Eski Türk toplumlarında kadının konumu hakkında yapılan araştırmalara göre özellikle atlı-göçebe kültürün etkili olduğu Türkler’de kadın erkekle hem yönetim hem hukuk açısından eşit statüde yer almıştır.  Kadının Türk Destanları’ndaki görünüşü eski Türk topluluklarındaki üstün ve muhterem mevkiinin tamamıyla ayındır. Eski Türk cemiyetinde kadın bazen Türk aile hayatının reisi, Türk erkeğinin vefalı, sadık arkadaşı ve bütün bunların üstünde kıymetli Türk çocuğunun annesi idi. Yaradılışının en tabiî bir icabı olmasına rağmen bu “annelik vazifesi”, Türkler arasında kadını çok mukaddes bir mevkie çıkarmıştır. Türk Destanları onu mutlaka bir kutsal varlık adeta bir  “Dişi Tanrıça” gibi anmışlardır.

Yaradılış Destanı’nın en öndeki kahramanı olan Akana kadındı. Oğuz’un annesi Ay Kağan, öyle ışıklı bir varlıktı. Oğuz’un ilk karısı karanlıklar içinde gökten yere düşen mavi ve mukaddes bir ışıktan doğmuştu ve başında Kutup Yıldızı gibi parlayan bir ben vardı. İkinci karısı bir ağaç kovuğunda yaratılmıştı. Bu kutsal kadınların güzellikleri Oğuz Destanı’nda en sıcak ve en parlak sözlerle anılıyordu. Bunlar Oğuz’a altı erkek çocuk doğurmuşlar; Oğuz soyundan ve Tanrı-Işık kadından türeyen yeni ve mukaddes bir Türk soyunun çoğalmasına sebep olmuşlardı. Oğuz Kağan, kendi toplumunu, daha doğrusu avcı bir toplumun yaşam alanını tehdit eden, yani ormanı ve av hayvanlarını kontrol eden gergedanı (günümüz bilgisiyle, sırtı büyük dikenli ve ağzından insanı yakacak kadar nefesi sıcak olan Dinazor benzeri yaratık) öldürdükten sonra, Gök Tanrısı’nın ve Yer Tanrısı’nın sunduğu kadınlarla evlenir. Oğuz Kağan’ın soyu böylelikle kutsallaştırılmış hatta Tanrısallaştırılmıştır. Bunu sağlayan ise Tanrı’nın Oğuz Kağan’a bir ödül olarak sunduğu kadınlardır. Bu destanla bağlantılı olarak kadının, soyun devamlılığı için üreme aracı şeklinde görüldüğü de belirtilebilir. Zira Oğuz Kağan, bu kadınları görür ve istediğini alır.

Bu kadındanların birincisinden doğan çocuklara; Günhan, Ayhan, Yıldızhan. Diğerinden doğan çocuklara da; Gökhan, Dağhan ve Denizhan adları verilir. Bu adlar gökle bağlantılı kutsal varlıklardır. Böylelikle destan, o soyun Gök Tanrısı’yla ve gökteki kutsal varlıklarla yüceltilmiş efsane halini alır. 

Göktürkler, tek başına dirilten Türk Şadı(Prens)’nın annesi, dişi bir kurt, idi. Bu Şad ile evlenerek Göktürk soyunu ihya eden kadınlardan biri Yaz Tanrısı’nın, öteki Kış Tanrısı’nın mukaddes kızlarıydı. Bir başka rivayet, düşmanlar tarafından eli ayağı kesilerek bir bataklığa atılan tek ve son Türk gencine dişi bir bozkurdun baktığını ve yeni Türk soylarının bu ikisinin evliliğinden türediğini haber veriyordu. Uygurlar’da ise, bir erkek kurtla evlenerek yeni ve mukaddes iki şad doğuran kadın, kutsal bir kadındı. Nihayet Mani dinini kabul eden Bögü’nün rüyasına girerek ona ilham ve fikir veren rüya meleği de böyle bir “nur ve ışık bâkiresi” idi.

İşte bütün bunlar ve bunların İslâm sonrası Türk Destanları’nda yer alan birçok izleri bize eski Türkler’de ve Türk Destanları’nda kadının; “Nur’dan, “Tanrı’dan, Ağaçtan ve Bozkurt’tan” ayrılmayan sanki kutsal bir varlık değerinde kabul edildiğini görürüz. Ayrıca çocuk annesi olduğu kadar yaratıcılık, sanat ve tefekkür için de bir “İlham kaynağı” olduğunu açıkça göstermektedir. Kadının ne kadar değerli olduğunu kısaca geçmişteki örnekle anlatmaya çalıştık. 

Kısacası; bugünden sonra, tarihten ibretler alarak eskiden olduğu gibi, kadını başımızın tacı, gönlümüzün nuru yapmaktan geç kalmayalım, kıymetini bilelim diyorum!