Bir gün devrin halîfesi Hârûn Reşîd ile karşılaştı Behlül. Ha Hz.leri. Halîfe; “Seni gördüğüme çok sevindim. Çünkü uzun zamandır seninle konuşmayı arzu ediyordum.” dedi. Hazret-i Behlül güldü ve “Benim böyle bir arzum yoktu.” cevâbını verdi. Buna rağmen Hârûn Reşîd kendisinden nasihat istedi.
“Ne nasihati istiyorsun? Şu sarayına bak, bir de kabirlere bak! Bunlardan ibret almayan, nasihat almayan nelerden alır! Hâlin ne olacak, yarın Hakk’ın huzuruna çıkacaksın. Büyük küçük yaptığın her şeyden sual olunacaksın. Bunlara nasıl cevap vereceksin iyi düşün! Bu hesap zamanında aç ve susuz olacaksın, çıplak bulunacaksın. Orada bulunanlar sana bakıp gülecekler. Perişan hâlin orada meydana çıkacak, başka nasihati ne yapacaksın?” dedi.
Bir zaman Bağdat’da fiyatlar çok yükselmişti. Hayat pahalılığı çekilmez bir hâl aldı. Biri gelerek; “Ey Behlül! Müslümanların ve bütün insanların hatta hayvanların hali için dua etmez misin?" dedi. O şöyle cevap verdi: “Yemin ederim ki, ben bu işe karışmam. Eğer bir buğday tanesi bir dinar olsa, bize emrettiği gibi Hakk’a ibadet etsek, O bize vaat ettiği gibi rızkımızı verir.”
Sonra ellerini birbirine vurarak; “Ey dünyayı ve süslerini toplayan, gözleri uykudan lezzet almayan kimse, nefsinle uğraşıp ahrete bir tedarik yapmadın, kıyamet gününde ne cevap vereceksin?” dedi.
Abdullah bin Mihran anlatıyor: Hârûn Reşîd hacca gitti. Dönüşünde bir müddet Kûfe'de istirahat etti. Sonra yola çıkacağı zaman herkes kendisini yolcu etmek için sokağa döküldü. Behlül de çıkmıştı. Çocuklar onunla oynayıp eğleniyorlardı. Tam o sırada Hârûn’un develer üzerinde muhteşem kâfilesi gözüktü. Çocuklar da Behlül’ü bırakıp onun seyrine koyuldular. Tam Hârûn’un geldiği sırada Behlül yüksek sesle:
“Ey Hârûn!” diye seslendi. Hârûn, perdeyi kaldırarak: “Buyur Behlül, ne istiyorsun?” dedi. Behlül:
"Ey Müminlerin Emîri! Eymen bin Nâil, Kudame bin Abdülâmir’den bize şöyle haber verdi ve dedi ki: “Ben Resûl-i ekremi Arafat’tan dönüşte görmüştüm. Kızıl bir deveye binmişti. Yanında kimse dövülmediği gibi, kimse de kovulmazdı. “Yol verin, yol verin!” diyen münâdileri de yoktu. Sen de bu usule riayet eyle. Bilmiş ol ki; tevazu ile yolculuk etmen, kibir ile seyahatinden hayırlıdır.”