Aylardan beri hemen hiçbir Siyasi zirve yoktur ki Suriye sorunu baş gündem maddesi olmasın. En son G 20 zirvesinde de konu gündeme geldi, havanda su dövüldü. İmzalanan belgelerin hurda kağıttan öteye bir kıymeti yok. Bölgesel ve küresel faaliyetlerin gündeminde yer alan Suriye’nin geleceği ile ilgili ihtimaller bu soruna müdahil aktörlerin sayısıyla mütenasiptir. Bu yüzden Suriye’nin muhtemel fotoğraflarının sayısı oldukça fazladır.
Şam’da mevcut yönetim yıkılırsa durum daha karmaşık olmaz mı sorusuna karşılık Sayın Başbakanımız her halükarda Esed’in gitmesinin hayırlı olacağı cevabını verdi. Halbuki beklenen ABD müdahalenin hedefinin Esed ve rejimini ortadan kaldırmak olmadığı kesindir. Washington’un ille de Esedli bir Suriye istemesinin öncelikle İsrail boyutu vardır. Eğer Kongre’den karar çıkarsa ABD müdahalesinin tek hedefi “Esed’i tokatlamak” tır. Böylece kimyasal silah kullanmasından dolayı cezalandırılmış, dünya kamuoyunun gazı alınmış olacaktır. Bu durumda Suriye politikasının temeline “Esedsiz Suriye”yi yerleştirmek boşa kürek çekmenin ötesinde kayıplara kapı açmak demektir.
Obama’nın Suriye’ye müdahale konusunu Kongre’ye götürmesi topu taca atmaktır. ABD başkanlarının böyle bir durumda müdahale yetkisi olup Obama daha önce kimyasal gaz kullanımının kırmızı çizgisi olduğunu belirtmesine rağmen iş başa düşünce bunun çok boyutluluğunu hesaba katmıştır. ABD postalının Suriye topraklarına basmayacağı bir müdahaleyi dahi tek başına göze almamasının birçok haklı sebebi bulunmaktadır. Cumhuriyetçilerin şahin kanadının desteği ile bu müdahaleye iznin çıkma ihtimali bulunsa da çıkmama ihtimali için de oldukça fazla sebep var. Bu takdirde Şam’da daha güçlü bir Esed ortaya çıkacaktır. İç ve dış kamuoyu gazını almak için muhaliflere daha fazla silah ve yardım gönderilmesi ise Esed’e daha fazla Lübnan ve İran’dan savaşçı gelmesi ile dengelenecektir. Muhtemelen bir yıl sonra ölü sayısı 200.000’e dayanacaktır.
Esedsiz Suriye’nin iyi olacağı zannına karşın yakın tarihten ibret almak babında Saddamsız Irak’a huzur gelmediğini hatırlayalım. Bush’un son Irak ziyaretinde gazeteciden gelen postalın sebebi bu idi. Yıllardır Irak’ta nerdeyse her gün onlarca kişi ölmekte olup Bağdat’ın viraneleri gün be gün artmış, yaşayanların büyük kısmı ya sakat kalmış ya da sevdiklerini bomba enkazlarında kaybetmiş, milyonlarca kadın ve çocuk iğrenç pazarlara düşmüştür. Bir insanın dahi hayatı azizdir, muhteremdir. Ancak Saddam’ın ömrü boyunca katlettiği kadar insanın bugün birkaç ayda ölmesi de anlamlıdır.
Irak gibi Suriye de bugün harabeye dönmüş olup, bir şekilde hayatını kaybedenler adeta şanslı sayılmaktadır. Bu çaresizlik bu tükenmişlik, olup bitenleri sessizce izler görünen İsrail açısından büyük imkânlar sunmaktadır. Golan tepelerindeki işgal tarih sayfalarında unutulmuştur. Öte yandan yeni yerleşim yerleri sessizce artmakta, Gazze şeridindeki abluka ile zaman zaman füzelerle meydana gelen katliamlar Suriye gölgesinde silik kalmaktadır. Belirtmek gerekir ki İsrail’in sınır komşuları Suriye ve Mısır ile Irak gibi ülkelerde ABD politikası Yahudi lobisinin arzusu istikametinde olmaya mecburdur. Parçalanmış bir Irak veya Suriye yahut kaynayan bir Mısır İsrail açısından büyük çıkış yoludur.
Yüz bin ölüye, şehirlerin virane hale gelmesine, sembolik kırmızı çizgi olarak kimyasal gazın kullanılmasına rağmen ABD Esedli bir Suriye’de ısrar etmektedir. Türkiye buna karşı yeni strateji oluşturmakta geç kalmıştır. Belki de bu konuda oyuna gelmiştir. Bundan bir veya iki yıl önce gerek Şam’dan gerek Rusya’dan gelen çağrılarla Türkiye’nin içinde bulunduğu bir barış ve uzlaşma zemini Suriye’nin bugün içinde bulunduğu felaketlerin yaşanmamasının teminatı olabilirdi.
Esed’in daha fazla katliam yapmasını önleme yolunda başka çıkış yolu gözükmemektedir. Reel politik, bu noktada daha fazla insanın ölmesini önlemek, bir adım sonrasında Suriye’nin parçalanmasını engellemek, Türkiye’nin güneyinin daha fazla istikrarsızlaşmasına mani olmak demektir. 2.5 yıldır yapıldığı gibi “ne olursa olsun Esed gitsin” ise isterse bir milyon kişi ölsün, isterse Türkiye’deki mülteci sayısı dört katına çıksın demektir. Muhaliflere silah ve mühimmatın Türkiye üzerinden sağlandığı, sınır vilayetlerinin çarpışan gruplara karargâh haline geldiği iddiaları bir yana ülkemizin 30 yıldır yaşadığı teröre karşı barış sürecinin bu hatalı stratejiye kurban gitme ihtimali de zayıf değildir.
10 yıl sonra güney sınırımız boyunca İsrail desteğinde terörist yuvası bir özerk bölge ile Nusayrilerle Sünnilerin her gün yüzlerce kayıp verdiği Suriye görmek istemiyorsak bugün her seçeneği kabullenerek ateşkes masasının kurulmasına öncülük etmeliyiz. Türkiye’nin bu uğurda yapacağı 180 derecelik politika değişikliği bölge ile ilgili bütün dengeleri altüst edecek, ölmekten ve öldürülmekten bitap düşmüş taraflara kurtarıcı olarak yetişecektir. Eğer bir insanın dahi ölmesini engelleyecekse buna niçin başvurulmaz? Eli kanlı bir diktatörün elini sıkarsanız daha sonra ellerinizi sabunlarsınız. Fakat yanlış politikalarla her gün ölen yüzlerce insandan biri bile gelmez!