Bir önceki yazımı okuyanlar hatırlayacaktır. O yazımda 2 yaşındaki Sıla bebeğin cinsel istismara maruz kalınmasını ve 8 yaşında katledilen Narin kızımızla ilgili düşüncelerimi sizlere aktarmaya çalışmıştım.
Hatta konuyu kadın cinayetlerine kadar birleştirmiş ve bu konuda duyduğum endişeyi belirtirken aynı zamanda da gerekirse idam cezasının tekrar devreye sokulması gerektiğinin üstünü de çizmiştim.
Evet gerçekten çok duyarsız bir toplum olduk.
Birçok şeye sadece seyirci kalmaktan öteye gidemiyoruz.
Yurdumuzda hemen hemen neredeyse her gün bir çocuğumuz zarar görürken Gazze’de, Ukrayna’da her gün onlarca çocuk şehit oluyor, katlediliyor.
Konulan yayın yasakları, RTÜK kuralları yüzünden olayın vahametini sadece sosyal medyaya düşen paylaşımlarda görebiliyoruz.
Ama aslında yayın yasağı televizyonlara, basına değil yüreklere gelmiş.
Vicdan ve merhamet istasyonları kapatılmış ve gerçekten komple kapanmış. Artık kalplerimiz o kadar taşlaşmış ki o kalplere taş demek bana taşa yapılmış bir hakaret gibi geliyor!
Yaradan bunların olacağını bilerek bizleri Bakara Suresi 74.ayeti “Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; artık kalpleriniz taş gibi, hatta daha da katıdır. Taşın öylesi var ki ondan ırmaklar kaynar; öylesi de var ki çatlayıp bağrından su fışkırır; bazı taşlar da var ki Allah korkusuyla yuvarlanıp düşer. Allah, yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir.” ile uyarmıştır uyarmasına ama.
İşte ama’sı var.
Bugün Gazze’de her gün onlarca çocuk hatta bebe şehit oluyor.
Dünyanın bir diğer ucu Ukrayna’da yine hemen hemen her gün bir çocuk ölüyor.
Bizler bu ölümlere sadece seyirci kalıyoruz.
Yapabileceğimiz çok şey olmasına rağmen seyirci kalmak aslında acizliğimizin bir nevi tescillenmesi.
O çocukları korumak bizlerin görevi değil mi?
Kaç kişi sokaklarda, meydanlarda Gazze’yi konuşuyor artık, kaç kişi Ukrayna da ki savaşı konuşuyor. Bir çocuk ağlamasıyla yerimden sıçrar oldum. Acaba bu çocuğa ne oldu neden ağlıyor diye düşünmeden edemez oldum. Gecenin bir yarısı uykumdan sıçrıyorum artık
Bu ülke 6 Şubat depremi yaşadı.
Depremin üzerinden neredeyse 1,5 yılı biraz aşkın bir süre geçti.
Ama dönüp baktığımızda o kadar yapılan yardımlara rağmen bana göre enkaz altında can’larımız değil merhamet ve vicdan ekseninde insanlığımız ve merhametimiz kaldı. Depremden birkaç gün sonra duyulmaya başlayan o kötü koku aslında insanlığımızın kokuşmuşluğu idi.
Artık uyanalım!
Yaşayabileceğimiz başka bir dünya da yok ki, dünyamızdan vazgeçelim.
Çocukların, masumların katledilmeyeceği bir dünyayı bizler inşa edebiliriz.
Sadece istememiz ve bunun devamında da elimizi taşın altına koymamız yeterde artar bile
İyi bir dünya sineması takipçisi olarak dünya sinemasında bana göre bir klasik olan “Yeşil Yol” filminden bir alıntıyla yazıma son vermek istiyorum
“Yoruldum patron!!
İnsanların insanlara saldırmasından, çocukların ömrünün kelebekten az olmasından, Adaletin olmadığı bu dünyadan yoruldum.
Çocukların öldürülmediği bir dünyayı inşa edenlerle uyandığımız bir gün olması dileğiyle haftaya görüşmek üzere sevgilerimle.