Bunu öğrenmek için kendimize dürüstçe bazı sorular sormalıyız ve geçmişle yüzleşmeliyiz.
Hayatımızda var olmasını istediğimiz şeyleri, gerçekte ne kadar istiyoruz acaba?
İçimiz-dışımız bir mi, ona bakmalıyız. Kendimize karşı yeterince dürüst davranıp davranmadığımıza odaklanmalıyız.
Bir çalışmayı sürdürmek bizi neden endişelendiriyor? Karşılığında nelerden vazgeçmek zorunda hissediyoruz?
Bu çalışmayı sürdürdüğümüzde başarısızlık korkusu mu yaşıyoruz? Başaramama korkusu ile kaçmayı mı seçiyoruz?
Özgürlüğümüzün kısıtlanacağından mı korkuyoruz? Yoksa aldatılmaktan mı? Ancak neyi neden yaptığımızı bilirsek, bununla yüzleşip korkuya rağmen kabul edersek, sağlıklı ve kalıcı yeni davranış kalıpları edinebiliriz, bunları sık sık tekrarlayıp kalıplaşmasını (otomatikleşmesini) sağlayabiliriz.
Bu, zor bir süreç tabi, çünkü şikayet etmek, kurban rolünü oynamak tanıdık bir duygudur ve bilinçaltımız tanıdık olanı kolay ve güvenli olarak algılar.
Yeni olan her şey ise risklidir, tehlikelidir. Bilinçaltımız bunu kendine tehdit olarak görür ve bizi sabote eder. Bilinçaltımız her yeniliğe bu şekilde direnir.
Değişim sürecinde alışa geldiğimiz düşünceler, çarpıtılmış inançlar, anne-baba modelinden miras kalıplar, bastırılmış öfkeler, suçluluk duygusu ve ifade edilmemiş korkular yer alacağından bu süreç acılıdır, ama aynı zamanda özgürleştiricidir de.
Dirençlerimizle yüzleştikçe kendimize yaklaşırız, gerçek Ben’i tanırız ve sorunlarımızı çözerken ikiden fazla çözüm olduğunu görebiliriz. Bunun için kendimize dışarıdan bakmamız şart, objektif olmamız şart!
Yaşanan bir sürü korku var, her birimizin bilinçaltı birçok dirençle kaplı. Bu dirençlerin tozlu örtüsünü herkes kendisi aralayacak, aralamayı isteyecek. Alıntıdır.