Allaha iman, binlerce güzellikleri beraberinde taşır. Allaha inanç, sayılamıyacak kadar çok faydalar sağlar insana. Çünkü iman, İlâhî nizamı kabul ediştir. İlâhî nizam ise maddî-manevî hayatın yol haritasıdır.

     Nerde ne olduğunu gösterir. Nerde nasıl hareket edileceğinden haber verir. Nerde ne zaman olunması gerektiğini söyler. Bu ise, insana rahatlık sağlar. Meçhul ve bilinmezlerden âzâde kılar. Geçmişi aydınlatır. Günü açıklar. Yarına ışık tutar. Belirsizlikleri yok eder. Hedefi tesbit eder. Her yöne doğru, insanı hat sahibi kılar.

     İman, insanın kendisini emniyete alışıdır. İman, insanın kendisini Allahın emn ü emanına bırakışıdır. İman, insanın kendisini Allaha teslim edişidir. Selâmeti O’nun gösterdiği çerçeve içinde kalmakta bilmesidir. Zaten İslâm teslim oluştur. Selâmete talip oluştur. İman, insanın kendisini emniyet ve selâmet ortamına sokmasıdır.

     İnsanın Allaha iman etmesi, O’nu Rab bilmesi, içtenlikle vücudunu mûcidine / icat edenine -her bakımdan- feda etmesi; Allah katında makbul karşılanmasına vesîle olur. Taltîfi istenir. Hoşnut kılınır. Derece derece manevî yükselişe mazhar olur.

     Böylece insan, îman nûru ile en yüksek derecelere çıkar. İnsan, inanç ışığı ile en büyük mevkîler elde eder. İnsan, iman ile “Cennete lâyık bir kıymet alır.” Demek ki insan, cennet için dünyaya gönderilmiştir. Cennete ehil olacak bir duruma gelmesi için dünyadadır.

     Demek ki insandan, cenneti hak edecek çalışmayı yapması istenmektedir. Demek ki dünya, insan için hazırlık sınıfıdır. Asıl terakkî ve ilerleme olanağını cennette bulacaktır. O yükselişin temelini ise, dünyada atması istenmektedir insandan.

     Daha doğrusu insan olan insandan. Sureta değil sîreta insan olan insandan. Şekliyle değil manasıyla insan olan insandan. Çünkü cennetin yatırımı dünyada ve dünyadan yapılmakta. Hakka kulluk, halka hizmetten geçmekte. Cennetin binası, dünyayı bayındır etmekle mümkün olmakta. Cennetin ihyası dünyayı imar etmekten, gönüller yapmaktan, fakat dünyaya kalben bağlanmazlıktan geçmektedir.

     Kısaca dünyayı kesben değil, kalben terk etmekten geçmektedir. Yani dünyada, dünya için çalışacağız. Fakat kalbimizi dünyaya bağlamayacağız. Yani dünyayı da din için sevenlerden olacağız.

     Tıpkı okulu, okul için değil; okul sonrası hayatı kazandırdığı için sevmemiz lâzım geldiği gibi.

     Tıpkı dünyayı da, dünya sonrası, ebedî, bitimsiz âhiret hayatını temin ettiği için sevmemiz gerektiği gibi.

     Mevlana: “Benim bu dünya zindanında işim ne? Niçin atılmışım bu zindana? Niçin konulmuşum bu kodese? Kimin malını çalmışım ben?” anlamında sorar. Cevabını da kendisi verir:

     “Demek ki ben insanları irşat için görevlendirilmişim. Onlara doğruları ve doğru yolu göstermek için gönderilmişim dünyaya.” manasında der ve sakinleşir. Yine şu anlamda der ki koca Mevlana:

     “Ben kötülerle de oturup kalkarım, iyilerle de.”

     Böylece kötüleri ihmal etmemeyi bize öğütler. Bunun yolunun da, onlar gibi olmadan; onlarla güzel ilişkiler kurmaktan geçtiğini belirtir.

     Nitekim koca Mehmet Âkif de bu uğurda şu temenni ve istekde bulunur:

     “Ya Rabbi! Müslümanlara merhamet eyle. Kâfirlere / inanç yoksunlarına daha çok merhamet eyle.”

     Çünkü onların doğru yola gelmeye daha çok ihtiyaçları var. Bu hususta ise Allahın hidayeti zorunlu görülmektedir. Zira hidayet Allahtandır. Fakat istemek şartıyla, bunu Hakk’tan.

     İnsan iman ile “Cennete lâyık bir kıymet alır.” demiştik. Devlet suçluları niçin hapse atar? Akılları başlarına gelsin diye değil mi? Orada pişman olsunlar. Nedamet duysunlar. Çıktıklarında, iyi birer vatandaş olsunlar diye değil mi? Hapiste ıslahı nefs etsinler, hapis sonrası hayatları güzel ve verimli geçsin diye değil mi?