Hutu-Tutsi Savaşını Anlatan "Hotel Ruanda" İçin TRT'ye Teşekkürler
Prof. Dr. Alaeddin YALÇINKAYA
Cuma Akşamı TRT 1'de yayınlanan, Terry George'un yönetmenliğindeki Hotel Ruanda filminin, son yazımdan bugüne taşan Türk-Kürt çatışmasının emperyalist heveskârlarının yüzünü ortaya koyması bakımından zamanlaması son derece iyi seçilmiştir. Verilen mesajları idrak ederek seyretmek ve farklı saatlerde birçok kanalda gösterimini tekrarlamak son derece faydalı olacaktır. TRT'ye teşekkürler.
"Türk-Kürt Kardeştir" sözünün slogandan ibaret olmadığını ele alacağımı belirtmiştim. Ancak bunu başka bahara bırakıyorum. Yazımı gönderdikten sonra Bursa'da bir Kürt vatandaşımızın marketinin camları kırılarak malların yağmalandığını öğrendik. Bir hastane kuyruğunda iki vatandaşımız Kürtçe konuştuğu için kavga çıkmış... Benzeri haberlerin bugünün Türkiye fotoğrafı olmayıp, bütün yatırımlara, dev bütçeli projelere rağmen ülkemiz üzerinde planlanan Hutu-Tutsi oyununun başarılı olmayacağını belirtelim. Hatta bu başarısızlığın Kuzey Irak halkı için de geçerli olduğunu ekleyelim. ASALA'nın yarım bırakıp PKK'ya havale ettiği ülkemiz üzerindeki talepleri doğrultusunda Kuzey Irak'ta çekirdek bir Türkiye düşmanı oluşumunun giderek bütün Kürtleri kapsaması, böylece bir Türk-Kürt çatışması ile boşalacak bölgenin Ermenistan'a katılması hayalleri yine geri tepmiştir. Günümüz imkânları sayesinde geçen yüzyılın dezenformasyon projeleri akim kalmakta, yalancının mumu yatsıdan çok önce sönmektedir. Bu arada, medyaya, halkımıza, aydınlarımıza, kamuoyu oluşturucularına ve her kademedeki yöneticilere büyük görev ve sorumluluk düşmektedir.
Hutu-Tutsi çatışmasına kısaca göz atalım: 20 yüzyıl başında Raunda, Almanya'ya bağlı bir sömürge iken bu fakir topraklarla ilgilenilmemiş ve I.Dünya Savaşı sonunda Belçika'ya bırakılmıştır. Belçika ülkede kahve plantasyonları kurmuş ve halkı kırbaç zoruyla tarlalarda çalıştırmıştır. Büyük İskender'in zapt ettiği toprakları elinde tutması ile ilgili Aristo'nun öğüdünü diğer sömürgeciler gibi Belçika da en iğrenç bir şekilde uyguladı. Öğüt şöyle: halkı sürgüne gönderme, sürgünde toplanıp sana başkaldırırlar; hapishanelere doldurma, hapishaneler militan yuvası olur, kontrolden çıkar; öldürme, sonraki kuşaklar intikam hırsıyla büyür, tahtını sallar. Bunun yerine onlar arasına nifak tohumlar ek, birbiriyle savaşıp senin hakemliğini isteyecekler, sen de onlara hakem olurken tam anlaşmaya varmaları için bütün yolları tıkayacaksın ve onlara hep hâkim olacaksın.
Raunda, Belçika yönetimine girdiği zaman Hutular ile Tutsiler arasında pek fark yoktu. Sömürge yönetimi azınlıkta olan Tutsileri her yerde ayrıcalıklı duruma getirdi. Herkesin kimliğine Hutu veya Tutsi yazdırdı. Okullar, hastaneler, kamu hizmetlerinde bu ayırım sürekli uygulandı. Tarafların dili, kültürü birbirinden uzaklaştırıldığı gibi bitmeyecek kin ve nefret tohumları ekildi. 1990'larda Fransa ve Belçika'nın güdümündeki katliamdan geriye 800.000 ölü ile 2 milyon mülteci kaldı. Taraflar tam uzlaşmaya varacakken sömürgeciler araya bir sabotaj daha soktular, eksik silahları tamamladılar. ABD ve İngiltere, BM'in müdahalesini önlemek için ustaca pasif kaldı.
Hotel Ruanda'da anlatılanların eksiği var fazlası yok. Kendilerini kurtarmaya geldiği zannedilen BM komutanı, otel müdürü Hutu'nun teşekkürlerine karşı: "Teşekkür edecek bir şey yok. Yapman gereken şey, biz batılıların suratına tükürmek. Çünkü biz sadece buradaki beyazları, Belçika ve ABD vatandaşlarını kurtarmaya geldik. Sizin yıllarca hizmet ettiklerinize göre kıymetiniz gübreden farksız..."
Bu katliamdaki ince emperyalist hesaplar filmde anlatılanlardan ibaret değil. Ancak Belçikalı uzmanların sokaklarda elinde bir cetvel ile karşısına çıkanların burunlarını ölçerek "sen Hutu'sun, sen Tutsi'sin" faaliyetleri, ile her iki topluluğu birbirine karşı kışkırtmak için akla hayale gelmedik tertipler on yıllarca sürüp gider. Azınlıktaki Tutsiler eğitimde, sağlıkta, kamuda köşe başlarını tutarken çoğunluk Hutular ezilmiş ve dışlanmış olarak intikam gününü beklerler. Şartlar ortaya çıkınca da daha fazla insan ölsün diye her türlü imkân sağlanır. Tıpkı İran-Irak savaşında, silahı kalmayan "düşman İran"a ABD-İsrail organizasyonunun İrangate skandalı ile ortaya çıkan silah temini gibi.
Hutu-Tutsi savaşını kurgulayan batılılar olduğu halde, icracısı yerli işbirlikçilerdir. Filmin kahramanı otel müdürü P.Rusesabagina hâlen hayatta olup, katliam günlerinde bu anlamsız faciayı önlemek için elinden geleni yapmış, arkadaşlarını, aklı başındakileri, bu tuzağa düşmemesi için iknaya çalışmıştır. Müdür Hutu olmasına rağmen Tutsi ile evli bir ılımlı olduğu için mutlaka öldürülmesi gerekenlerdendi.
Türk-Kürt savaşını hayal edenler, kardeşlikten de öte aynı millet olan bu halkın binlerce yıllık devlet tecrübesi olduğunu, daha dün ortaya çıkan sömürgecilerin oyununa gelmeyecek kadar derin kültür ve irfan ocaklarının bulunduğunu unutuyorlar. Hutu-Tutsi yerine Alevi-Sünni, Ülkücü-Solcu, Türk-Kürt senaryolarına milyarlarca dolar dökenler hedefe ulaşamayacaklardır. Ancak, masum insanların katillerini korumayı, "şerefli Kürtlük" olarak geveleyen Barzaniler, Zanalar ile ticaretiyle meşgul vatandaşlarımızın, sırf Kürt oldukları için fakirhanesini başına yıkanlara, Hutu-Tutsi faciasındaki rol-daşlarını görmek üzere bu filmi mutlaka seyretmelerini öneririm.
[email protected]
Yorumlar