Kant "Ebedi Barışın Ön Maddeleri" bölümünün başında şu şartı koymuştur:  

"Madde: 1- İçinde gizlenmiş -saklı yeni bir savaş sebebi malzemesi- bulunan hiçbir antlaşma bir barış antlaşması olamaz."  

Bu madde ışığında Anan planına baktığımızda hatırlamalıyız ki, bizzat Sayın Başbakanımızın da belirttiği gibi, binlerce sayfa tutan planın tamamı ne kimse tarafından okunmuş, ne de okunması için gereken süre tanınmıştır. Kaldı ki, yetkililerce okunup açıklanmış kısımlarında bile daha şimdiden, taraflar arasında anlaşmazlıklara yol açan şartlar vardı.  

Durumun kritiğini yukarıdaki gibi objektifliğe bağlı kalarak yaparsak, Türkiye açısından Hobbes'tan Kant'a tasnifli bir dış politika analizinin uygun düşmediğini görürüz. Bu türden çabalara girenlerin yaptıkları, hükümete övgüler yağdırmak için suni gerekçeler bulmaktan ibarettir.  

İşin aslı TC ve KKTC hükümetlerinin kendilerinin bile tamamına vakıf olmadıkları bir planı, sırf ABD ve AB istiyor diye kabul ettikleridir. KKTC vatandaşları ise AB'ye girme ümidini bir mecbur edici etken şeklinde algılayarak oy kullanmışlardır. Yani uzun yıllardır toplumumuza cazip gösterilmiş olan AB üyeliği, hem hükümetlerimiz hem de vatandaşlarımız üzerinde bir zorlayıcı unsur olarak kullanılmıştır. Zor kullanmak ve güçlüye tabi olmak, Hobbes anlayışının ta kendisidir. Terki söz konusu değildir. Aksine daha ustaca kullanıldığı gözlemlenmektedir.  

Yazımızın konusu olan iki filozofun görüşleri istikametinde, ABD dış politikasına baktığımızda başka ne göreceğiz? Bu soruya cevap verirken yukarıdaki açıklamalara ilaveten Kant'tan, Irak işgalini ilgilendiren bir maddeyi daha görmemiz gerekecektir:  

"Madde: 5- Hiçbir devlet, başka bir devletin anayasasına ya da hükümetine güç kullanarak karışmamalıdır.  

Güçle ilgili olarak bir de Hobbes'u dinleyelim:  

"Gücüne karşı direnilemeyen kimse, doğal halde kendisine iyi görünen her şeyi yapma hakkına sahiptir. İnsanlığın doğal durumu herkesin herkesle savaşmasıdır."  

Demek oluyor ki ABD, "soğuk savaş"tan sonra Kant çizgisinden Hobbes çizgisine geçmiştir.  

Türkiye ise önceden beri batı etkisindeydi. Tek direndiği konu Kıbrıs'tı. Ondaki direnişini de iptal etti.  

Değerli akademisyenlerin tekrar düşünmelerini tavsiye ederim.  

Ortadoğu'ya yönelik olarak, sosyo-politik yapılanmalardan inançlara, sınırlara kadar her konunun gündeme getirilmesi ve gerek askeri, gerekse ekonomik müdahaleler zikredilmesi zor kullanımından başka bir şey değildir. Bu baskılara uygun politikalar izlemek ise güce boyun eğmektir. O güce tabi olmak konusunda dünya devletleri arasında adeta bir "sözleşme" yapılmıştır.  

ABD, bugün dünyanın her tarafında kendi hegemonyasını kurmuş durumdadır ve dilediği ülkenin gücünü, dilediğinde kendi kuvvetlerine eklemek imkânına sahiptir. Ortadoğu ile ilgili hazırlamış olduğu projeyi G-8 ülkelerine kabul ettirmiş olması bunun bir örneğidir.  

Ayrıca NATO ülkelerini yeni "tehdit algılamaları"na yönlendirmesi de bu hegemonyal gücünden kaynaklanmaktadır. Ortadoğu ile ilgili projesinde istediği yönde Türkiye'yi de aktiviteye sokmak istediği bilinmektedir.  

Türkiye'nin zaafı durumuna gelmiş olan AB üyelik arzusunu, unsuru olarak kolayca kullanabilmektedir. Nitekim, İstanbul'da yapılacak olan NATO zirvesi toplantısına altı gün kala, AB'nin Türkiye üzerindeki denetimine son vermesi bu çerçevede değerlendirilmelidir. Ümit daha fazla artırılarak, zorlayıcı etkisi fazlalaştırılmış olmaktadır.  

Dünyamızdaki bütün ülkeler önemli ölçüde, Ortadoğu'daki ülkeler ise tamamen denebilecek ölçüde ABD'nin hegemonyası altındadır. ABD ise Yahudi hegemonyasına ram olmuştur.  

Uluslar arası ilişkilerde Hobbes'çu görüş, tam anlamıyla hakim durumdadır. Kant ise sadece vitrindedir.  

Kendimizi aldatmayalım.