Televizyonda iftardan hemen sonra başlayan bir yarışma programını görünce 2009 yılında yazdığım makalemi hatırladım.
Gösteri çağı; ideolojinin yerine kozmetiğin geçtiği, hakikatin imaja yenik düştüğü, her şeyin ‘eğlenceli’ bir biçimde sunularak içeriksizleştiği, müthiş bir enformasyon bombardımanının insanları parçalara ayırarak tepkisizleştirdiği, hafızanın kaybolduğu, algılamanın ve muhakeme yeteneğinin azaldığı bir dönemdir" der Neil Postman (tv öldüren eğlence)
İnsanların hayallerine seslenen bu olağanüstü etki nedir? Dünyaya egemen olan güçlerin oluşturduğu, hızlı gelişip hızlı tüketilen adına da popüler kültür denen çağın gerisinde bizi bekleyen ne?
Zaman her şey ileri sarıyor. Her şey sadece kendi zamanına göre değişmede. Samanyolu’nda bir mercimek tanesinde seyahat ediyoruz ama kişiliklerin yozlaştığı, zihinlerin çamura bulandığı bir zamandayız. 
Çağdaş uygarlık seviyesini popüler kültür kirliliği ile karıştıran bir toplum olduğumuz ortada. Markaların, lüksün peşinde koşanların, insan varlığını kişiliği ile değil yalnızca dışı ile algılayanların ve yoksul ile varsıl herkesin tuzu var bu oluşumda. 
Önce yapıp sonra yargılama çılgınlığı oynanan perdede. Bu büyük çelişkinin keyfine kapılmış görmüyor, göremiyoruz. Birileri gösterirken; duruşları, bakışları çok şey anlatıyor ama dikkate alınmıyor. Ne zaman huzurlara sorun olarak çıktıklarında kurtulmak için yoruluyor kafalar. Onları sorun haline getiren yine aynı sistem değilmiş gibi.
Kitle kültürünün şekillenmesinde en büyük rolü sistemler oynar. Toplumda her bireyin yaşadığı zorluk sistemin sonucudur. İnsancıl değerlerden yoksun, tamamen ticari amaç güden gösteri çağı, dayatan bir sistemdir.   
Bütün siyasi sistemlerin ortak yanı azlığın çokluğu yönetmesidir. Bunu uygularken de asaletli ve adaletli olmasını bilmelidir.
"Bir memleketin, bir memleket halkının düşmandan zarar görmesi acıdır. Fakat kendi ırkından büyük tanıdığı insanlardan vefasızlık, felaket görmesi daha acıdır."
M.K.Atatürk