ASKIDA EKMEK-SADAKA TAŞI MEDENİYETİ (7)

“Molla Ahmed! biz aldığımızı vermeyi, verdiğimizi almayız.” “Molla Ahmed” diye hitap ettiği, 1959 yılında Bulgaristan’dan ailesiyle birlikte hicret eden, ehl-i sünnet alimi, devrinde bid’atlerle mücadelenin ön saflarında yer alan, Şumnu’lu merhum Ahmed Davudoğlu Hoca’dır. Ahmed Davudoğlu’nun, hicret ettiği ilk zamanlarda, Efendi Hazretlerinin kefaletiyle vatandaşlığa kabulü ve Diyanet İşleri Reisliğinde vazife alıncaya kadar kendisini ve ailesinin asgarî günlük hayatını idame ettirmesi için bile hiç bir geliri yoktur. İşte bu müddet zarfında Efendi Hazretleri kendisine muntazaman rahat şartlarda kendisinin ve ailesinin geçinebilmesi için yardımlarda bulunmuştur. Efendi Hazretlerinin devrin Diyanet İşleri Reisi merhum Ahmed Hamdi Akseki, Diyanet Müşavere Heyeti Reisi, Hasan Fehmi Başoğlu ve Müşavere Heyeti azalarına ricasıyla, önce imam sonra gezici vaiz daha sonra da Bursa Orhangazi müftülüğüne tayin edilmiştir.

Ailesini rahatlıkla geçindirebileceği, tatmin edici maaş almaya başlayınca bir miktar tasarruf etmiş, biriktirdiği miktar ile Efendi Hazretlerine gelmiş “Efendim, bu miktar Zât-ıâlînizin bana lütufları karşısında devede kulak bile değildir; benim azımı lütfen çok görünüz, kabul buyurunuz, talebe sarf ediniz” demiştir.

Efendi Hazretleri, Davudoğlu’nun bu rica ve teklifine, eltaf bir latife ile cevap vermiştir; “Molla Ahmed! biz aldığımızı vermeyiz, verdiğimizi almayız.”

Efendi Hazretleri, Allah’ın lütfu keremiyle, gerek kendi ailesinin gerekse merhume, muhtereme, refikaları Hâcı Hafıza Hanımefendinin ailesinin varlıklı aileler olması hasebiyle ne talebelik yıllarında ne müderrislik, ders-i âmlık yıllarında ve ne de ömrünün sonuna kadar fakr-u zarûrete, zillete borçların belini bükmesi gibi bir duruma düşmemiştir.

Dolayısıyla hiçbir kimseden borç almazdı ki “biz aldığımızı vermeyiz” latifesi ihsanda bulunduğu kimselere verdiklerini hiçbir zaman geri almazdı. Muhataplarını minnet duygusuyla zillete düşmemeleri, üzülmemeleri için “biz aldığımızı vermeyiz, verdiğimizi almayız” latifesiyle ihsan ve faziletini perdelemek isterdi.

Efendi Hazretleri istisnâi durumlarda talebenin iaşe ve ibatesi için acil ve çok zarurî bir ihtiyaç için karz-ı hasen (güzel bir ödünç) almış ise en kısa zamanda iadesini sağlardı. -Müslüman, lüks, israf ve gösteriş için borç alamaz, sadece kendisinin ve ailesinin günlük nafakasını temin için, en kısa zamanda iade etmek üzere borçlanabilir. Nitekim, Sevgili Peygamberimiz, Medine’de bir Yahudi’den zırhını rehin ederek ailesinin nafakası için borç almıştır.-

Hazreti Üstazımız kendisi için değil ama, talebe için acil durumlarda, en yakınlarından karz-ı hasen almış ama en kısa bir müddet sonra iade etmiştir.

1956 yılının Ramazan Bayramında, İstanbul Kısıklı’daki ziyarethanede Anadolu’nun muhtelif yerlerinden gelen misafirler vardır. Bunlar arasında devrin Sivrihisar Müftüsü merhum Mehmed Emre de vardır. Sohbet devam ederken içeriye Efendi Hazretlerine hizmetiyle şerefyab olan Ali Dayı, (Ali Yılmaz) içeri girer “Efendi Hazretleri, fırıncı gelmiş para istiyor” belli ki Çamlıca’da çilehanedeki köşklerde kalan yüze yakın talebeye her gün ekmek veren fırıncı parasını tahsil için gelmiş... Efendi Hazretleri “Pekiyi! Borcumuz ne kadarmış? diye sormuş, Ali Dayı da 1.300 liraymış efendim” diyor.

Efendi Hazretleri boynu bükük bir müddet tereddüt etmiş “Söyle ona şimdi gitsin, biz daha sonra kendisine öderiz” diyememiş, Mehmed Emre Hoca’ya teveccüh etmiş “Hafız Emre! Yanında para var mı?” diye sormuş, Mehmed Emre Hoca da cebinde bulunan bütün parayı Efendi Hazretlerinin önündeki sehpanın üzerine koymuş, Efendi Hazretleri paranın 1.300 TL’ sini almış Ali Dayıya vermiş, parayı fırıncıya ver, kendisine teşekkür et ve hakkını helal etmesini söyle” buyurmuş, kalan parayı da Mehmed Emre Hoca’ ya iade etmiştir. Bu arada, Bakara Suresinin “Kimdir O ki Allah’a güzel bir ödünç versin de (Allah da) ona kat kat, pek çok artırsın. Allah (kimini) daraltır, (kimini) genişletir. Siz (hepiniz) ancak O’na döndürülüp götürüleceksiniz” meâlindeki 245. âyeti kerimesini okudu.

Hazreti Üstazımız karz-ı hasen ile alakalı bu âyet-i kerimeyi okuyarak, Mehmed Emre Hoca’ya verdiği paranın hibe-bağış, teberru olmadığını, karz-ı hasen, Allah’a ve Resûlü’ne verilmiş bir ödünç olduğunu ve en kısa zamanda iade edileceğini ihsas etmiştir. Nitekim Ramazan Bayramı tatilinin hemen ertesinde 05.04.1956 tarihinde, Ziraat Bankası, İstanbul-Bahçekapısı Şubesi vasıtasıyla, Ziraat Bankası Sivrihisar Şubesine havale edilmiştir. Günün şartları dahilinde, 10 Kuruşluk damga pulu yapıştırılmış havale makbuzunu incelediğimizde, 05.04.1956 tarihli, gönderen banka Ziraat Bankası Bahçekapısı Şubesi, gideceği banka Ziraat Bankası Sivrihisar Şubesi, alacak olan: Mehmed Emre, Müftü. Gönderen: S.Hilmi Tunahan, adresi, Şişli Abide-i Hürriyet Caddesi 40/258, tutar 1.300 TL havale masrafıyla birlikte, 1.305,39... Hazreti Üstazımızın havale makbuzunda gösterdiği adres, damadı Kemal Kacar Bey’in Kolan Fabrikasının adresidir. Karz-ı hasenin iadesi hususunda Hazreti Üstaz’ımızın hassasiyetinin bariz bir örneği...

Hazreti Üstazımızın hepimize nümûne-i imtisâl olması gereken bir başka hassasiyeti:

Merhum bahriyeli, teknisyen, denizaltıcı, kd.baş çavuş emeklisi Halil Özcan anlatmıştı: “Efendi Hazretleri o yıllarda, Eminönü, Arpacılar Camii’nde vaaz ediyordu. Bizler de Efendi Hazretlerinin vaaz’u nasihatini dinlemek için gitmiştik. Namazdan sonra elini öptük, dualarını aldık. Ben çantasını aldım, beraberce yürüdük, Mısır Çarşısının arkasındaki manav ve kahvaltılık satan dükkanlara doğru yürüdük. Manavlar ve diğer esnaf, Efendi Hazretlerini görünce hepsi birden ayağa kalktılar, derin bir hürmet hissiyle karşıladılar. Her satıcıdan belli bir miktar sebze-meyve ve kahvaltılık aldılar, her satıcıya aldığı malların bedelinin çok üstünde para verdi. Satıcılar “Efendim, fazla verdiniz diye paranın üstünü vermek istediklerinde “Bu sizin hakkınız, çoluğunuzun çocuğunuzun rızkını helalinden kazanmak için buradasınız, helâl-i hoş olsun!” buyurdular. Ben ve diğer arkadaşlar Efendi Hazretlerinin aldığı sebze-meyve ve diğerlerini aldık, yürümeye devam ederken “Efendim, görüyoruz ki, aldığınız her şeyin bedelini fazlasıyla ödediniz, hikmeti nedir?” dediğimizde “Evladım, medreseler kapatıldığında, henüz, dersiâmlık mertebesine ulaşamamış bazı müderrisler, işsiz, maaşsız kaldıkları için esnafa, tazallumühal ile “Biz işsiz maaşsız kaldık, lutfedin, kerem edin, bize ikramda bulunun” diye İslâm’ın izzet ve şerefine zarar verdiler. Ben İslâm’ın izzet ve şerefini üstün tutmak için, hiçbir zaman tazallumühal etmedim, aldığım her şeyin bedelini tam olarak veya fazlasıyla ödeyerek, önce kendi izzet ve şerefimi, sonra da İslâm’ın izzet ve şerefini koruyorum.” buyurdular.

Millî ve yerli, Millî ve manevî değerlerimize sıkı sıkıya bağlı bir partimizin teşkilatı “Askıda Ekmek” kampanyası başlatmış, ebed-müddet din düşmanı, millî ve manevî değerlerimizin muhalifi bir başka partinin kadroları bu güzel davranışa şiddetle karşı çıkmış istihza etmeye kalkmıştır. Sadaka taşı medeniyetinden bî haber, İttihad ve Terakkîci, tek parti mütegallibe döneminde amansız İslâm düşmanlığı yaparken bir taraftan da Yüce İslâm Dininin toprak mahsulleri zekatının nisab ölçüsü “Uşr”’ü istismar ederek, âşâr vergileri adı altında köylü’den üretmediği-üretemediği mahsulü cebren alan veremeyenleri yol inşaatında taş kırmaya mahkum eden bir zihniyyet... Devletimizin hiç bir şekilde dahil olmadığı İkinci Cihan Harbi bahane edilerek, köylülerden gasbedilen hububat ve bakliyat milletimize dağıtılmamış silolarda çürümeye börtü-böceğe terk edilirken, milletimize süpürge otundan, fındık kabuğundan yapılmış ekmek yediren bir zihniyetin bugünkü mensuplarından “Askıda Ekmeği”, “Sadaka taşı Medeniyetini” anlayabilmesini beklemek hayal ötesi bir durumdur...