Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi, İslam Tarihi Uzmanı
Yrd. Doç. Dr. AHMET VEHBİ ECER:
‘HER MÜSLÜMAN MİLLİYETÇİ OLMAYA, DİNEN MECBURDUR’ Diyor.


Oğuz Çetinoğlu: Milliyetçilik düşüncesini zararlı bir akım olarak göstermeye çalışanlar var. Detaylara girmeden önce bir tespit yapmakta fayda görüyorum. Milliyetçilik nedir? Genel bir değerlendirme yapar mısınız?
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vehbi Ecer: Millet ve milliyetçiliği korkulacak öcü gibi gösterenler, sosyolojik anlamıyla millet ve milliyetçiliğin gerçek içeriklerini saptıranlardır. Milliyetçiliği marazî, saldırgan bir hastalık olan şovenizm (Chauvinisme-ırkçılık, kabilecilik, kafatasçılık) ile karıştıranlar olduğu gibi, milleti Arapça karşılığı olan din ve millî kelimesini de dinî şeklinde algılayanlar vardır ve bu grupların sonuncusu, ilmî anlamdaki millet ve milliyetçiliğin İslâm diniyle bağdaşamayacağını ileri sürerler. Oysaki gelişmişlik ölçüsü olan ilmî anlamdaki sosyolojik en büyük toplum demek olan milletin, ırkçılıkla, kafatasçılıkla, kabilecikle, saldırganlıkla ilgisi yoktur. Milletleşme ve millet olmanın, içinde bulunulan toplumla bütünleşme bilinci olduğunu belirten Sosyolog Prof. Dr. Orhan Türkdoğan; Etnik Sosyoloji isimli kitabında milliyetçilik hakkında şu bilgiyi veriyor: ‘Bir millete mensup olmak demek, o milletin soyundan gelmiş olmak demek değildir. Bu bir toplumsal özenti, ortak duygu ve düşüncede insanların birlikteliği bilincidir.’
Prof. Dr. Muharrem Ergin; Türk Millî Kültürü ve Dünya Görüşü Üzerine isimli kitabında milleti şöyle açıklar: ‘Millet, birbirine sosyal akrabalık bağlarından oluşan kardeşlikle bağlanan en büyük bir tabii cemiyettir. Biz hepimiz dil kardeşiyiz, din kardeşiyiz, örf ve âdet kardeşiyiz, dünya görüşü kardeşiyiz, sanat kardeşiyiz, tarih kardeşiyiz. Bunları söylemekle sosyal akrabalık bağları olan kültürün ana unsurlarının altı tane olduğunu da söylemiş olduk.’
Çetinoğlu: ‘Sosyal akrabalık’ kavramından kasıt nedir?
Ecer: Nermin Erdentuğ, Türk Kültürü Dergisi’nin Ağustos 1987’de yayınlanan 292. sayısında yer alan Sosyal Antropoloji Eğitiminin Türk Kişiliğinin Korunmasına Katkısı başlıklı makalesinde bu kavramı şöyle açıklıyor: ‘Sosyal akrabalık bağı’ olarak belirtilen kültür, içinde bulunulan toplumdan ‘öğrenilmiş davranışların bir bütünü ve belli bir cemiyetin üyeleri tarafından paylaşılan ve aktarılan elemanlardan oluşan davranış sonuçlarıdır.’
Çetinoğlu: Öğrenilmiş davranışlar kişiye ve topluma ne kazandırıyor?
Ecer: Öğrenilmiş davranışlar kişilerde belirli bir kimse olmayı sağlar ve bir gruba, topluluğa ait olma duygusu ve şuurunu kazandırır. Buna kimlik veya kişilik diyoruz. Kimlik; ‘Ben kimim?’ sorusuna verdiğimiz, bizi başka toplumlardan ayrı kılan, belli bir gruba ait olma duygusudur. Millet olma, ortak ait olma duygusu ve ortak kültürün sağladığı mensubiyet ve bağlılık sonucunda oluşan sosyal yapıdır. Ord. Prof. Dr. Sadri Maksudî Arsal; 1979 yılında yayınlanan Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları isimli eserinde milletin tarifini şöyle veriyor: ‘Aynı dili konuşan, aynı millî seciyeye (karaktere), müşterek tarihe, müşterek millî emellere mâlik (sahip) olan kütledir.’
Çetinoğlu: Bu târiflerden hangi sonuçları çıkarıyorsunuz?
Ecer: Bu tariflerde ırk kelimesi yer almaz ve başka insanlara saldırma ve ayrılıkçılık çıkartma teşvikleri de mevcut değildir. Müşterek tarihten maksat, müşterek hayatın verdiği dostluk ve kaynaşmayı ifâde eder. Bir okul arkadaşımızı, bir asker arkadaşımızı yıllar sonra gördüğümüz zaman duyduğumuz yakınlık millî birlik unsurlarındandır. Birlikte yaşamışlıktan doğan yakınlıkla asker arkadaşımızla kucaklaşmamızda onun soyu-sopu düşünülmez, burada hatıraların oluşturduğu millî kimlik devreye girer.
Çetinoğlu: Bu konuda Atatürk ne diyor?
Ecer: Atatürk millî devlet kurucusu olarak ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ vecizesini söylemiş ve milliyetçilik anlayışını ortaya koymuştur. Bu vecizenin yorumu; ‘Irkı, dini ne olursa olsun ‘ben Türküm’ diyen, Türk Milletine mensup olmanın gurur ve heyecanını gönlünde taşıyan her Türk vatandaşı Türk milliyetçiliğinden nasibini almış demektir.’
Çetinoğlu: Atatürk’ün ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ sözü çok tekrarlanmasına rağmen, kaynak belirtilmiyor. Siz bu sözün kaynağına ulaştınız mı?
Ecer: Birçok yerde var. Arşivimde bulunan Türk Kültürü Dergisi’nin Kasım 1983’te yayınlanan 247 sayısında Halil Cin,  Atatürk’ün Milliyetçilik Anlayışı başlıklı makalesinde bu söz hakkında bilgi veriyor.  
Çetinoğlu: Bu konu hakkında Prof. Dr. Merhum Erol Güngör de fikir beyanında bulunuyor…
Ecer: Evet! 1986 yılında yayınlanan Türk Kültürü ve Milliyetçilik isimli kitabında; ‘Ben Türküm’ demekle insanlar bir boydan, ırktan olmaya zorlanmıyor. Sâdece sosyo-kültürel açıdan aşiret-kabile görünümünden çıkarak -milletleşme bilincine- erişmeyi elde ediyor.’
Çetinoğlu: Bütün bu bilgilerden nasıl bir hükme verilir?
Ecer: Milletin ve milliyetçilik düşüncesinin oluşmasında birinci faktör millî kültürdür. Gerçek milliyetçiliğin saldırganlık, başka toplumları küçük görme ve zorbalık ile ilgili olmadığını belirten merhum Prof. Dr. Erol Güngör'ün şu cümleleri önemlidir: ‘Hakikatte milliyetçilik, bir kültür hareketi olmak dolayısıyla ırkçılığı, halka dayanan bir siyasî hareket olarak da otoriter idare sistemini reddeder. Bu bakımdan faşizm örneğine bakarak milliyetçiliği değerlendirmek her şeyden önce yanlış misalden hareket etmek olur.
Çetinoğlu: Milliyetçilik düşüncesinin zararlı bir akım olmadığı ilim yoluyla ispatlanmış olmasına rağmen aksi görüşlerin oluşmasının sebepleri nelerdir?
Ecer: Günümüzde milliyetçiliği zararlı gören akımların en önemlilerinden biri; küreselleşme (globalleşme) ise, diğeri şeriat yönetimi (nizam ül-islâm) taraftarlarıdır.
Çetinoğlu: Küreselleşme kavramını nasıl yorumluyorsunuz?
Ecer: Küreselleşme çok kültürlülüğü yerleştirerek, millî hükümetlerin söz sahibi olmadığı, karşılıklı bağımlılık ağlarıyla örülmüş bir küresel topluma dönme idealidir. Bu idealin gerçekleşmesi için her toplumun millî kültür ve geleneklerinden uzaklaşması, bunlara engel olan millet ve milliyetçilik fikirlerinin terk edilmesi gerekmektedir. Böylece, millî olmayan eğitimin, millî kültür ve geleneklere dayanmayan küresel bir hukukun hâkim olduğu, millî devletin ve millî kimliğin tasfiye edildiği bir toplum oluşacaktır. İşte bu anlayışın hâkim olduğu küreselleşme akımına inananlar için millet ve milliyetçilik ayak bağı olarak görülür.
Çetinoğlu: Milliyetçilik düşüncesine karşı çıkan diğer grup…
Ecer: Millet ve milliyetçiliğe karşı olan diğer bir akım ise siyasî İslamcılar, şeriatçı yönetim taraftarlarıdır. Bunlar değişik adlarla anılırlar. İslâm tarihinin başlangıcında ortaya çıkan Haricîlik'den esinlenen Vehhabîler, Selefîler, İbn Teymîyeciler, Cemaat-i İslâmîciler, Hizb üt-Tahrîrciler, Ticâniler ve özellikle yurdumuzda büyük ölçüde etkisi bulunan Müslüman Kardeşler (İhvan ül-Müslimîn)'dir.
Çetinoğlu: Müslüman kardeşler hakkında bilgi verir misiniz?
Ecer: Leonard Binder'in, Yusuf Kaplan tarafından dilimize çevrilen Liberal İslam isimli kitabında, ‘Modern Köktencilik’ (Fundamentalism) başlığı altında ele aldığı Müslüman Kardeşler örgütüne göre, İslâm hem inanç, hem ibâdet, hem din, hem devlettir. Dinin koyduğu nizam hayatın her yönünü içine alır. Din insanî ilişkileri yönetir, dinle devlet ayrılmaz, eğitim ve kanunlar millî değil İslâmî’dir, millet ve millî devlet sosyal birliği sağlayamaz, birlik için Müslüman olmak yeterdir, dünyada Müslümanların birden fazla devletlerinin bulunması caiz değildir. Bütün Müslümanların bir tek İslâm (şeriat) devletine bağlanmaları gerekir. Onlara göre Türklerin 1924'te hilafeti kaldırmaları, insanları dinden uzaklaştırma hareketidir. Hattâ eğitimle ilgili bir eserlerinde Atatürk hakkında ‘Türkiye'de İslâm’ı yıkan…’ ifadesi kullanılır. Prof. Dr. Kemal Karpat; Ortadoğu’da Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk isimli eserinde Türkiye Cumhuriyeti’nin millî, laik bir hukuk devleti olarak oluşumundan sonra bazı Arap basınında ‘Türkler, dinden dönmüş, İslâm’ı terk etmiş…’ gibi yaftalarla adlandırıldığını yazar ve konuya şu cümlelerle parmak basar:
‘Bu suçlamaların hararetini anlamak için 1930'larda yayınlanmış olan Reşid Rıza'nın el-Menar isimli dergisinin birkaç sayısını okumak yeterdir. Günümüzde bile, Türkiye ve İslâm’ın Türkiye'deki yeri hakkında tamamen câhil olup, Türklere dinden dönmüşler olarak saldırmaya devam eden aşırı tutucu dinî yayınlar bulunmaktadır .’
Çetinoğlu: İran’daki Humeynî hareketinin Türkiye’de uzantısı var mı?
Ecer: Son zamanlarda, özellikle Humeyni hareketiyle, yurdumuzda İslâm dininin İslâm kardeşliği ilkesi ileri sürülerek millet ve milliyetçiliğin İslâm dışı bir anlayış olabileceği propagandaları yaygınlaştırıldı. Ayrıca bölücü ırkçı akımlar da Türk Milliyetçiliğini hürriyetçiliğe, demokrasiye ve insan haklarına saldırı aracı olduğu düşüncesiyle yurttaşlarımızın kafalarını karıştırmaktadırlar.
Çetinoğlu: Ulaşılmak istenen hedef itibâriyle bu akımların beynelmilel örgütlerle fikir paralelliği söz konusu mu?
Ecer: Siyasî İslamcıların, millet, dil, milliyetçilik ve vatan anlayışları beynelmilel Siyonist, komünist, küreselci ve benzeri akımlarla paralelliği vardır. Ancak bunlar, konu ile ilgili görüşlerini dine dayandırmak için konuyu İslâm Kardeşliği ilkesine oturtmaya çalışmışlardır.
Çetinoğlu: İslam adına hareket eden bu örgütlerin düşünceleri Kur’an-ı Kerim’e uygun mu?
Ecer: İslâm tarihi, Kur'an ve Hz. Peygamberin uygulamaları, bunları yalanlamaktadır.
Çetinoğlu: Örnekleyebilir misiniz?
Ecer: İslâm Peygamberi, Miladî 610 yılında ilk vahyi aldıktan üç yıl sonra, Şuara Suresi'nin: 213 ve 215. âyetleri nâzil oldu. Bu âyetlerde; ‘Öncelikle eşini, dostunu, akrabalarını uyar. Sana uyan müminlere de kol kanat ger.’ Buyrulmaktadır. Peygamberimiz dinini önce yakınlarına bildirmekle görevlendirilmiştir. Daha sonra diğer kabilelere tebliğe başlayınca düşmanları çoğaldı.
Çetinoğlu: Nasıl bir düşmanlık sergilediler?
Ecer: 617 yılında Peygamberi korumasız bırakmak ve peygamberlikten vazgeçirmek için Haşimoğullarına iktisadî ve sosyal ambargo uygulaması başlattılar. Peygamberin soyu olan Haşimoğulları henüz Müslüman olmamışlardı. Peygamberimizle birlikte Müslümanlar ve henüz Müslüman olmayan Peygamberimizin bütün akrabalarına (Haşimoğulları kabilesine) üç yıl süren bir ambargo uygulandı. Ancak Haşimoğulları, dinine inanmamalarına rağmen Hz. Muhammed'i, ailesini ve O'na inananları düşmanlarına teslim etmediler, korumakta direnç gösterdiler, ambargoyu kırdılar. Haşimoğullarının üç yıl süren ambargoya direnmelerinde milliyet duygularının rolünün olduğunu söylemek yeni bir keşif değildir. Rahmetli Kemal Edib Kürkçüoğlu, 1956 yılında Ankara’da basılan Din ve Milliyet isimli eserinde ‘Ufuktaki tevhit hedefine milliyet yolundan varılır.’ Der ve ilmî sosyolojik anlamda milliyetçiliğin, sağladığı birlik ve beraberliğin tesisinde çok önemli roller oynadığına işaret eder. Haşimoğullarının ambargoya karşı direnişleri bir milliyetçi davranıştır ve İslâm dininin yayılması bakımından büyük bir rol oynamıştır.
Kur'an-ı Kerîm, insanların milletler halinde yaşamalarını engelleyici hükümler taşımamaktadır. Siyasî İslamcıların tek millet, tek devlet olma anlayışları sosyoloji ilmine aykırı olduğu kadar, Kur'an'a, başka bir ifade ile İlahî tensibe de uygun değildir.
Çetinoğlu: Kur’an’da hüküm var mı?
Ecer: Var. Hucurat suresi 13 âyette şöyle buyrulur: ‘Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Kendinize mahsus bir kimlik sâhibi olmanız, birbirinizi farklı kimliklerinizle tanıyıp yardımlaşmanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Ama şunu da bilin ki Allah katında en değerli olanınız, O'nun emir ve yasakları hususunda en duyarlı, en dikkatli olanınızdır. Şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.’
Bu âyetten anlaşılacağı üzere Yüce Tanrı, insanları bir anadan, babadan, insan türünde yaratmış, ama daha sonra onları kabileler ve milletler hâline getirmiştir. Başka bir deyişle, milletlerin varlığı Kuran'da ilahî tensib olarak gösterilmiştir.
Siyasî İslamcı akımlar Müslümanların ana dilinin Arapça olduğunu iddia ederler ve bütün Müslümanların (Bahailer ve Yahudilerde olduğu gibi) tek dil ile konuşmasını isterler. Bundan maksatları milliyet duygularının yok edilmesidir. Dil milliyet için olmazsa olmazlardan biridir.
Çetinoğlu: Dil konusundaki bu düşünceleri Kur’an ışığında tahlil eder misiniz?
Ecer: Bu düşünceler de Kur’an’a uygun değildir. Kur'an'da şöyle buyrulur: ‘Eğer Tanrı dileseydi o kâfirlerin/müşriklerin hepsini tevhid inancını benimsemiş bir topluluk haline getirirdi.’ (Şûra suresi, 8. ve Hud suresi, 118. âyetler.) Ayrıca Rum suresi 22. âyette; ‘Göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin/lisanlarınızın ve ten renklerinizin farklı olması da O'nun sınırsız kudretinin göstergelerindendir. Şüphesiz bunlarda da hak ve hakikati idrak eden kimseler için dersler ve ibretler vardır.’ Buyrulmaktadır.
Bu âyetlerde dillerin ve renklerin (ırkların), milletlerin varlığı ve farklılığı Tanrının büyüklüğünün delilleri olarak gösterilmektedir. Dillerin farklı oluşu da insanların farklı topluluklar (milletler) hâline gelmesi sonucunu doğurur. Çünkü dil, millî kültürün önemli yapı taşlarından biridir. Batılı bilginlerden Wilhelm von Humbolt'a göre; ‘Milletlerin ayrılmasını dil sağlar.’  Prof. Dr. Mehmet Kaplan'ın Türk Milletinin Kültürel Değerleri isimli kitabında yer alan ifadesi ile: ‘Aynı dili konuşan insanlar millet denilen sosyal varlığın temelini teşkil ederler. Dil, duygu ve düşünceyi insana aktaran bir vasıta olduğu için, insan topluluklarını bir yığın ve kitle olmaktan kurtararak, aralarında duygu ve düşünce birliği olan bir cemiyet, yani millet haline getirir.’   
İbrahim suresi 4. âyette buyrulduğuna göre; ilahî irşad (uyarı) tarih boyunca her toplumun kendi dilleriyle olmuştur.
Çetinoğlu: Hadis-i Şeriflerdeki hüküm nedir?
Ecer: Peygamberimiz de millî kültürün ve özellikle dilin toplulukların farklılaşmalarında ve milletleşmelerinde önemli rol oynadıklarını bildirir. Suyutî'nin el-Hasais ül-Kubra adlı kitabında verilen bilgiye göre peygamberimiz, ‘Kim Arapça konuşuyorsa o Araptır.’ buyurmuştur. Ayrıca halkımız arasında yaygın durumda olan, ‘Kim bir kavme benzerse, o kavimden olur.’ hadislerinden maksadın da kişinin dilini, dinini, kültürünü değiştirmesi olduğu bilinmektedir. Bu hadisin sâdece kılık kıyafet-giyim kuşama ait olduğu anlayışının yanlışlığına şu kudsî hadis delildir: ‘Allah sizin şekillerinize (yani kılık kıyafetinize) ve mallarınıza (zenginliğinize) bakmaz. Fakat imanınıza ve amelinize (yani eylemlerinize ve iyiliklerinize) bakar.’ Bu kutsî hadis, Müslim el-Câmi’nin Kahire’de 1987 yılında basılan üs-Sahih isimli eserinde bulunmaktadır.
Üzerinde durduğumuz konuda en çarpıcı tarihî olay Kuzey Afrika'nın Araplaşmasıdır.
Çetinoğlu: Peygamber Efendimizin konu ile ilgili uygulamaları nasıldı?
Ecer: Muhammed Hamidullah’ın İslam Peygamberi isimli eserinden öğrendiğimize göre; Peygamberimiz Medine'ye göç ettikten sonra orada Yahudi-Arap, putperest, Hıristiyan, Müslüman... gibi ayrım yapmadan bir şehir devlet vatandaşlığı statüsünde halkı bir devlet çatısı altında topladı. 47 maddelik bir anayasa etrafında birleştirdi. Dinî olmayan alanlarda da toplumun liderliğini üstlendi. Bu anayasa ile Hz. Peygamber, din ve ırk ayrılıklarına rağmen Medine halkını vatandaşlık bağı altında bir devlet birliği altında topladı. Kâb b. Malik'i de bu devletin sınırlarını belirlemekle görevlendirdi. Bu kişi Medine'nin çeşitli yerlerine sınır taşları dikti. Anayasanın 39. maddesine göre sınırları çizilen Medine'nin müşterek vatan olduğu ve bu sınırlar içinde kanun hâkimiyetinin sağlanacağı, bu sınırların bütün vatandaşlarca müştereken korunacağı belirtildi. Sınırları Kâb b. Malik tarafından işaretlenen bu vatanın korunması için bütün farklı din ve bağların mensupları savaşacaklar, yardımlaşacaklar, savaş masraflarını kendileri karşılayacaklar. İslâm Peygamberinin bu uygulaması toprak için, vatan için savaşmanın meşruiyetine bir delildir. Ayrıca Peygamberimizin ‘Vatan sevgisi imandandır.’ hadisleri de halkımız arasında yaygındır.
Çetinoğlu: İslam tarihi hocası olarak siz, milliyetçiliği nasıl yorumluyorsunuz?
Ecer: Milliyetçi vatanını, milletini, bayrağını seven kişidir. Milliyetçi için bayrak şeref, namus, hürriyet ve birliğin sembolüdür.
Çetinoğlu: Bu kavramlara İslam’ın yaklaşımı nasıldır?
Ecer: İslâm dini yönünden de bayrak, mukaddes bir semboldür, gerekirse uğrunda ölünür, yere düşürülmez. O, bir bez parçası değildir. Savaşlarda Peygamberimiz ordusu içindeki her kabileye farklı renkte ve şekilde bayraklar vermiştir. Mute Savaşı’nda Zeyd b.Harise, Abdullah b. Revana ve Cafer b. Ebî Talip kendilerine verilen bayrağı yere düşürmemek için savaştılar. Özellikle Cafer b. Ebî Talip savaşta bir kolu kesilince bayrağı öbür eliyle tutmuş, iki kolu da kesilince bayrağı bacaklarının arasına alarak düşürmemeye çalışmıştır. Bu kahramanlığı ve bayrağa saygısı sebebiyle Cafer b.Ebi Talib için övücü ifâdeler kullanmıştır.
Çetinoğlu: İslamiyet’te yardımlaşma konusunda da yakın çevreye öncelik verilir…
Ecer: Evet! İslâm dininde zekâtların, fitrelerin ve hayırların dağıtımında, yardımlaşmalarda öncelikle yakın akrabalardan başlamak emredilir.
Çetinoğlu: Hakkında hüküm var mı?
Ecer: Var. Tevbe suresi 59 ve Nahl suresi 90. âyetler.  
Bir kişi öldüğü zaman mirası Afrika'daki kıvırcık saçlı Müslüman kardeşine verilmez. Nisa suresi 13. âyette mirasın yakın akrabalara dağıtılacağı emredilir.
Çetinoğlu: Hocam, çok teşekkür ederim. Röportajımızı, bir genel değerlendirmenizle bitirebilir miyiz?
Ecer: Özetlediğim bilgiler ışığında, artık bugün, ilmî (sosyolojik) anlamda, kendi milletinin yükselmesini, kalkınmasını, maddî ve manevî faziletler, yücelikler kazanmasını, milletinin mutluluğunu gaye edinen milliyetçiliğin İslâm dinine aykırı olduğunu söyleyenlere İslâm dinini tanımadığını hatırlatabiliriz. Ahmet Hamdi Akseki’nin belirttiği gibi;  ‘Millet mefhumu, toplulukta içten ve özden bir sevişmeyi, yardımlaşmayı ve dayanışmayı temsil eder... Mükellefiyeti (sorumluluğu) temsil eden din, millî tekâmülün de rûhudur... Din milletin temel taşlarından sayılmaktadır, dinsiz milliyet dâvâsı olmaz.’ Bu bakımdan millet ve milliyetçilik dine aykırı olmadığı gibi, din de millî duyguyu besleyen, geliştiren mukaddes bir kurumdur. Konuyu değerli sosyologumuz Prof. Dr. Ünver Günay’ın, Din ve Sosyal Bütünleşme isimli kitabından alıntıladığım bir cümlesiyle sonlandırmak istiyorum: ‘Din ile milliyeti birbirine zıtmış gibi göstermeye kalkışmak, dinin özünü ve sosyal fonksiyonları ile bunların dinamiğini bilmemekten ileri gelir.’


(1) Yrd. Doç. Dr. AHMET VEHBİ ECER

8 Ağustos 1934 tarihinde Niğde’nin Bor İlçesi’nde doğdu. İlk ve ortaokulu Bor’da okudu. Lise tahsilini Niğde7de tamamladı. 1959 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Vatanî görevini 1960-1961 yıllarında Levazım Teğmeni olarak Borçka’da yaptı.

1962 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde memuriyet hayatı başladı. 1963-1965 yıllarında Kayseri İmam-Hatip Lisesi’nde Meslek Dersleri öğretmenliği ve müdür yardımcılığı yaptı.    

1965-1966 yıllarında Ankara Radyo ile Eğitim Merkezi’nde yazar öğretmen, 1966-1970 yıllarında Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü İslâm Mezhepleri Tarihi öğretmeni ve müdür yardımcısı olarak görev yaptı. 1970-1971 yıllarında Bakanlıkça inceleme-araştırma yapmak üzere Bağdat’a gönderildi.  1976 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Tarihi Kürsüsü’nden doktora diploması aldı. 1982 yılında Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslâm Tarihi Öğretim Görevlisi olarak çalışmaya başladı. 1984 yılında Yrd. Doç. Dr. unvanını aldı. Fakülte’de;  İslâm Tarihi ve Medeniyeti anabilim dalı başkanı, Din Eğitimi ve Sosyal Bilimler bölüm başkanı oldu. 1993 yılında Araştırma yapmak üzere İngiltere'ye gönderildi. Burada ilmî toplantılara katıldı.

Birçok mahallî, genel ve hakemli dergilerde makaleleri yayınlandı. Halen, Kayseri’de elektronik olarak da yayınlanan Erciyes Gazetesi’nde ilmî konularda makaleleri yayınlanıyor. Ayrıca; Aylık dergilere makaleler yazmaktadır. Çeşitli yayınevleri tarafından basılmış 22 eseri bulunmaktadır.

 Ahmet Vehbi Ecer, İslâm Tarihi ve İslâm Mezhepleri Tarihi öğretim üyesi olarak çalışmakta iken yaş haddinden emekli olmuştur.

20’den fazla yayınlanmış eseri bulunan Yrd. Doç. Dr.Ahmet Vehbi Ecer;  yaptığı araştırma ve yayınları sebebiyle Kayseri Kültür ve Turizm Derneği yönetim kurulu tarafından ‘Kayseri ve Anadolu Kültürüne  Hizmet Ödülü’  almaya lâyık görülmüştür. 29 Mayıs 2012 tarihinde Kayseri Kocasinan Belediyesi  salonunda yapılan bir törenle plâket ve hediyeleri sunulmuştur.