Ekim sonu itibariyle Gürcistan’da Saakaşvili dönemi resmen sona erdi. Renkli devrimler sürecinde ülkenin başına geçerek iki dönem boyunca başkanlık yapan Saakaşvili’nin bu ülkedeki misyonu aslında daha önceden sona ermişti. 11 Eylül rüzgârı ile ABD Güney Kafkasya’yı ihmal etme lüksüne sahip değildi. Buna karşın bağımsızlıktan itibaren dengeli ve bağımsız politikalarla ülkesini Moskova’nın etki alanı olmaktan kurtararak Orta Asya’dan Doğu Avrupa’ya jeostratejik bakımdan son derece önemli Güney Kafkas Koridoru’nu oluşturan Şevardnadze, Washington için kâfi görülmüyordu. Saakaşvili bu şartlar altında yaşanan olaylar neticesinde ABD destekli kurtarıcı olarak ülkenin başına geçti. 2004’de Acaristan başkanı Abaşidze’nin Moskova’ya kaçması ile Kars Antlaşması’ndan beri özerk olan Acaristan’ın statüsü ile ilgili tartışmalar gündeme geldi.
2008 savaşı ile Rusya, Gürcistan’ı “Yakın Çevre”si kapsamında olduğunu ilan etti ve gereğini yaptı. Gürcistan’ın diğer iki özerk bölgesi Abhazya ve Güney Osetya, Rusya desteği ile bağımsızlıklarını ilân ettiklerinde ABD’den Tiflis yönetimine beklenen destek gelmedi. Dolayısıyla Saakaşvili dönemi aslında 2008’de bitti. 27 Ekim’de yapılan seçim sonucu Rusya’nın desteklediği Margvelaşvili Gürcistan’ın yeni başkanı oldu.
Ekim ayı önemli bir sene-i devriyeye sahiptir: Türkiye ile Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan arasında 13 Ekim 1921 Kars Antlaşması. Bu antlaşmadaki sınırlar 16 Mart 1921’de Türkiye ve SSCB arasında Moskova Antlaşması ile belirlenmişti. Ermenistan’ın bugün kabul etmek istemediği Türkiye ile sınırlarının hukuki temelini bu sözleşmelerin de dayandığı 1920 Gümrü Antlaşması oluşturur. Öte yandan bir ülkede yeni bir rejim kurulmakla veya sömürgeden bağımsızlığa geçilmekle komşuları aleyhine sınırlarını değiştirme hakkı ortaya çıkmaz. Kısaca ortada sınırlarla ilgili selef ülke tarafından imzalanmış, onaylanmış bir antlaşma varsa halef ülke bunu tek taraflı olarak yok sayamaz. Aynı durum diğer ülke lehine verilen geçiş hakları için de geçerlidir. Halef ülke tek taraflı olarak bu tür hakları yok sayamaz.
Batum bugünkü Acara/Acaristan bölgesinin merkezi olup 1564’de Osmanlı ülkesine katılmış, 93 Harbi ile Rusya’ya bırakılmıştır. I. Dünya Savaşı sonrasında Brest-Litowsk Antlaşması ile Türkiye’ye verildiği halde bir müddet İngiliz işgalinde kalmış, yeniden Türklerin eline geçmiştir. Acaristan’da hâkimiyetin sık sık el değiştiği bu süreç, ülkenin doğal yapısı, tarihi ve jeopolitik özellikleri ile aynı zamanda bir Türk yurdu olduğunu göstermektedir. Bu gerçekten dolayı Acaristan, Misak-ı Milli sınırları içindedir.
1920’de K.Karabekir Paşa kumandasında Türk ordusu ilerlerken Ermeni Taşnak hükümetinin talebiyle Gümrü Antlaşması imzalandı. 1921 şartlarında Moskova ve Kars antlaşmaları ile Acaristan SSCB’ye bırakıldığı halde bölge üzerinde mutlak egemenliğe Türkiye lehine istisnalar getirildi. “Kuvvet haktır” prensibinin geçerli olduğu bu dönemde Türk kuvvetlerinin kontrolünde olan bölge, Moskova ile diğer pazarlıklar neticesinde bir bakıma ortak kullanıma konu olmuştur. Sözkonusu antlaşmalarda Batum Limanı ile Gürcistan arazisinde Türkiye ve Türk vatandaşları lehine düzenlemeler Moskova’nın bir lütfu olmayıp, tarihi haklarla beraber o günkü kuvvetin karşılığıdır. Moskova Antlaşması ile Acaristan üzerinde SSCB’ye verilen haklar, Misak-ı Milli sınırlarının sözleşme ile ilk delinmesidir. Acaristan’ın Gürcistan’a/SSCB’ye bırakılması, cephede kazanıp masada kaybetmemizin ilginç örneklerindendir. Buna karşı Rusya’nın kurtuluş savaşı için gönderdiği altınlar Türkistan’dan Anadolu için gönderilenlerin onda biridir. Bununla beraber bugün tartışmamız gereken bu sözleşmelerle alınmış olan hakları yok sayma vebalidir.
1927’de SSCB ile imzalanan Ticaret ve Seyrisefain Antlaşması da Batum Limanı’nın Türkiye tarafından kullanılması konusundaki ayrıcalıkları teyit etmiştir. Buna karşın Türkiye, Acaristan’daki bu nev’i ahdi haklarını kullanma ihtiyacı pek duymamıştır. Bugüne kadar böyle bir ihtiyacın olmaması bundan sonra da olmayacağı anlamına gelmemelidir. Esasen dost ve komşu ülke olarak birçok alanda işbirliğimiz olan Gürcistan’a ait bir limanı ihtiyaç halinde uygun şartlarla kullanmamız aynı zamanda uluslararası hukuktan doğan bir haktır. Böyle bir hakkı hiçbir devlet başkanı veya yetkilisi o günkü heyecanıyla karşı tarafa hediye edemez. Sözleşme ile dolayısıyla TBMM’nin onayı ile elde edilen hak ancak yine meclisin onayladığı bir sözleşme ile değiştirilir, yürürlükten kalkar.
Sultan II. Abdülhamid, Mısır fiilen İngiliz kontrolüne girdiği halde yıllarca buradaki sembolik haklarını tartışma konusu yapmıştır. Osmanlı arşivinde bu konuda yığınla evrak bulunmaktadır. Osmanlı’nın Mısır üzerindeki haklarının sembolik olmasına karşın niçin bu kadar konuyu canlı tuttuğunu sorulduğunda, Sultan, eğer bunlara sahip çıkmazsak emperyalist batı bir kademe sonrasındaki taleplerini gündeme getirecektir şeklinde cevap vermiştir. Büyük devlet, komşularıyla dostluk ve barış ilişkileri içinde olduğu gibi her türlü hakkını sonuna kadar savunabilendir. Bu politika, komşularıyla olduğu gibi kendi halkıyla ve tarihiyle barışık olmanın da gereğidir. Mesela Ege’de 12 ada veya karasuları yahut FIR hattı gibi emperyalist stratejileri karşı “verelim kurtulalım” politikasının sonu yoktur.
Gürcistan’da yönetimde kim olursa olsun, Türkiye’ye ihtiyacı, Türkiye’nin kendisine ihtiyacından çok daha fazla olacaktır. Gürcistan’daki halkların temel insan hakları ile birlikte ikili sözleşmelerden doğan hakları yok sayan yönetim tarihi vebal altına girer.