SÜLEYMAN EFENDİ HAZRET’LERİ HAKKINDAKİ, YALAN, İFTİRA VE BUHTAN’LARA CEVAPLAR!... ( 58 )

“ Bekir Topaloğlu, ayrıca şu hatırasını naklederek sözlerini sürdürdü, “ Ömer Kirazoğlu Hoca’ya gitmiştik. İzmir’den Dursun Aksoy da orada idi. Kirazoğlu İmam-Hatip okullarının kuruluşu sırasında verdikleri ba’zı mücadele’leri anlattı. Bu cümle’den olarak, Kısıklı’lı Süleyman Efendi,- nakledilen hatıra’nın yapılan tesbitlerin ne kadar uydurma,yalan,iftira ve buhtan olduğu’nun delili...Süleyman Efendi Hazret’lerine hiç kimse şimdiye kadar, “Kısıklı’lı, Süleyman Efendi,” dememiştir.Herkes,” Çamlıca’lı Süleyman Efendi,” derdi.Dakika bir, gol bir.tam bir “ Kefânî   Yekfûk’e” hikayesi...Hicrî  2. Asır’da,DEVİR, İmam-ı A’zam Ebû Hanife devridir, Bağdat’ın taşrasında bir alim,” İmam-ı A’zam da kim oluyor, ben ondan çok daha derin alimim,” diyormuş.. Buyur gel, demişler,” madem derin alimsin,seni İmam-ı A’zam ile bir müsabakaya tabi tutalım ,” demişler. Yol uzun hava çok sıcak, gelir-gelmez,” Çok yoruldum,çok susadım, hemen bana bir soğuk su demiş, İmam-ı A’zam, Ebû Hanife,Desti’den bardağa suyu dökmeye başladı. Sözde alim,” Yekfû,  Yekfû,” dedi .   Yani, kâfi, kâfî, ( yeter yeter) demek...Bunun üzerine İmam-ı A’zam, Ebû Hanife Hazret’leri,  “ Kefânî  Yekfûke” dedi.” Yekfû, demeniz, sizin ilmi mertebeniz hakkında bana bir fikir verdi,” buyurdu. Asgarî,  sarf-nahiv kaidelerine vakıf bulunsaydı,  “Yekfû “ yerine, “ Yekfî,” demesi gerekirdi.-“ Abdurrahman Güzelyazıcı ve Abdurrahim Zapsu’dan her birinin, İstanbul İmam-Hatip Okulu’na müdür olmayı çok arzu ettiklerini, bu faaliyetin önünde kendilerinin olması gerektiğini ısrarla ileri sürdüklerini söyledi. İstedikleri olmayınca bu müesse’selere karşı çıkmaya başladıklarını, bu tutumlarını çevrelerine sözlü olarak yansıttıkları gibi Abdurrahim Zapsu’nun bu olumsuz tutumunu yazı ile de ifade ettiğini sözlerine ekledi.”   “ Onu duyduğunuzda: Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Hâşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır” demeli değil miydiniz? “ (Nûr /24/16)   

Buhtan-ı Azîm, İfkü Mübîn, akıllara seza büyük iftira!Süleyman Efendi Hazret’leriunin müktesebatı ma’lum. Medreseler kapatıldıktan sonra, Dersiâm olması hasabiyle, İstanbul’da Selâtîn camii’lerde va’az’ediyor,1939’dan i’tibaren, Tek Parti Mütegallibe, İttihad ve Terakkî  bakiyesi C.H.P.’ nin   bütün baskı ve zulmüne karşı talebe okutmaya devam  etmiş,bilhassa, 1950’li yıllarda kısmî rahatlama ile gece-gündüz, hiç  ara  vermeden,  binlerce  t alebe  okutmuş, yetiştirdiği  onbinlerce talebe, Diyanet İşleri Reisliği’nin açtığı müftülük- vaiz’lik imtihanlarını kazanarak Diyanet İşleri Reisliği bünyesiinde vazife yapmaya başlamışlardı. 19701 yılına gelindiğinde, Diyanet İşleri Reisliği, taşra ve Merkez teşkilatında    39 bin hademe-i Hayrat istihdam ediliyordu..Bu 39 bin’den     29 bini yaklaşık % 75 Süleyman Efendi Hazret’lerinin    talebesiydi. 1965 tarihli 633 sayılı Diyanet İşleri Reisliği, Kuruluş   ve teşkilat kanunu mer’iyyete alındıktan sonra, Diyanet İşleri Başkanlığı, kadrolara yeterli İmam-Hatip Okulu mezun’ları mürcaat etmediği için, Süleyman Efeindi Hazret’lerinin medreselerinde tahsil görmüş, yaklaşık, 14 bin kişi vekil imam olarak vazife almış,1977 yılında eklenen bir madde ile bunların asaletleri kabul edilmişti.Demek oluyor ki,Devletin de arkasında  olduğu,  İlim Yayma Cemiiyeti, şubeleri ve diğer tüm dernek ve okulların yetiştirebildiği, hademe-i Hayrat sayısı, Süleymaün Efendi Hazret’lerinin tek başına yetiştirdiği, Hademe-i Hayrat sayısının ancak % 20’si kadardır. Bunların da okul öncesi veya okul sırasında hariçten, diğer ba’zı hoca’lardan tahsil gördükleri inkar edilemez.Bir de, Bunların bir türlü anlayamadıkları, anlamak istemedikleri, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazret’leri, Sahibizaman,Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medar Mürşid ve Müceddid’dir..Onun, zahirî  ilimleri tedris yanında, tecdid, sünnetleri ihya, bid’atleri mahv ve veraset-i 

olup,06.05. 1904 yılında Selanik’de doğdu. 1912 Balkan Harbinin çıkması üzerine önce İstanbul’a, sonra Amasya’ya yerleşti.1924 yılında Tıbbiye’ye yazılmış; ancak maddî  imkansızlıklar yüzünden devam edememiş,İstanbbul Darulfünun, İlahiyat Fakültesine geçmiş ve buradan 1927 yılında me’zun olmuştur.Başta Süleymaniye Kütüphanesi olmak üzere, pekçok Kütüphane’de, Vefa Lisesi başta olmak üzere önemli liselerde Türkçe muallimliği yapmıştır.1950 yılında İstanbul Müftülüğü, vâiz ve hademe-i Hayrat murakıbi oldu.Bilahere, İstanbul İhtisas vaizliğine ta’yin edildi 1963-1968 yılları arasında İstanbul Fatih Camii’nde Fahrî hatiplik yaptı. Arapça,farsça ve Fransızca bilen Güzelyazıcı, 30.11.1972- 15.05.1978 tarihleri arasında İstanbul Müftülüğü yaptı ve bu vazifede iken, 15.05.1978 tarihinde vefat etmiş olup,Fatih Camii’nde kılınan   cenaze namazını müteakıp, Edirnekapı- Sakızağacı Mezarlığındaki Hocası, Hasib Efendi’nin Mezarının yakınında defn’edilmiştir,

Abdurrahim Zapsu 1890 yılında Van Başkale’de doğmuş,1958 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.Edirnekapı Necatibey Mezarlığında medfurdur.Soyunun babası Pertev Bey vasıtasıyla Abdülkadir-i Geylanî’ye ulaştığı kabul edildiğinden seyyid olarak kabul edilir.Hayatı     esaretle çetin mücadelerle geçmiştir. Tek Parti Mütegallibe döneminde “Ehlisünnet” Dergisinin çıkartmış, şiirler yazmış, kitaplar neşretmiştir. İmam- Hatip okulları açıldığında 70’ine merdiven dayamış bir yaşta idi..

İmdi! Hangi izan,irfan,insaf ve şuur sahibi  çıkıp da, Süleyman Efendi  Hazret’leri, Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Hoca  ve Abdürrahim Zapsu, İstanbul İmam- Hatip Okulu’na müdür olmak istediler de, yapılmayınca bu okullara temeldean karşı çıktılar,” diyebilir. İsmail Hakkı Tonguç ve Hasan Âlî  Yücel’in, inkar,marksist,Darvinist bir zemin üzerine dizayn ettikleri Maarif Sistemiunde, iki-üç yıllık tecrübe ile, Köy Enstitü’sü me’zunu, kominist,    marksist, ve Darvinist birisi bile İmam- Hatip okullarına müdür ta’yin edilebiliniyorken, ilerlemiş yaşlarına rağmen bu zevat niçin bir İmam- Hatip okulu müdrürlüğünü istemiş olsunlar veya ısrarlı talepler karşısında kabul etmiş olsunlar...

“ Siz şeyh efendi’nin yanılmazlığına inanırsanız, böyle bir yorum yapmanız elbette mümkün olmaz. Nitekim Süleymans Efendi’nin talebeleri( talebesi olmalıydı) bu yanlış şeyh mürid anlayışığ yüzünden bunu doğru değerlendirememiştir. Zaman geçmesine ve beşer olması i’tibariyle bu zatın yanıldığının ayan beyan ortaya çıkmasına rağmen talebelerinin( talebesinin olmalıydı) ve müridlerinin tutumunda ma’alesef bir değişiklik meydana getirmek mümkün olmamıştır. Kişisel hesaplar ve menfe’atler de bunun üzerine ekelenince olanlar olmuş, bunun zararını hizmet edildiği zannedilen    yüce din müessesesi görmüştür. Güç ve eanerjiler heba edilmiştir.

Ayan beyan bugün ortaya çıkan, hâşâ!Süleyman Efendi Hazret’lerinin ve onun gibi düşünen isimleri zikredilen, Merhum, Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı ve  Abdürrahim Zapsu’nun yanılgıları değil,Dini laikçilik ve Kemalizm olan, Marksist, Darvinis esaslar üzerine kurulan, maarif sistemi altında, müslüman din adamı, hademe-i Hayrat yetiştirecetlerini hayal edenlerin tarihî  ve telafisi imkansız yanılgılarıdır.Başta Süleyman Efendi Haezret’leriu olmak üzere, onun gibi düşütnenlerin, feraseti, basireti, ileri görüşlülükleri  bugün ayan beyan ortaya çıkmıştır.Burada bu şen’î  iftirayı ortaya koyan, aynı eserin bbir başka yerinde,Kendisinin Diyanet İşleri Başkanı olduğu yıllarda,İlahiyat me’zunu birisinin, Şanlıurfaya müftü olmak için müracaat ettiğini, denemek için “ Kevser” Sûresini okumasını istediğimde, ma’alesef, Kevser sûresini okuyamadı ya da yanlış okudu. Urfa Müftülüğü için değil ama,Urfa İL Müftü yardımcılığına ikna ettim ve ta’yin ettim,” diyor. Günümüzde, İmam- Hatip Lise’lerinin deiuzm’in,ateizm’in merkezi haline getirildiğini,     deist,ateiust hoca’ların bu liselerde at oynattıklarını kim inkar edebilir? İmam- Hatip okulu, Yüksek İslâm Enstitü’sü me’zunu, halen İlahiyatta Profesör, hâşâ!” Kur’ân, bıktırıcı tekrarlarla dolu diyor, Kur’ân’ hafife alıyor, daha da ileri giderek, hâşâ! Kur’ân Allah kelamı olamaz, diyor. Kimin haklı kimin haksız olduğu halâ, AYAN BEYAN ORTAYA ÇIKMADI MI?...