"Tiyatro, tüm sanatları bütünleştirerek insanlığa ulaştıran tek sanat dalıdır." " İnsanı insana, insanla anlatma sanatıdır." Ben sahip olduğum sevgili babam Ferdi Merter Fosforoğlu' ndan bu mesleği miras aldığım için çok mutluyum. Şu aralar şartlar gereği yapamasam, ihmal etmiş olsamda gönlümden bağlı olduğum meslek. Ve çok kutsal. "Tiyatro aşka benzer. İnsanı hazin hazin ağlatır. Ama verdiği acının gücünde bir başka tat bulunur. Tiyatro evrene benzer. İnsanı doya doya güldürür."

1961 yılında, UNESCO tarafından kurulan Uluslararası Tiyatrolar Birliği , 27 Mart'ı Dünya Tiyatro Günü  ilan etmiştir. Bu nedenle, 27 Mart dünya çapında tiyatroseverler tarafından kutlanmaktadır.

Bu yıl Dünya Tiyatro günü bildirisi Mısırlı tiyatro ve sinema oyuncusu Samiha Ayoub, tarafından kaleme alındı. Şöyle diyor; "Sizlere bu mesajı Dünya Tiyatro Günü vesilesiyle yazıyorum ve sizlere hitap edebilme olanağını bulduğum için çok mutlu olsam da hep birlikte – tiyatro sanatçıları ve diğer insanlar- maruz kaldığımız ağırlığın altında varlığımın her lifi tir tir titriyor; ezici baskıların ve dünyanın bugünkü halinin uyandırdığı çelişkili duyguların ağırlığı altındayız. Gezegenimizin içinden geçtiği ve sadece maddi dünyamızda değil, manevi dünyamız ve psikolojik huzurumuz üzerinde de yıkıcı etkiler yaratan çatışmaların, savaşların ve doğal afetlerin dolaysız bir sonucu var: İstikrarsızlık.

Bugün size hitap ederken içimde şöyle bir duygu var: Dünyanın bütünü tek tek adalara veya sisli ufuklara doğru uzaklaşan gemilere bölünmüş gibi; her biri yelkenlerini açmış ve rehbersiz, ufukta onlara rehberlik edecek bir şey görmeden yol alıyorlar. Buna rağmen uğuldayan fırtınalı denizin ortasında, sonu gelmez bir seyrüseferin ardından sığınabileceğimiz güvenli bir liman bulmak için yol almaya devam ediyoruz. Hiç bugünkü kadar birbirimizle yakından bağlantılı hale gelmemiştik ama aynı zamanda dünyamız hiç bu kadar uyumsuz, bizi birbirimizden uzaklaştıran bir yer de olmamıştı. Çağdaş dünyanın karşımıza çıkardığı dramatik paradoks burada yatıyor. Haberlerin dolaşımında, her türlü coğrafi sınırı parçalayan iletişim olanakları sayesinde hep birlikte tanık olduğumuz yakınsamaya rağmen, dünyanın tanık olduğu çatışmalar ve gerilimler de mantıkla algılanabilecek sınırları aştı ve bu zahiri yakınsamanın ortasında bizi en sade biçimiyle insanlığın hakiki özünden uzaklaştıran derin bir ıraksama yarattı. Tiyatro ilksel özü itibarıyla insanlığın hakiki özüne, yaşama dayanan, katıksız insani bir eylemdir. Büyük öncü Konstantin Stanislavski’nin söylediği gibi, “Tiyatroya ayaklarınızın çamuruyla girmeyin. Tozunuzu ve pisliğinizi dışarıda bırakın. Küçük kaygılarınızı, kavgalarınızı, yaşadığınız küçük zorlukları, hayatınızı bozan ve dikkatinizi sanatınızdan uzaklaştıran her şeyi giysilerinizle birlikte kapıda bırakın.” Biz sahneye tek bir insanın biricik yaşamını içimizde taşıyarak çıkarız. Ama bu yaşamın bölünüp çoğalarak birçok yaşama dönüşmek gibi güçlü bir kapasitesi vardır; biz de özgürce gelişip renklerini başkalarına yaysınlar diye o yaşamları bu dünyaya dağıtırız. Tiyatro yazarları, yönetmenleri, oyuncuları, dekoratörleri, şairleri, müzisyenleri, koreografları ve teknisyenleri olarak, istisnasız hepimizin tiyatro dünyasında yaptığımız, bir yaratımdır, biz sahneye çıkmadan önce var olmayan bir yaşamı yaratma eylemidir. Bu yaşam onu tutan iyi niyetli bir eli, onu bağrına basan sevgi dolu bir göğsü, ona yakınlık duyan bir kalbi ve süregidip hayatta kalması için ihtiyaç duyduğu nedenleri ona sunan berrak bir zihni hak eder.

Sahnede yaptığımızın yaşamın ta kendisi olduğunu ve karanlıkta parlayan, geceyi aydınlatıp ısıtan bir alev gibi o yaşamı hiçlikten üretmek olduğunu söylersem abartmış sayılmam. Bu yaşama görkemini veren biziz. Onu cisimleştiren biziz. Onu canlı ve anlamlı kılan biziz. Onu kavrama nedenlerini sunan biziz. Cehaletin ve her türlü aşırılığın karanlığıyla boğuşmak için sanatın ışığını kullanırız. Yaşam bu dünyada serpilip gelişebilsin diye yaşam öğretisini benimseriz. Bu yolda tüm çabamızı, zamanımızı sarf eder, ter ve gözyaşı döker, kanımızı, canımızı veririz. Hakikat, iyilik ve güzellik değerlerini savunmak adına ve yaşamın gerçekten yaşanmaya değdiğine içtenlikle inanarak bu soylu mesajı taşımak için gereken her şeyi yaparız.

Bugün size Dünya Tiyatro Günü vesilesiyle tüm sanatların babası olan “tiyatro”dan söz etmek, hatta tiyatroyu kutlamak için seslenmiyorum. Hayır, ben sizi hep birlikte ayağa kalkmaya, el ele tutuşmaya, omuz omuza durmaya ve tiyatro sahnelerinden alışkın olduğumuz gibi avazınız çıktığı kadar haykırmaya, tüm dünyanın bilincini uyandırmak, insanlığın yitirilmiş özünü içimizde aramak için sözcüklerimizi dışarı vurmaya çağırıyorum: Özgür, hoşgörülü, seven, sempatik, yumuşak ve kabul edici insanın; kabalığı, ırkçılığı, kanlı çatışmaları, tek taraflı düşünceyi ve aşırılığı reddetme gücüne sahip özünü aramaya çağırıyorum. İnsanlar bu yerin üstünde ve bu gökyüzünün altında binlerce yıl yürüdüler ve yürümeye devam edecekler. O zaman çekin ayaklarınızı savaşların ve kanlı çatışmaların çamur deryasından ve sahnenin girişinde bırakın onları. Belki o zaman kuşku bulutlarıyla sarılmış insanlığımız yeniden hepimizin insan olmaktan, insanlık bünyesinde birleşmiş erkek ve kız kardeşler olmaktan gurur duyabileceğimizi sağlayacak sarih ve kesin bir gerçeklik haline gelir. İlk oyuncunun ilk sahneye çıktığı andan bu yana çirkin, kanlı ve insanlık dışı her şeye karşı çatışmanın en ön safında olmak Aydınlanma meşalesinin taşıyıcısı olan biz tiyatro yazarlarının görevidir. Güzel, saf ve insani olan her şeyle karşı durmalıyız bu çirkinliğe. Yaşamı yayma gücünü göstermek başka kimseye değil, bize düşen bir görevdir. Tek bir dünya ve tek bir insanlık adına yaşamın ışığını hep birlikte yayalım."

Hocamız Muhsin Ertuğrul'un dediği gibi "Tiyatro bir şehrin ocak başıdır. Orada en güzel masallar söylenir, en gerçek sözler duyulur. " Lütfen bu kıymetli masalları kaybetmeyelim.

Dünya tiyatro günümüz tüm meslekdaşlarıma ve destekleyen tüm izleyicilere kutlu olsun.

ÜNLÜYÜM, HERKES BENİ MERAKTA

''Üstünlük kompleksinin temelinde her zaman bir aşağılık kompleksi yatar. Zenginliğiğle övünenler, etiket ve makam peşinde olanlar, arkalarına kalabalık takma veya basın mecralarında yer alma takıntısı olanlar bu aşağılık kompleksinin tipik örneğidirler'' diyor Alfred Adler

Mesela bizim camiadan örnek vereyim. Bazı sanatçıları sosyal medyada veya çok popüler olup basınla yüzde yüz karşı karşıya geleceği yerlerde göremezsiniz, çünkü o işiyle meşguldür. İşine hakimdir ve konuşulacak konu onun sadece işi üzerinedir. Bazıları sadece sosyal medyada her gün gezmelerde, spor salonunda ve davetlerdedir. Çünkü konuşulabilecek işleri yoktur. Ama onlar çok ünlüdür!!! Herkes 'vay be, gazeteciler peşinden ayrılmıyor' diye düşünür hatta kendileri de buna inanır. Oysa ya kendileri, ya basın danışmanları gözlerimizin içine sokmuştur. Yani kendilerini sergilemenin dışında elde var sıfırdır.

İşte 'Yaşamsal Sorunlar' kitabı, Alfred Adler'in eğitim danışma merkezinde ele alınan vakalara dayanarak bireysel psikolojinin ne olduğunu anlatmak üzere Viyana'da geliştirdiği yöntem için belirleyici bir nitelik taşıyor. Adler, bu kitapta, kendi öğretisi üzerinde konuşmuyor, eğitim danışmanlığı yapan bir psikoloğun nasıl çalıştığını gözler önüne seriyor. Mütevazı koşullarda yaşayan dokuz erkek çocukla üç kız çocuğunun sorunları ele alınıyor.
Peki, çocukların psikoterapist önüne çıkarılmalarını gerektiren sorunlar nelerdir? Sorunlara yol açan koşullar, ülkeden ülkeye, kültürden kültüre, dilden dile değişiklikler göstermekte midir? Annelerin çocuklarını şımartmaları, sorunların ortaya çıkışında nasıl bir rol üstlenmektedir? Çalışan aileler arasında, sorunlu çocuk yetişme oranı nedir? Gerçekten, yetişkinler, kendi kişiliklerinin gelişmesine, çocukların sağlından çok daha fazla değer mi vermekteler? Yaşamlar Sorunlar, kafanızda dolaşan birçok soruya ışık tutacak; hem kendinizi hem de çocuğumuz 'yeniden' ve mümkün olduğunca 'doğru' tanıma olanağı sunacak... Bu hafta okuduğum ve 'evet, okunmalı' dediğim bir kitap.

GERİLİM VE KIVANÇ TATLITUĞ

Uzun bir aradan sonra 'Aile' dizisiyle ekranlara dönen Kıvanç Tatlıtuğ'un merakla beklenen Netflix filmi 'Boğa Boğa'nın yayın tarihi belli oldu.

Onur Saylak ve Hakan Günday’ın gerilim türündeki filmi Boğa Boğa, aradıkları huzuru bulmak için Ege'de bir köye yerleşen İstanbullu bir çiftin hikayesini konu ediyor. İstanbul'dan ayrılarak Ege'ye yerleşen çift, burada aradıkları huzuru bulacaklarına inanır. Ancak onlar çok geçmeden yerleştikleri kasabada pek çok düşmana sahip olduklarını anlarlar.

Kıvanç Tatlıtuğ ve Funda Eryiğit'in yanı sıra Gürgen Öz, Müge Bayramoğlu, Onur Gürçay’ın da rol aldığı 'Boğa Boğa' filminin prömiyeri 42. İstanbul Film Festivali kapsamında 15 Nisan’da gerçekleşecek. Ay yapım imzalı film aynı zamanda festivalin Ulusal Yarışma Bölümü’nde de yarışacak. Her zaman olduğu gibi yine müthiş bir oyunculuk şöleni izleyeceğimiz Kıvanç Tatlıtuğ hepimizi kendine hayran bırakacak.

“ZAMANI KAYBETMEDEN KAYDETTİM”

Hasan Ali Yücel’in torunu, şair ve çevirmen Can Yücel ve ressam Güler Yücel’in kızı olan usta sanatçı Su Yücel umudu, akıp giden anlardan seçip çıkardıklarını, eskimeden dondurduklarını resmettiği adeta bir belgesel niteliği taşıyan yapıtları “YAKALANAN ZAMAN” adlı solo sergisiyle 8 Nisan’dan itibaren Galeri Diani’de!

Multidisipliner sanatçı Su Yücel’in “Yakalanan Zaman”adlı sergisi 8 Nisan-29 Nisan 2023 tarihleri arasında Galeri Diani’de gerçekleşiyor. Bu sergide sanatçı edindiği deneyimlerini anda yakalayıp, zihninde kalanları son zamanlarda tüm dünya ve ülkemizde insan kaynaklı yaşananları, doğanın anlarını, yaşama sevinciyle birleştirip bizlere aktarıyor. Yaşama dair hafızasını bizlerle bir belgeselci ruhuyla paylaşırken paletindeki renkleri içindeki yaşam, zaman ve mekan öğelerini birbiri içinde eriterek izleyiciye aktarıyor.

“Zamanın kokusunu, gürültüsünü, renklerini, dokusunu takip ettim; zamanı kaybetmeden kaydettim” diyen Su Yücel, adeta hayatın her anına resim gibi bakıyor. Sanatsal dilinin tuvale aktarımında bilgisini zihninde kalan anlarla harmanlayıp anın adeta fotoğrafını çekip duygusunu izleyici ile paylaşıyor. Hatta kimi eserlerinde fotoğraf makinasının, kadrajını tuşlarını da resmediyor ki hem anı yakalayanı, hem de o anı belleklere aktarıyor.

Hepimizin bildiği üzere Su Yücel belgeselci yönü ve gezginliği ile sanatını sürekli besliyor. Doğa ve insanla kurduğu samimi diyaloglar yapıtlarında yer buluyor, resimleşiyor. Bir yandan belgesel çekerken insan ve doğa ile diyaloglarını filmleştirirken duygularını da resimleştiriyor

Usta sanatçı gündelik yaşamda herkesin görmeyip hissetmediği ayrıntıların derinine inip o ayrıntıların peşinde koşuyor ve biz izleyicilere bu ayrıntıların ne kadar önemli olduklarını, anları, anıları oluşturduklarını bize söylüyor.

Su Yücel renkleri çok seven bir sanatçı olarak yapıtlarında aile geleneği olarak şiirin önemini de vurguluyor. Sanatta farklı disiplerin bir arada ortak paydada birleştirdiğini söylerken. “Yeteneğim, keyfim ve heyecanım daha çok renge doğru. Çünkü renk beni coşturan bir şey. Renksiz göremiyorum hayatı” diyor.

“YAKALANAN ZAMAN” sergisi siz izleyicileri 8-29 Nisan 2023 tarihlerinde Galeri Diani’de bekliyor.

ESKİLER ŞİMDİ BAŞLASA ACABA BAŞROL OLABİLİR MİYDİ?

Yeşilçam'ın eski oyuncularında sevgili Mahmut Cevher 'yeni oyuncularda ruh yok, paraya odaklılar' demiş. Bazı isimler saymış, onların yerine oyuncu çıkmadı diye devam etmiş. Çoktan ne sular aktı geçti, o bir zaman vurup kıran asıp kesen, yarışmalardan çıkıp gelen oyuncuların yerine ne oyuncular yetişti. Üstelik bu kadar mantar gibi oyuncuların türediği dönemde bazıları altını çizerek imzalarını atıyor. Hem o dönemden hem bu dönemden isimler sayabilirim. O dönemde bir elin beş parmağı kadar az oyuncu olduğu için ortalığı jön diye kasıp kavurmuş ama aslında kötü oyuncu olan pek çok isim de söyleyebilirim. Eğer o dönem bu dönem olsaydı bazı isimler figüran bile olamazdı, o yüzden kıyaslama yapmayalım. Ama maddi şartlar dersek, evet dağlar kadar fark var yenioyuncular için. Akıyor da akıyor çeşme. Ve yeni nesil akıllı, kullanmayı,değerlendirmeyi iyi biliyor. Yeşilçam'a baktığın zaman çoğunluk sefalet içinde bu dünyadan gitti. O yüzden fazla kınamamak lazım ve yaftalarken elmayla armutu ayırıp biraz da hakkını vermek ve dönemleri karşılaştırma yapmamak lazım.

BODRUM BODRUM OLALI BÖYLE EZİYET GÖRMEDİ

Bu kadar harika plajların, harika mavinin muhteşem havanın olduğu  Halikarnas balıkçısı’nın

“Yokuş başına geldiğinde Bodrum'u göreceksin, sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin.

Senden öncekiler de böyleydiler, akıllarını hep Bodrum'da bırakıp gittiler.” dediği  Bodrum,özelliğini yitiren binalar, kaçak inşaatlar, kapatmalar, çıkılan katlar, alt yapıdan dolayı patlayan ve lağıma dönen sokaklar yüzünden müthiş görüntü kirliliği içinde. Sevgili Ahmet Aras, bu işe ne zaman el atacaksın? Yoksa uzaktan izlemeye devam mı edeceksin?

 Sevgiyle ve ışıltınızla kalın. Hayırlı Ramazanlar...