flaş, flaş’ olarak geçtiği haberler gazete ve televizyon programlarında ön sıralarda yer aldı. Yani anlayacağınız, zaten hiç de hoş olmayan dünyadaki namımız iyiden iyiye dibe vurdu. Bakalım sırada daha neler var ve yaşayıp nelerle karşılaşacağız. Bunları hep birlikte göreceğiz.
Hoşçakalın…