Dilimiz, Edebiyatımız ve Geleceği…

Oğuz Çetinoğlu: Ediplerimiz, muharrirlerimiz, müelliflerimiz, Türkçe için ‘muhteşem’ sıfatını kullanırlardı. Dilimize bu ihtişamı kazandıran özellikler nelerdir?

Av. İsmail Özmel:  Türkçeyi yıllarca konuşup yazmış olanlar bile, sekiz ünlüye sahip Türk dilinin bir musiki dili olduğunun farkında değildir. Türkçe,  dünyanın en çok konuşanı olan diller arasında beşinci, en geniş sahada konuşulan diller arasında üçüncü dildir. Türkçe, târih boyunca birçok devletin resmî dili olmuştur.

Bazı yabancı dillerde, bizim alfabemizdeki bir harfin sesini yakalamak için iki, üç bazen dört ünsüzün yan yana dizildiğini biliyoruz. Bunun yanında, bazı dillerde, harf demetlerinin başta, ortada, sondaki konumu ile okunuşlarının değiştiği dikkatli okurların gözlediği bir durumdur. Fransızcada ‘tion’la biten bütün kelimeler siyon diye okunur. İngilizcesi ‘şınıl’ diye okunur.  Bunlar hafızaya yük olan ayrıntılar. Türkçenin böyle bir zorluğu yoktur, nasıl yazılmışsa öyle okunur, nasıl söylenmişse öyle yazılır. İdeal bir dildir Türkçe. Dilbilgisi Kuralları yönünden Türkçenin; sanki dünya dilcilerinin toplanarak geliştirdikleri bir dil gibi; dilbilgisi kurallarının matematik bilgisine bir uyum gösterdiği ve istisnalarının çok az olduğunu da bilinmektedir. 

Çetinoğlu: Öğrenmek bakımından….

Av. Özmel: Dünyanın en kolay öğrenilecek dillerinden birisinin Türkçe olduğunu biliyor muyuz?  Okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunan Türkçe bilgisayar çağının da aradığı dillerden birisi olduğunu çocuklarımıza ne kadar öğretebildik? Bilgisayarda, daktiloda en hızlı yazma yarışmalarını hep Türkçeyi iyi bilenlerin kazandığını da duyuramadık. 

Türk grameri konusunda çok ilginç tespitler vardır. Bir örnek vermek gerekirse: “Türkçenin sağlamlığı, mantığı ve düzeni konusunda Alman oryantalist Maks Müller şunları söylemektedir: “Türkçeyi söyleyip yazmak hususunda en ufak bir arzu beslemiş olan kimse için bile bir Türk grameri okumak hakiki bir zevktir. Gramer şekillerini meydana getiren hünerli tarz, bütün yapım ve çekim (declinasion, conjugasiyon) sistemlerine hâkim olan kıyasîlik hâli lisanda tecelli eden beşer zekâsının bu harika kudretini duyanları hayrete düşürmekten geri kalamaz. İnsanın ancak iptidâî ihtiyaçlarını anlatmaya yetecek kadar az miktarda köklerle duygu ve düşüncenin en ince menevişlerini anlatabilen bir ifâde âleti yapmak; mânâsı belli belirsiz bir mastarla sert bir emir maddesinden ‘vücûbi ve inşai’ gibi sigalar, ‘muzari ve müstakbel’ gibi zamanlar çıkarmak; birbirine uymaz ses parçalarından her tarafı derli toplu, kaideli ve tamamıyla ahenkli bir fonetik sistemi yaratmak. İşte insan zekâsının dilde işleyip meydana koyduğu eser budur.

“Dillerin birçoğunda bu iptidâî yaratılış çığırından artık iz kalmamıştır. Hâlbuki bunun aksine olarak Türkçenin gramerinde tamamıyla saf bir dil yapısı görüyoruz. Bu öyle bir gramerdir ki bir billur kovan içinde bal peteklerinin oluşunu nasıl seyredebilirsek onda da düşüncenin oluşunu öyle seyredebiliyoruz. İnsan bu dilin yüce bir bilim akademisi müzakerelerinden çıkmış olduğu zannına düşebilir. Fakat Türkistan bozkırları arasında kendi başına kalmış beşer zekâsının sadece kendi yaratılışından ayrılmaz kanunlar delaletiyle yarattığını hiçbir âlimler cemiyetinin yaratmasına imkân yoktu.”

(Hazırlayan Prof. Dr. Günay Karaağaç. V. Lefke Edebiyat Buluşması. Türkçenin Dünya Dillerine Etkisi. Ankara 2004, s:176)

Çetinoğlu: Türkçenin özellikleri hakkında neler söylemek istersiniz?

Av. Özmel: Türkçe târih içinde, nesir olarak yazılı eserlerden daha çok şiir âbidelerine sahip olmuştur. Gerçi Göktürk âbideleri gibi taşa kazınmış ölümsüz anıtlar yanında, şifâhî edebiyat olarak destanları, masalları, menkıbeleri ve buna benzer anlatıları ve el yazmalı eserleri unutmamak gerekir. 

Türkçenin 11. Yüzyıl şâhidi ve önemli sözlüğü olarak Divanü Lütgati’t Türk’ü görüyoruz. İlk dil bilginimiz Kaşgarlı Mahmut eserini, uzun bir saha çalışmasından sonra, 1068 yılında yazdı. On bine yakın kelimesi tespit edilen Türkçenin bu bilinen en eski sözlüğü,  bin yıldır ülkeyi ve Türkçeyi yaşatan bir radyum gibi, ufkumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Aynı dönemde Latince-İngilizçe bir sözlükte sadece 3000 kelime olduğunu da belirtmeliyim.  Yusuf Has Hacip’in Kudatgu Biliğ adlı eseri de, mutluluk veren bilgi, o da nesir ve nazım tarzında yazılmış eski ve köklü eserlerimizden birisidir.

Şiir silsilesinin şâhikalarından bir zirveyi 13. Yüzyılda Yunus Emre’nin şekillendirdiğini görüyoruz.

Sen sana ne sanırsan ayrığa da onu san

Dört kitabın manisi budur eğer var ise.

(Kendin için ne istiyorsan başkası için de aynı şeyi iste. Kendin için istemediğini başkası için de isteme.) 

Bugün empati dediğimiz bu ince ve âdil duyguyu veciz bir şiir dili ile; yedi yüz yıl önce söylendiği düşünülürse; adalet konusunda,  ne kadar eski ve zengin bir birikimimiz olduğunu görürüz.

Yine 13. Yüzyılın diğer zirvesi Mevlana Celalettini Rûmî’nin Türkçe farsça (iki dil karışımı)yazdığı mülemma  gazeli:

1-“ Dânî ki ben ziâlem yalguz seni severmin

Ger der berem neyâyî ender gamet ölermin

(Bilirsin ki ben bu âlemde yalnız seni severim. Eğer yanıma gelmezsen senin gamınla ölürüm.)

2-Ben yâr-ı bâ- vefâyembermen cefâkılur sen

   Ger tûzi men nepursi men hodseni sorarmin

(Ben vefalı âşığım (sen ise) bana cefa ediyorsun. Şayet sen beni (arayıp) sormazsan, ben kendim seni (arayıp) sorarım)

3-Rûzinişestehâhemyalguz senin katında

Hem min çakır içermin hem minteyişbilermin

(Birgün senin yanında tek başıma oturmak isterim Hem ben şarap içerim; şarkı-türkü de bilirim.)

4-Mâhîçü Şems-i Tebriz gaybetnümûd ü goftâ

Ez men diğer mepursidmen söyledim yazar min.

(Tebrizli Şems gibi bir ay kayboldu ve dedi: Beni artık sormayın; ben söyledim, ben yazarım.)”

(Halil Erdoğan Cengiz. Açıklamalı, Notlu Divan Şiiri Antolojisi, 1967-Ankara, s: 8-9)

Aklına düşenin sataştığı, Mevlana’nın Türkçe Farsça mülemmasını özellikle aldım. O da Yunus gibi Türk kültürünün ve edebiyatının iki zirvesinden birisidir, birisi Türkçe yazmış, diğeri farsça yazmış ama Mevlana, mükemmel derecede Türkçeyi biliyor ve konuşuyordu.

Çetinoğlu: Dilin zenginliği meselesi var…

Av. Özmel: Dil zaman içinde bir gelişme gösterir, bu sadece kelime sayısının artması şeklinde anlaşılmamalı; aynı zamanda toplumun büyük kesiminin de imkân nispetinde; kullanım alanına girmesi sağlamalıdır. Sözlüklerde kalan sözcüklerin sâhibine pek faydası olmaz. Kasada para var ama bir iki lirasını verip ekmek almak aklına gelmiyor. Millet fertlerinin bilmediği ve kullanmadığı kelimelerle şiir ve nesir yazmaya dönülürse,  kimse bu metinleri okumaz. Onun için dilin eski metinleri unutulmamalı, hatta bu iş ciddî bir şekilde çocuklarımıza öğretilmelidir. Çünkü büyük düşünceler ve büyük şiirler ancak zengin bir kelime kadrosu ile düşünüldüğünde ve ifâde edildiğinde bir anlam kazanır. 

Bellekteki her kelime artışı, düşünce ufkunu bir basamak yükseltir. 

Çetinoğlu: Kelime kadrosu nasıl zenginleşir? 

Av. Özmel: Türkçenin kelime türetme yollarını kullanarak, yeni buluşların, âlet ve kavramlarına karşılıklar bularak, dilde yabancı dil kuralları ile yazılmış, türetilmiş kelimelere Türkçenin imkânları ile karşılıklar bularak. Yâni dil devamlı üzerinde çalışılması gereken bir hazinedir. Dili üzerinde hiçbir çalışma yapılmadan kendi hâline bırakmak, zamanla zenginleşir demek bu işin önemini bilmemekle eşdeğerdir.

Dil üzerinde çalışmalar yapılırken sâhadaki kelime kullanımlarını derlemek, eski metinlerde yaşayan kelimeleri gündeme getirmek, unutturmamak, Türkçenin diğer kollarında kullanılan kelimelerden ortak olanlar, akraba kelimeler de mercek altına alınması gereken konulardır. 12. Yüzyıla kadar tek Türkçenin konuşulduğunu bilerek.

Dil hakikaten büyülü bir sahadır. Bugün üslup, muhteva ve ahenk bakımından Türkçenin hakkını veren çok şairimiz ve yazarımız vardır. Onların edebiyat gündemine taşınması için neler yapılabilir, özellikle büyük merkezlerin dışında yaşayan şair ve yazarların eserleri ile kendilerinin tanıtılması halen çözüm bekleyen konulardan birisi olarak karşımızda durmaktadır. Türkülerin bütün yurdu dolaştığı gibi ESERLERİMİZİN DE BÜTÜN YURT KÖŞELERİNE ULAŞMASINI SAĞLAMAMIZ GEREKİR. O ZAMAN KÜLTÜR VE EDEBİYAT HARMANI DAHA VERİMLİ VE GÖRKEMLİ OLUR. 

Çetinoğlu: Son 20-30 yıl içerisinde yayımlanan roman ve hikâye kitaplarıyla diğer eserler göz önünde bulundurularak genel bir değerlendirme neticesinde bu ihtişamın korunabildiği söylenebilir mi?

Av. Özmel:  Osmanlının son dönemi ve Cumhuriyet döneminde roman ve hikâye, DENEME türleriyle zenginleşen Türk edebiyatı, kısa sürede güzel örneklerle kütüphane raflarında yerini aldı. Yüz yılı geçkin bir zaman içinde roman ve hikâye, Nobel’e uzanan bir başarı çizgisini yakalamışsa Türk edebiyatı,  iyi bir yolda olduğumuzu gösteriyor. 

Çetinoğlu: Bu noktaya nasıl gelindi?  Hangi duygular, hangi sebeplerle gösterilen gayretler edebiyatımızı bugünkü noktaya ulaştırdı?

Av. Özmel:  Bu başlı başına bir mesaiyi dolduracak bir sâha. Namık Kemal’in Tasviri Efkâr’da yayınladığı (1866) ‘Lisan-ı Osmanînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı Şamildir ’başlıklı makalesinden  2019 yılına gelmek, hem kolay olmamıştır, hem de belli bir seviye yakalanmıştır.  Osmanlı döneminde bir mektup yazmak için 6-7 yıl öğrenim görmek gerektiği de düşünülürse, çok edebiyatçının, fikir adamının ve yöneticinin öngörüleri ve gayretleri sonucu bu yükselişi sağlayabildiğimizi söylemeliyiz. 

Türkçenin târihî serencamını bilmeden özellikle Osmanlı döneminde Türkçenin iki doğu dilinin (Arapça ve Farsça) arasına sıkışıp kalmasından bugüne gelmek azımsanacak bir gelişme değildir. Türkçe bütün zarafeti ve ahengiyle artık rahat nefes alır hale gelmiştir. Roman olsun, hikâye olsun, deneme olsun, şiir olsun,  başlı başına bir Türk Edebiyatı dünyası kuruldu ve ulaşılan seviye uluslararası bir seviyeyi yakalamıştır. Kardeş edebiyatların da bu bağlamda değerlendirilmesi unutulmayarak… 

Çetinoğlu: Edebiyat eserlerimizin başka dillere çevrilmesi bakımından durumumuza bakabilir miyiz?

Av. Özmel: Başka dillere çevrilme konusunda zorun zoru bir mevzuat var. Devletin tercüme için koyduğu imkânları sadece yayınevleri kullanabilir hükmü bu işi zorlaştıran engellerden birisidir. Yazarlara da Kültür ve Turizm Bakanlığı’na müracaat hakkı tanınmalıdır. Yabancı dillere çevrilmede;  roman ve hikâye, deneme ve diğer eserlerin; tercüme teşviklerinden, yayınevleri yanında yazarların da faydalanmasını sağlamak gerekir. Bu zorluğun başka yoldan aşılması, bu imkânlar içinde, mümkün değildir.

 26.10.2017 günlü Hürriyet gazetesinde,  Doğan Hızlan, yurt içinde çok satanlar arasında gösterilen bir eserin tercüme edildiği dilde hiç ilgi görmediğini anlatıyordu. Onun için edebiyatımızı dışarı açmamız gerekir. Özellikle bu işler için kurullar oluşturulmalı, hem de tercümeye lâyık eserlerin listesini basına vererek, yazarlar moral olarak desteklenmeli, heveslenenlere hayal kurma imkânı verilmelidir.

Roman ve hikâye 19. Yüzyılın başlarında ve ondan sonraki dönemlerde edebiyatımızda yer buldu: Yahya Kemal üstadın dediği gibi “Şarkılarımız  bizim romanlarımızdır.”

Son dönemlerin de güzel örnekleri vardır. Bunu görebilmek için bu konudaki eserlere ulaşmak imkânımızın olması, okumaya da imkân ve zaman bulmamız gerekir.  Bu konuda güzel eserler yayımlanıyor.  Mesela Ali İhsan Kolcu’nun Türk Öykü Dağarcığı ve şiir tahlilleri, Türk Romanı adlı çalışmalarında sergilenen örnekleri ve şiir tahlillerini, Nurullah Çetin’in şiir tahlilleri ve Roman Çözümleme Yöntemi ve benzeri eserleri okumak insana bir tatmin duygusu verir.

Başarılı başarısız roman, hikâye ve deneme ne aklınıza gelirse üretelim, zaman en güzel seçimini bunların arasından yapacaktır. Tabii ki bu yarışta öne çıkacak isimler vardır ve var olmaya devam edecektir. Bugün roman deyince akla ilk gelenler, millî mücadele romanları: Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Akagündüz, Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Rauf, Kemal Tahir, Attila İlhan, Turgut Özakman, genel konularda Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Tarık Buğra, Cemil Meriç, Ahmet Ümit, Nobelli Orhan Pamuk, Elif Şafak, Yaşar Kemal gibi birçok romancıyı sayabiliriz.

Türkçe ve Türk Edebiyatı, âşıklarının kaleminde ve dilinde, gelişmeye devam ediyor.

Çetinoğlu: Eksiklerimiz var mı?

Av. Özmel: Bugün en önemli eksiğimiz,  her ilimizde hiç olmazsa belli seviyenin üzerindeki yayınları bulabileceğimiz kitap satış yerlerinin olmamasıdır.  Kalıcı eserlere ulaşmamız mümkün hale gelse daha objektif örnekler sunabilir, daha gerçekçi değerlendirmeler yapabiliriz.

Özellikle şiir ve roman bahsinde bir enflasyon yaşıyoruz. Bunu da görmezden gelemeyiz. Sanırım okuyucuyu rahatsız eden de bu kadar çok yayın içinde aradığını bulamamaktır. Ama realite bu, zaman içinde öne çıkanlar olacaktır. Bu ortamda eserleri takdim edecek, onların kusurlarını veya güçlü taraflarını ortaya koyacak münekkitlere ihtiyacımızın olduğunu söylemeliyim. 

Çetinoğlu: Teşekkür ederim efendim. Zamanınızın elverdiği ölçüde sohbetimize devam edebilmeyi diliyorum. 

İSMAİL ÖZMEL:

1933 yılında Niğde'de doğdu. İlk ve orta tahsilini Niğde ve İstanbul’da tamamladı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1959’da mezun oldu. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra serbest avukat olarak çalıştı. ‘İsmail Terzioğlu’, ‘İsmail Bekiroğlu’ ve ‘Mızrap’ takma adları ile de yazan İsmail Özmel İLESAM ve Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir. Yazı ve şiirleri Şûle, Millî Işık, Boğaziçi, Türk Edebiyatı, Türk Dili, Yesevi, Kayseri Erciyes, Filiz, Kültür ve Sanat, Akpınar, Berceste dergileri ile Tercüman, Son Havadis, Kayseri Hâkimiyet, Bursa Hâkimiyet, Hür Anadolu gibi gazetelerde yayımlandı. Haziran 2017’de 69. sayısı yayımlanan Kültür, Sanat ve Edebiyat Dergisi Akpınar’ın sâhibi ve Genel Yayın yönetmenidir. 

Yayımlanmış Eserleri: 

Şiir: *Bir Daha Yaşamak (1969), *Zaman Kuşun Kanadında (1984), *Çağır da Geleyim Güzel İstanbul (1986), *Her Mevsim Bahar (1995), *Türkçenin Rüzgârında (2004), Bütün şiirleri (2006).

Biyografi: *Adana Halk Şairi Sadık Çavuş (1996), *Dünden Bugüne Niğdeli Şair ve Yazarlar (1. Cilt: 1990), Dünden Bugüne Niğdeli Şair ve Yazarlar (2. Cilt: 2001), Niğdeli Şair ve Yazarlar. (Üç cilt bir arada, İlaveli ikinci baskı 2009). 

Deneme-İnceleme: *Özdeyişler (1970), *Türk Musikisi ve Kültürümüz (1988), *Dil ve Edebiyat Yazıları (1997, 2011), *Kültür ve Tarih Sohbetleri (1999, 2011), *Sihirli Zaman, (2006), *Bindallı Yazılar, (2007), *Türk Musikisi ve Kültürümüz (2007, 2011), *Denemeler-Yorumlar, (2010), *55 Soruda Düşünen İnsan (2012), *Yansımalar, Bir Yol Hikâyesi, Eflatun Sordu (2014), 81 İlde Kültür ve Şehir-Niğde, (Dr. Metin Eriş, Dr. Nedim Bakırcı ve 20 kişi ile birlikte (2015), *Geçmişten Günümüze Niğde, Anılar (2016), *Doğduğum Şehir Niğde, Anılar (2016).

Av. İsmail Özmel, Ansiklopedilere maddeler yazdı. Hakkında Erciyes ve Niğde üniversitelerinde lisans tezleri hazırlandı. İLESAM (İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) 2012 yılı Şeref Ödülü'ne layık görüldü. Bu ödül, ülkemize ve insanlığa nitelikli eser ve çalışmalarıyla hizmet etmiş, ilim ve edebiyat alanında 50. yılını dolduranlara verilmektedir.