İlginç bir dönemdeyiz. Politikadan ekonomiye, sosyal bilimlerden kültüre dek yaşam içinde önceden tanımlanmış bütün alanlarda, mevcut değer yargılarının altüst olduğu, bilgi nesnesini incelemeye yarayan yöntem ve araçların ihtiyacı karşılamadığı, dahası bilgi nesnesinin kendisinin varlığının kuşkuyla karşılanması gerektiği söyleniyor, yazılıyor. 

Bu tartışmayı başlatan çevreler geleneksel argümanların çöktüğü, yıkıldığı, alaşağı edildiği iddiasını sonuçlandırmak üzere, bütün bu alanlardaki sözde değişimi, -aslında tartışma öncesinde geliştirilmiş- neo ve post öneki taşıyan kavramlarla tanımlıyorlar. Postendüstriyel, postfordist, neoliberal, postmodern gibi sözcükler, dönemimizi açıklayan kavramlar olarak kullanılıyor. 

Bu kavramlar ve kavramlara yüklenen anlamlar, postmodernizmin bir aydınlanma mirası olan tutarlılığa yönelttiği eleştiriye rağmen, gerçekte bir politik sistemin, hiçbir alanı ihmal etmeyen yeniden yapılandırma projesinin birbiriyle bağıntılı ve tutarlı öğeleri olarak tablodaki yerlerini işgal ediyorlar. Kuşkusuz bu yeniden adlandırma ve anlamlandırma çabası ilk önce kültürel alanda başlamıştı. Doğal olarak, kavramlarının yeniden kuruluşu bakımından en çok mesafenin katedildiği alan da kültürel alan oldu. 

Önceleri çetrefil metinlerle uğraşmayı seven entelektüellerin ilgi alanına giren sanatta postmodernizm tartışmasının dar bir platformda ve fantezi düzeyinde kalmaktan çıkıp önemli ölçüde popüler alanlara sızarak, halkın doğrudan temas ettiği kültürel etkinlik ve ürünlerin perspektiflerini belirleyerek 'halklaşma'ya başlaması, bu kurgunun düşünsel bakımdan tahribat yaratıcı etkisinin giderek artmasına neden oluyor. 

Postmodernizm, kültür ve sanat açısından tahrip edici etkisini, 'kuram'ın, geleneksel ve eskimiş ilan ettiği sanat anlayışına yönelttiği ve birçok koldan oluşturduğu eleştirileri, zaten var olan belli bir hoşnutsuzluk üzerinden doğru sorular sorarak geliştirmekle kazanıyor. Problem, eleştirinin kendisinden ziyade sorulmuş sorulara verilen yanıtlarda. 

Postmodern kuramcıların, bir yeniden üretim süreci olan kültüre; yeniden üretimin bir diğer alanı olan tüketim sürecinde insanın da nesneleştirildiği (Baudrillard), sanat eseri karşısında öznenin anlamlandırma yeteneğinin önemli olduğu (Derrida) gibi itirazlarla yaklaşması bu teorinin reddedilemez haklılık gerekçelerini oluşturuyor, ama nesnenin, öznenin, ve gerçekliğin kendisiyle, gerçekliğin algılanma biçiminin sınıf dışı bir platformdan öneriliyor oluşu bu kalkış noktasından açılan yolu yeni (neo) idealizme bağlıyor.