İki gün önce Cumhuriyetin 96ncı yılını, Barış Pınarı Harekatı’nın hemen akabinde, bütün yurtta şanla, şerefle, gururla ve büyük bir coşku ile kutladık. Dört yıl sonra da daha gururlu ve daha büyük coşku ile inşallah 100ncü yılı kutlayacağız. 

29 Ekim benim doğum günüm de olduğundan, Cumhuriyet Bayramları benim için oldukça anlamlıdır. Çocukluk ve ilk öğrenim yıllarımdan bende, bayramlardan çok İkinci Dünya Harbi’nin yokluk ve yoksulluk anılarının izleri vardır. 

Askeri Lise ve sonraki yıllar ise Cumhuriyeti yudum yudum özümsediğimiz yıllardır. Artık Cumhuriyet; bizim kuşak için bir olmazsa olmazdır. 

600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Harbi yenilgisi ile tarihi misyonunu tamamladığında yeni Türkiye malumları 23 Nisan 1920’de kurulmuş ve TBMM Hükümeti Ermenistan’la, Rusya ile Afganistan ve Fransa ile anlaşmalar da yapmış, Lozan Barış Antlaşmasını da imzalamıştı. Her ne kadar İstanbul’da 01 Kasım 1922’ye kadar bir hükümetin varlığı söz konusu olsa da İstanbul Hükümeti bu antlaşmaların hiçbirinde yer almamıştı. 

Ve 23 Nisan 1920’de kurulan, üzerinde hiçbir güç tanımayan, milli iradeyi esas kılan ve bir anayasası da olan TBMM Hükümeti; yasama ve yürütme yetkilerini tam tamına kullanan katıksız bir cumhuriyetti. 

Mudanya Ateşkes Antlaşmasını malumları 01 Kasım’da saltanatın lağvedilmesini 04 Kasım’da İstanbul Hükümetinin dağılması ve 17 Kasım’da da son padişah Vahdettin’in İngiltere’ye sığınıp, Malta’ya kaçması izlemişti. Bilahare İsviçre’de 21 kasım 1922 ile 24 Temmuz 1923 tarihleri arasında Lozan’da yapılan barış görüşmeleri Lozan Antlaşmasının imzalanması ile sonuçlanmış, Yeni Türkiye’nin tapusu dünyaya tescil ettirilmişti. 

Değerli okurlarım, Lozan’da barış görüşmeleri sürerken, üç yıldır Ankara’da görev yapan Gazi Meclis yeni seçimler yapılarak yenilenmiş, Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti, Halk Parti haline dönüşerek kurucusu Mustafa Kemal Paşa’yı da Genel Başkan olarak seçmişti. 

Artık bütün yollar Cumhuriyete gidiyordu. 22 Eylül 1923 günü Mustafa Kemal Paşa’nın New Freie Press muhabirine “Yeni Türkiye’nin yenileşmesi işi daha sona varmamıştır. Türkiye Teşkilatı Esasiyesinin henüz inkişaf yolunda son ve kati şekli aldığı zannedilemez. Tadiller ve tashihler yapmak ve daha mükemmel bir hale getirmek elzemdir.” diye verdiği demeç ufuktaki önemli gelişmelerin habercisi idi. 

Nitekim tadillere 13 Ekim’de Teşkilati Esasiye Kanununda gerekli düzenleme yapılarak Ankara’nın, Türkiye’nin başkenti olması ile başlanmıştı. 

Daha sonra İkinci Meclisin açılışını müteakip, Fethi Bey’in başkanlığında kurulan hükümette yeni bakan atanmasında çıkan kriz sonucu 25 Ekim’de Fethi Bey ve kabinesi istifa etmiş, bütün çabalara rağmen yeni bir hükümetin teşkili bir türlü gerçekleştirilemiyordu. 

Kriz büyümekteydi. 

Meselenin kökten halli için, bir anayasa değişikliği ile 3,5 yıldır adı belirlenememiş Cumhuriyetin ilanının tam zamanı idi. 

Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Paşa; 1921 Anayasasının birinci maddesinin sonuna “Türkiye Devletinin hükümet şekli Cumhuriyettir” ilavesi teklifi ile Meclis tarafından seçilecek Cumhurbaşkanının devlet başkanı olması, Başbakanı Cumhurbaşkanının, bakanları da Başbakanın seçmesi için kanun değişiklik tekliflerini hazırladılar. 

Teklifler 29 Ekim günü önce Halk Fırkası Meclis Grubunda, daha sonra da saat 20:30’da Meclis’te Yaşasın Cumhuriyet sesleri arasında kabul edildi. 

Ardından Cumhurbaşkanı seçimine geçildi. Mustafa Kemal Paşa saat 20:45’te Türkiye Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı olarak oy birliği ile seçildi. 

Cumhuriyetin ilanı 101 pare top atışı ile bütün yurtta ilan edilip kutlanmıştı. 

Değerli okurlarım, 1923 Türkiye’si 10 yıl süren savaş sonrası harap, virane Türk Milleti de yorgun, bitkin, yokluk ve yoksulluk içinde idi. 

Osmanlı’nın gelirleri giderlerini karşılamadığı için nerede ise 100 yıldır Devlet borçla yaşıyor, borçlarını yeni borçlar alarak ancak ödeyebiliyordu. Bir müddet sonra borç da alamaz ve borçlarını da ödeyemez duruma düştüğünden alacaklı ülkeler devletin gelirlerine el koymuşlardı. Limanlarımız, deniz ve demir yollarımız, madenlerimiz ve bütün kaynaklarımız yabancıların ellerinde, ülke emperyalist güçlerin adeta bir sömürgesi idi. 

Ülkede ilim, bilim ve fen yok, okul da, fabrika da, sanayi de yoktu. İğneden ipliğe her şey ithal ediliyordu. 

Cumhuriyetle birlikte 150 yıldır bir türlü başarılamayan siyasi, sosyal, ekonomik, her alanda ülkenin ihtiyacı olan reformlar, Ebedi Başkomutanımız Ulu Önderimiz Atatürk’ün yönetiminde ele alınıp süratle gerçekleştirilmeye başlandı. 

Bugüne kadar Cumhuriyet Türkiye’si çok büyük mesafeler katetti, çok büyük başarılar elde etti. Daha yüz yıl önce ortaçağ hayatına mahkum ve emperyalizmin sömürgesi halinde ülke; bugün medeni dünyanın şerefli ve güçlü bir üyesi, bölgenin de en önemli ve saygın devletidir. Ulaşılan düzey, elde edilen tüm kazanımlar, kazançlar, hür ve müstakil ve onurlu yaşantımız Cumhuriyetin yüce eserleridir. Dinimiz, diyanetimiz ve bütün kutsal değerlerimiz de Cumhuriyetin çelik kanatlarının koruması altındadır. 

Cumhuriyeti kurup geliştiren başta Ulu Önderimiz ve Ebedi Başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere emeği geçen bütün yiğit ve kahramanları en yüksek tazimle anıyorum. 

Ruhları şad, mekanları cennet olsun.