Bu haftanın Çarşamba günü BİLGESAM’ın basın toplantısındaydım. “Kürt Sorunu” hakkındaki çalışmalarını “Demokratik Açılım ve Toplumsal Algılar” başlığıyla rapor hâline getirmiş ve medyayı bilgilendirmek istemişler. İyi de oldu. Yeni Şafak gazetesi ile Aksiyon dergisinin temsilcilerinin ufuk açıcı soruları, toplantıyı daha da verimli hâle getirdi. Doç. Dr. Atilla Sandıklı başkanlığındaki BİLGESAM’ın çatısı altında, tanınmış birçok akademisyen ve üst seviyede görev yapmış sivil-asker bürokrat bulunuyor. Böyle yapılanmanın avantajları da dezavantajları da var. En önemli avantajı, kamuoyunun dikkatini çekebilmesi; en önemli dezavantajı ise, alıştıkları resmî ideolojiden sıyrılamamaları ihtimalidir. Gerek Sayın Sandıklı’nın hepimize hitaben yaptığı konuşmasından gerekse bir emekli askerin şahsımla yaptığı sohbetten edindiğim intiba, o dezavantajlı “aydın” psikolojisini önemli ölçüde aştıklarıdır. İnşallah yanılmamışımdır. * * * Belirtmem gereken memnuniyet verici diğer bir husus, BİLGESAM’ın “Demokratik Açılım”ı faydalı bulup desteklemesidir. Demokrasiye bağlılık, halkı öne çıkarmaktır ki, millet-devlet bütünleşmesi için şart olan da odur. Burada ‘millet’ denilince anlaşılan, ideolojik inşacılıkla oluşturulmak istenen hayalî yapı değil, mevcut maddî-manevî unsurlarıyla hakiki sosyal yapı olmalıdır. “Aydınlar”ın en büyük eksikliği de sosyal yapıyı bu anlamda tanımamaktır(?). Saha araştırmaları, bu eksikliği gideren çok önemli bir sosyolojik çalışma türüdür. Böylece aydınlar, halk ile aralarına inşa ettikleri kalın “Berlin Duvarı”nı, kendi elleriyle yıkma imkânını da buluyorlar. * * * BİLGESAM, Türkiye’nin her tarafında anket yöntemiyle saha araştırmaları yapmış. Kürt nüfusunun yoğun olduğu bölgelerde, halkın çoğunun PKK ile ideolojik paralelde olmadığını, Türkiye’ye bağlı kalmak istediğini tespit etmiş. Şu da var ki anketlerin, insanı tam aksettirmeyen psikolojik tesirleri vardır. İnsanlar, soru şeklindeki bir uyarma ile muhatap olduklarında, aslında pek önemsemedikleri farklılıklara yoğunlaşarak cevap vermektedirler. Günümüzün önemli sosyal bilimcilerinden Zygmunt Bauman, İngiltere’de bile insanların etnik kimlikle alakalı sorulardaki, “Britanyalı, İngiliz, İskoç, Galli…” gibi seçeneklerde, tereddüt yaşadığını söylemektedir. Muhtemelen o tereddüt, kişinin normalde pek üzerinde durmayıp da açıklaması istendiğinde duyduğu mecburiyettendir. Türkiye’deki bazı hassas bölgelerde ise devlet, örgüt ve çevre korkusuyla verilmiş cevaplar olabilmektedir. Bu yüzden ben, insanı irkilten o gibi anketlerden ziyade, genel seçimlerdeki tercihlere önem veririm. Baskıcı ideolojileri temsil edenlerin değil de hürriyetçi partilerin, Türkiye’nin her tarafında daha fazla oy alması, çok şey anlatan samimi tercihlerdir. * * * BİLGESAM’da “konsensüs sağlanmış” hususlardan biri, şöyle ifade ediliyor: “Demokrasi, laiklik, sosyal adalet ve hukukun üstünlüğü kavramlarının çağcıl bir anlayışla algılanması ve uygulanması.” “Laiklik” ve “çağcıllık” kavramları bir araya geldiğinde, insanın aklına da ister istemez, “Hangi çağda yaşıyoruz?” diye bağırıp çağıran aşırı laik aydın despotizmi geliyor. Türk entelektüelleri sadece laiklik anlayışıyla değil, milliyetçilik anlayışıyla da millete ve dine sürekli müdahale ettiler. “Türk” kavramını, nasıl etnikleştirdiklerini, “Türkler ve ‘Öteki’leştirdiklerimiz” (Timaş Yayınları) isimli kitabımda, İslam’a “Türkçülük” adına nasıl müdahale ettiklerini ise “Milliyetçiliğin Dinle Kavgası” (Bilgeoğuz Yayınları) isimli kitabımda detaylarıyla anlatmıştım. Üstelik o icraatlarda, devlet erki de devrede olmuştur. Konuya dinî hassasiyetle bakmayıp da “devletçi ve milliyetçi” hassasiyetle bakanlar anketler yaptıkça, İslam’ın ayrışmayı men edici yönünün farkına varacaklardır. Nitekim BİLGESAM’ın yaptırdığı ankete verilen, mezhep kimlikli cevaplar da çoğunlukla o yöndedir. * * * On sekizinci asırda Batı’da teokrasinin yıkılışıyla yayılan pozitivizm, tuhaftır ki demokrasiye doğru gidişe rağmen on dokuzuncu ve yirminci asırda baskıcı devlet anlayışını yaşatmıştır. Dönemin düşünürlerinden Ortega Y. Gasset (1883-1955), “Günümüzde medeniyeti tehdit eden en vahim tehlike, devlet müdahalesidir.” diye ikazda bulunuyordu. Aynı dönemdeki Osmanlı devlet adamı Said Halim Paşa (1863-1921) da “Türkçü” İttihatçıların devlet müdahalesinden yakınıyor ve şöyle diyordu: “Devlet adamlarımız memleketi İslam’dan uzaklaştırmak mecburiyetinde olduklarına inandılar.” Günümüze kadar devam eden o uygulamalar, dindarlara yönelik hapisli, idamlı, işten atmalı zulümlerle doludur. Dinî hizmet önderlerinden Said Nursî (1878-1960), kendini yargılayan mahkeme heyetlerinden birine şöyle sesleniyordu: “Mademki biz, ehl-i dünyanın dünyalarına ilişmiyoruz; onlar da bizim âhiretimize, imanî hizmetimize karışmasınlar.” * * * “Çağcıl laiklik”ten bahsedilmişken, ABD’li liberal düşünür John Rawls’ın (1921-2002) belirttiği “çağdaş” bir ilkeye de bakalım. Rawls, Siyasal liberalizmin, dinî inançların hepsini makul saydığını söylemektedir. Dikkat edilirse bir zamanlar Amerika’da geçerli olan WASP (Beyaz-Anglosakson-Protestan) dayatmasından ne kadar uzaklaşıldığı görülecektir. Aşırı laik-etnik milliyetçi ideoloji birçok ülkede çökmüştür, diğerlerinde de çökmek üzeredir. Bu netice, ne akademisyenlerin ne yazarların ne de devlet adamlarının başarısıdır. Halkın kendi değerlerini yaşatma azminin sonucudur. Bizde o değerlerin en başındaki İslam, ayrılıkçı düşünceleri en büyük günahlardan saymıştır. Kürtlerin ekseriyetinin mensup olduğu Sünnîliğin Şafiî kolunun kurucusu İmam Şafiî, İslamiyet’in o anlayışını şöyle ifade etmiştir: “Her kim, sözle kavmiyetçilik izhar eder, ona çağırır ve bu işi iyice benimserse –bu uğurda bizzat savaşmasa bile- bu kimsenin şehâdeti merduddur (mahkemede şahit olamaz). Zira haramlığı hususunda İslâm âlimlerinin hiçbir ihtilafı olmayan bir günaha bulaşmıştır.” Türkiye, o laik-milliyetçi ideolojinin zararlarını, keşke terör belasıyla tanışmadan fark etseydi. Kaldı ki, dinî önder konumunda olmayan düşünürlerimiz de uyarmıştı. Yahya Kemal (1884-1958), “Türk devleti, aslı olan Müslüman tabakanın hamuru ile yoğrulmadıkça tam bir sıhhatle yaşayamaz.” demişti. Cemil Meriç (1916-1987), “Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş.” demişti. Türk aydınları, kendileri inanmasalardı bile keşke İslam’ın ayrılıkçılığı yasaklayan özelliğini bilselerdi de İslam’ın varlığını sırf pragmatist açıdan bir nimet görselerdi. O zaman, kendisinin ifade ettiği gibi, “ciddi bir muhabbetle Türk milletini seven” İslam âlimi Kürt Said Nursî’nin “imanî hizmetimize karışmasınlar.” çağrısına severek rıza gösterirlerdi. Şimdi ise ciddi bir nefretle Türk Milletine düşman, aşırı laik Kürt Milliyetçiliği ile boğuşuyoruz. BİLGESAM ve benzeri kuruluşların, bu hususu da dikkate almalarını diliyorum.