Her şey enerjidir; enerjiden başka bir şey yoktur, madde de saf enerjidir, biz insanlar da sadece enerjiden oluşuruz. Düşünceler, duygular, heyecanlar, olaylar ve durumlar da enerjinin değişik biçimleridir.  Madde nelerden oluşur? Çok minik, atom denen parçacıklardan. Eşyalar, birbirinden, sadece hangi atomlardan oluştuklarıyla ve bunların nasıl sıralandığıyla ayrılırlar. Bu Dünya’daki bütün maddeler, sadece bu atomlardan oluşur. Atomlar, atomlarla birleşerek, büyük bileşenler oluşturur veya tekrar ayrılırlar.
Atomlar, daha küçük basit taneciklere ayrıştırılabilir; bunların en önemlileri protonlar, nötronlar ve elektronlardır. Bunu basite indirgeyerek şöyle hayal edebiliriz: Atom çekirdeğini oluşturan protonlarla nötronlar ile bunların etrafında daireler çizen elektronlar arasında çok boş yer vardır. Hayal etmesi zor ama gerçek: bir atomun çekirdeği, bir bezelye büyüklüğünde olsaydı, elektronların kılıfı yüz yetmiş metre uzakta olurdu. Yani bizim “gördüğümüz” şeylerin çoğu, sadece boşluktur. Buna rağmen, bunu madde sayarız. Ancak sadece biz, bunun böyle olduğunu varsayarız, gerçekte ise böyle değildir: Hiçbir şey gördüğümüz gibi değildir.
Biz sadece çeşitli titreşimleri algılar, bu bilgileri beynimizde işleyerek, sabit bir tasarıma dönüştürürüz. Biz bunu “çeviririz”. Neredeyse tüm insanlar, çok benzer biçimde çevirdiklerinden (en azından biz bunu böyle kabul etmekteyiz), cisimleri de benzer bir biçimde “görüyor” ve “hissediyoruz”. 
Mesela renkler, hiç bizim algıladığımız biçimde değildir. Titreşimler gözümüze ulaşır, orada elektrik tetiklemeye dönüşür ve beynimiz bizim “gördüğümüzü” üretir. Hatta değişik renk frekansları, bazı duygular oluşturabilir ve içimizde bazı dalgalanmaların olmasına neden olur. Bu yüzden maddenin, her zaman aynı ısıya sahip olmasına rağmen, biz bazı renkleri soğuk veya sıcak diye adlandırırız.
Gözlerimizle, mevcut ışık yelpazesinin sadece yüzde sekizini görebiliriz. Gerçeği anlayamayız. Yani gerçeğin yüzde 92’si bizim gözlerimizden kaçmaktadır. Ve diğer duyu organlarımızda, durum daha da kötüdür. Bu yüzde 92′nin mevcudiyetini bilmemize rağmen, bu hiç yokmuş gibi davranırız. Bunu da sadece, idrak edemediğimizden yaparız ve idrakımıza, gerçeğin aslından daha çok güveniriz. Yani bizim idrakımız, gerçeği algılamamız, o kadar da gerçek değildir.